Utku ŞENSOY İster insanlığın gereği, ister komşuluk hatırına, ya da din kardeşliğinden deyin, yanı başımızda yaşanan insanlık dramına seyirci kalmayıp 4 milyondan fazla Suriyeli sığınmacıyı yıllardır ülkemizde barındırıyoruz. Afgan, Irak ve Afrika kökenlilerle bu rakam 6 milyonu aşıyor. Tüm ekonomik olumsuzluklara, imkansızlıklara rağmen, mülteci barındırma konusundaki dünya rekoru Türkiye’de. İnsanımız, her geçen yıl daha da artan işsizlik ve darboğaza rağmen, yediğinden, içtiğinden kesip kuruşu kuruşuna vergileriyle ödediği 40 milyar dolar gibi inanılması güç bir rakamı sığınmacılar için harcadı. İnsan hakları havarileri mangalda kül bırakmayan Avrupa’nın ise bu son olaylarda gerçek yüzünü gördük. 28 Şubat'ta Ankara'nın sınır kapılarını açmasının ardından Türk-Yunan sınırına akın eden mültecileri püskürtmek için, Yunan kolluk kuvvetleri göz yaşartıcı bombalarla, kurşunla, sopalarla ortaçağ derebeyliklerindeki vahşeti aratmadılar. Türkiye, sığınmacılardan 135 bininin karşı tarafa geçtiğini iddia ederken, Yunanistan'ın Göçten Sorumlu Bakanı Notis Mitaraçi, “1 Mart’tan sonra gelenleri ülkelerine geri göndereceğiz” dedi! Ankara-Atina arasında mülteci krizinde gerilim artarken, Türkiye’ye her fırsatta nasihatte bulunan Brüksel ise, Atina’nın yanında yer alıp, mülteci akınlarına direnmesi, öz savunması için kesenin ağzını açtı. Sınırda hareketlilik yavaşlamakla birlikte, Atina Ankara’ya yönelik küstah açıklamalarını sürdürüyor. Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis, “Erdoğan, Suriye’deki savaşı unutturmak ve dikkati başka yerlere çekmek istiyor” iddiasında bulundu. Ağır suçlamaları sürdüren Miçotakis, “Türkiye’yi, insan kaçakçılığı yapmakla” itham etti. Aslında Atina ve Brüksel’in sergilediği tutumu bu son gelişmeler ışığında analiz ettiğimizde, “uygar Batının” insanlıktan pek de nasibini almadığını ve “adamına göre” ikircikli davrandığını görüyoruz. Yıllardır Uzak Doğu kökenlilere kucak açan Avrupa, Ortadoğu kökenlileri dışlayıp birbirlerine düşürme politikasından vazgeçmiyor. Avrupa’da giderek artan “ırkçılık ve Müslüman düşmanlığı” yakın gelecekte Avrupa Birliği’nin çözüm bulması gereken en önemli sorunu olacaktır. Almanya'nın Hanau kentinde 19 Şubat'ta düzenlenen ırkçı saldırıda yaşamını yitiren aralarında Türk yurttaşlarımızın da olduğu 10 kişinin acısı henüz dinmedi. Almanya'da bu tür saldırılar salt Türklere ya da Müslüman Ortadoğu kökenlilere yönelik değil. Geçen yıl Yahudilere yönelik nefret suçlarında da rekor artış kaydedildi. Neonazi ve aşırı sağcı grupların Yahudilere yönelik nefret suçu sayısı 2018 yılında bin 800’e ulaşmıştı. 2019 yılında ise, iki kişi öldürüldü 35 kişi yaralandı. Almanya’da aşırı sağcılar, 21 binden fazla suç işledi. Almanya İçin Alternatif (AFD) partisinin Yahudi düşmanlığı söylemlerinden beslenen aşırı sağcılar, Neonazilere yönelik tabuların da yıkılmasıyla ırkçı ve nefret içeren suçların farklı bir boyuta taşınmasına neden oldu. Aşırı sağ ve mikro milliyetçilik aslında sadece Alman toplumu için değil, dünyadaki her ülke için, “toplumsal barış tehdit” etmeye başladı. Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier’in, 19 Şubat saldırısı sonrasında, “dehşet veren vahşi şiddet hepimizi derinden sarstı” nitelemesi acılı kalpleri biraz olsun ferahlatmıştı. Kanımca Steinmeier’in, “bizimle birlikte bu ülkede yaşayan her insanın, güvenlik ve barış içinde yaşaması gerekiyor. Bu hakkı korumak devletimizin yükümlülüğüdür” sözleri, günümüz Avrupa’sındaki ırkçı ve aşırı sağcı iklimden beslenen tüm siyasi partilerin silkelenip “önce insan” diyebilmeleri için, köprüden önceki son çıkıştır. Aksi takdirde “gerilim ve şiddetten beslenen” bu hareketler, bulundukları ülkelerdeki huzurun da sonunu getirecektir.