Sanatçı Gökçe Çiçek Erdemir, geleneksel Türk sanatını modern sanatla harmanlayan, kökünü geleneğe, yüzünü geleceğe yaslayan bir sanatçı. ArtAnkara Fuarı’nda da stand açan ressamlardan biri olan Erdemir, sanat anlayışını 24 Saat gazetesine anlattı. Evrenselliği yakalamak için yerelin ne kadar önemli olduğunu ve sadece sanatçının değil, her insanın “Ben kimim?” sorusunu iyi düşünerek, yaşadığı coğrafya ve dünyayla temas kurmasının elzem olduğunu belirten Erdemir, “Kendi benliğine bakmak önemli” dedi

SULTAN YAVUZ/ANKARA- Gökçe Çiçek Erdemir, resimle olan ilişkisinin çocukken defter kenarına çizdiği geometrik desenlerle başladığını ve daha sonra renkler üzerine düşündükçe bir tür kişisel yolculuğa adım attığını söylüyor. 1990 yılında İstanbul’da doğan sanatçı, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniveristesi Geleneksel Türk Sanatları bölümünden 2018 yılında mezun olmuş. O tarihten beri İstanbul Nişantaşı’ndaki atölyesinde çalışmalarına devam eden Erdemir, son olarak ArtAnkara Sanat Fuarı’nda yer aldı. Erdemir, resimle kurduğun ilişkiyi anlatırken, çocukken renkler üzerine hayalperestliğe daldığını ve orta okuldayken Arnavutköy’de bir sanat atölyesine giderek, orada dönüştüğünü belirtiyor. Erdemir, bu süreç için, “Sanat nedir? Ne şekilde farklı disiplinlerde üretim yapılır gibi şeyleri gördüm ve plastik değerler açısından düşünmeye başladığım bir süreçti, çok geliştirici oldu” diyor. Üniversitedeki resim bölümünde, geleneksel Türk sanatlarını tercih etme nedeni için, “Ben yaşadığım coğrafyayı çok doğru izleyen ve buna değer veren bir insanım” ifadesini kullanan Erdemir, şunları söylüyor: “Çocukluğumdan bu yana motiflerle alakalı düşüncelere dalmışımdır, kültürümüzde ve mimarimizde, farklı illerde yer alan bu motiflere doğru çekiliyordum ama beni asıl geliştirip yönlendiren, gördüğüm bir sergiydi. O sergiden sonra geleneksel dünyaya yönelmem gerektiğini düşündüm ve yurt içi, yurt dışı bienallerinde gözümü eğittim. Geleneksel sanatlardaki simetriye, muntazamlığa hayran oldum.” “Yeni bir şeyler söyleme isteğiyle...” Geleneksel motiflerin “müthiş” bir yolculuk olduğunu dile getiren Erdemir, bir gün çalışırken şekillderdeki oval hareketleri fark edip, kadın anatomisiyle olan benzerliğinden etkilenmiş. Erdemir, “Aslında monoton bir şekilde bordür süsü olarak kullanılan motifleri, ben insan anatomisi üzerine ilintiledim. Beni hayrete düşüren göğüs hattı, kadın kıyafeti süsü gibi şekiller, farklı malzemelerle konsept işlere dönüştü. Böylece eğitimini aldığım alana da bir gönderme yapıyorum, Selçuklu geometrilerini de resimlerimde görebilirsiniz. O döneme ait kullandığım son seride beyazla zıt renkleri inceliyorum. Aslında rumi denilen motifin hayvan kemiklerinden olduğu ve bozkur kültüründen doğduğu düşünülüyor ama bununla ilgili belge bulunmuyor. Ben de bu şekilde hayvan anatomisine bağlı motif birliğini insan anatomisi üzerine inceliyorum. Beni özgün yapan şeyin bu olduğunu söyleyebilirim” diyor. Tekrara düşmek istemediğinin altını çizen Erdemir, üniversitedeyken tezhip alanında çalıştığını, altınla yapılan bu klasik anlatıyı aşarak, daha geniş yüzeylerde, renklerle çalışmak istediğini fark etmiş. “Yeni bir şey söylemek isteğiyle, bu bilgileri birleştirip güzel bir sonuca ulaşması gayesi taşıdım” diyen Erdemir, olumlu geri dönüşler aldığını ve yaptığı çalışmaları önemli bulduğunu vurguluyor. Erdemir, yerel ve evrensel kavramları arasındaki ilişkiyi de bir sanatçı gözüyle şöyle yorumluyor: “Bugün, biz bu mirasa sahipsek, bu birikimi oluşturanlar o zamanın tasarımcıları ve sanatçılarıydı. O dönem doğru gözlemler yaparak bize bu motifleri bıraktılar. Gelenekselin adı üstüde, gelene ek olmalı, geleneksel olanı tekrarlayan bir şey hâline gelmemeli, yeni bir şey ortaya koymak ve özgün olmak sanatın yegane mevcudiyetidir. Biz ekleye, ekleye bunu gelecek kuşaklara aktarmalıyız, katkı sağlamalı ve korumalıyız. Bence kimliğin aktarılması gelenekseli çağdaşa taşıyarak mümkün. Bu gayeyle yola çıktım ve akademide resim yaparken de bu kaygıyı sürdürdüm. Klasiğin içinde ben kimdim, neye dönüşecektim, bana yetecek miydi? Gibi sorgulamalar devam ederken, o gün gördüğüm sergi benim için bir hediyeydi, motiflerde kadın anatomisinin izini sürmek...” “ Ankara’nın ciddi bir potansiyel taşıdığını düşünüyorum” Erdemir, Tükiye’nin çok katmanlı bir medeniyete sahip olduğunu hatırlatarak, Türkiyeli bir sanatçının kim olduğunu, nerede yetiştiğini ve yaşadığını fark etmesinin öneminin altını çiziyor. “Kendi benliğine bakmak önemli, buradan yola çıkarsan yapacağın şey özgünlük dışında bir şey olmaz” diyen Erdemir, sanatçının reddederken neyi seçip seçmediğine dikkat etmesi gerekitğini belirityor. Sanatçının, eserlerinde mutlaka rumi desenleri ya da diğer motifleri doğrudan kullanmak zorunda olmadığını ancak bugün yaşadığı coğrafyayı bilmeminin, dünyayı anlamakta ve kendine yer oluşturmakta önemli olduğunu ifade ediyor. “Ankaralı ve İstanbullu ressamlar” tartışmasına ise sıcak bakmadığını kaydeden Erdemir şunları söylüyor: “Bu bizi ileri götürmez. Sanatçının memleketiyle anılması da doğru gelmiyor, tamam resmine yansıtması keyifli olabilir ama bunu mevzu diye görmüyorum yani. Ankara’nın ciddi bir potansiyel taşıdığını düşünüyorum, Art Ankara’ya da müthiş bir ilgi ve katılım söz konusuydu. Bakanlarımızın da halkımızın da ilgisi güzeldi. Bence kıyaslamak yerine, bir arada güzel şekilde herkes üretimini yapsın ve proje geliştirsin. Tartışacağımıza gelişmeye yönelik konuşmalar yapsak daha anlamı olur.” Gökçe Çiçek Erdemir, pandemi nedeniyle yapılamayan ya da yapılsa da “keyif vermeyen” toplu etkinliklerin, sergilerin gelecek günlerde sürmesini dilediğini ve Ankara’da bir sergi açmanın güzel olacağını sözlerine ekledi.
Editör: TE Bilisim