23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nı kutlayamadık. Neden? Gerekçe şuydu: "Şehitlerimiz toprağa verilirken, biz bayram kutlayamayız." Laf buydu ama, asıl amaçları, Cumhuriyet dönemini silip süpürmekti. Bu gerekçeyi kim söylemişti, hatırlıyor musunuz? İsmail Kahraman.. Maalesef, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı makamında oturan bu şahıs, Laik ve Demokratik Cumhuriyete de, Büyük Türk Devrimi'nin kazanımlarına ve değerlerine de karşıdır. Bugünün değil, bundan 50-60 yıl öncesinin İsmail Kahraman'ı da buydu. Biz bu adamı yakından tanıyan kuşaktan geliyoruz. Kanlı Pazar günlerini de, MTTB Başkanı olduğu dönemleri de unutmadık ve gün gibi hatırlıyoruz. Bugün 19 Mayıs Gençlik ve Anayasa Bayramı.. 8 Şehit toprağa verildiği gün, Saray düğününde gövde gösterisi yapanların iradesine kalsa, Çocuk Bayramı'nda olduğu gibi Gençlik Bayramı'nda da kutlamaya yasak getirirlerdi. Ancak bu kez halk ayağa kalktı, gençler dimdik durarak bayramlarına sahip çıktılar. Buna rağmen, el altından korku ve güvensizlik ortamı yaratmak için fısıltı gazetelerini yine çalıştırdılar. Neymiş? Toplu alanlarda IŞİD örgütü katliam yapmaya hazırlanıyor muş! Böyle bir tehlike varsa, MİT ne yapıyor? Diğer istihbarat örgütleri neden önlemiyor? Saray nikahında alınan önlemleri ekranlardan izledik, kuş uçurtulmuyordu. Peki, şimdi neden aynı duyarlılık gösterilmiyor? Nikah kıyılan nikaha gelen araçlara ve helikoptere yakın tüm yollar ve alanlar görevli güvenlik güçlerinin ördüğü duvarlarla korunuyordu. Şimdi de aynı duyarlılığı daha fazlasıyla bekliyoruz. Çünkü, bu gün gençler korunacak, gençler. Gençler Laik ve Demokratik Türkiye Cumhuriyeti'nin gelecek güvencesidir. Devlet onları tüm güçleriyle korusun ki, bu gençler yarın sınırları beklerken canlarını vermekten, kanlarını dökmekten asla geri durmasınlar. Devlet gençlere, gençler Devlete sahip çıkacaktır. Bu böyle biline. Devleti yönetenler, bu bilinci yerleştirmek için örnek olacaklardır. Çoğulcu Parlamenter demokrasiyi yıkarak değil, daha da ileri taşıyarak örnek olacaklardır. Çağdaş ve uygarlık yolunu açan Laik ve Demokratik Cumhuriyeti koruyarak örnek olacaklardır. Peki örnek oluyorlar mı? Biri çıkıyor, "Başkanlık gelecek, Türk tipi Başkanlı" diye bangır, bangır bağırıyor. Ürperen yol arkadaşlarını bile yol kenarına savuruyor. Öteki çıkıyor, "Laiklik yeni anayasadan çıkarılmalı" diyor ve ağzından zehir damlıyor: "Cumhuriyeti kuranlar dinsizdi. İnanç yerine pozitif anlayışı getirdiler." Yüzde 49 buçuk oy alarak Hükmet kuran bir başbakan kulağından tutulup görevden alındı. Sonra bir de baktık ki, Saray nikahında hepsi yan yana dizilmişler şahitlik yapıyorlar. Aaaa... Genelkurmay Başkanı bile aynı sırada, iyi mi? Devlet Bahçeli, hiç kusura bakmasın, bu Başkanı eleştirenleri suçladı. Ama, bu konuda Devlet beyin değil, öncelikle benim söz hakkım vardır. Çünkü ben eski Harbiyeliyim. Bugünkü Genelkurmay Başkanı Kuleli Askeri Lisesi'nin giriş sınavlarına hazırlanırken, bun o okulu bitirip, Menteş kampındaki yemin merasiminde seçilmiş konuşmacı Harbiyeli idim. Hulusi Paşa toprağı inlettiğimiz yürüyüşlerde hançeremizden çıkan gür sesimizle hangi marşı okuyorduk? Harbiye Marşı'nı değil mi? Peki ne diyorduk o marşla? "-- Kanla irfanla kurduk, biz bu Cumhuriyeti..." diye kükrüyorduk. Hangi Cumhuriyeti Paşam, hangi Cumhuriyeti? Bizler, "Laik ve Demokratik Türkiye Cumhuriyeti" kurduk. Neyle ve nasıl kurduk? "Kanla, irfanla kurduk" Paşa, "Kanla, irfanla kurduk." Ve "Cehennemler kudursa" bile biz bu Laik ve Demokratik Cumhuriyet'e sahip çıkacağız. Bizde gelenektir Paşa, Kuleli ve Harbiye sıralarında edilen yeminlerin temelinde aramızda abi-kardeş geleneği vardır. Size bir ağabeyiniz olarak sesleniyorum: "Bu büyük hatanın, bu onulmaz yaranın tedavisi bir açıklamayla mümkün olamaz. Yemine sadakat için ya istifa et, ya da çık milletin önüne, özür dile." Özür dilersen, bu millet seni bağrına basar. Şehitlerin yakınlarının yüreğine su serpersin. Daha fazla üzme kendini, çık ve özür dile. Veya, "Daha fazla dayanamıyorum" diyerek bas istifayı, göreceksin huzura kavuşmuş olursun. Aynı karavanaya kaşık çalmış bir ağabeyin olarak bunu senden rica ediyorum. Ben içime sindiremiyorum, inanıyorum ki, sen de içine sindiremiyorsun. Paşam, 1962 güzündeki ilk Menteş Kampındaki ilk konuşmayı yaparken sözlerime şu şiirle başlamıştım. Bu gün bile hatırlıyorum: "Yıllar içinde 1919, Aylardan Mayıs Samsun ufuklarında bir güneş haykırıyor Biz esir olmayız." Her Harbiyeli, aynı ruh ve aynı iman ile doludur. Biliyorum. Her Harbiyeli, "Samsun ufuklarında haykıran" güneştir. Her Harbiyeli, yüreğinde ve beyninde ayrı-ayrı birer Mustafa Kemal'dir. Bugün Gençlik ve Anayasa Bayramı... Kafalarda yine sorunlar yumağı var. Ne gençler huzurlu, ne analar, ne babalar. Ülke kan gölüne dönmüşken nikah masasının platformunda sıralananlar Samsun ufuklarında güneş tutulmasını andırıyordu. Sen oraya neden gittin be Paşa? Ne işin vardı orada? Söyle Allah aşkına, için rahat mı? Harbiyeli ruhuna sahip olanların yürekleri kan ağladığı için sesini de duyamıyorum. Ama ben Türk Gençliği'ne inanıyorum, güveniyorum. Ve yine haykırıyorum. "Dağ başını duman almış? Gümüş dere durmaz akar/ Güneş ufuktan şimdi doğar/ Yürüyelim arkadaşlar." Huzur istiyorum, huzur. Barış istiyorum. Güven arıyorum. ----------------------------------------------------------------------------------------------------(İ.S.)