Basın Evi’nde “Savaşta Kadın ve Çocuk Olmak” konuşuldu

Gazeteciler Cemiyeti tarafından Avrupa Birliği (AB) finansmanı ile yürütülen “Demokrasi için Medya/Medya için Demokrasi” programı (M4D) kapsamında, Ankara’daki Basın Evi’nde gerçekleştirilen söyleşilerin bu haftaki konuğu gazeteci Hale Gönültaş, “Savaşta Kadın ve Çocuk Olmak” başlıklı çalışmaları konusunda bilgiler verdi
[caption id="attachment_178434" align="alignright" width="367"] M4D Proje Koordinatörü Yusuf Kanlı[/caption] NAZ AKMAN - Gazeteciler Cemiyetince yürütülen ve Avrupa Birliği (AB) tarafından finanse edilen “Demokrasi için Medya/ Medya için Demokrasi” programı (M4D) çerçevesinde, Ankara’daki Basın Evi’nde düzenlenen söyleşilerin bu haftaki konuşmacısı, gazeteci Hale Gönültaş oldu. Gönültaş, “Savaşta Kadın ve Çocuk Olmak” konulu söyleşide fotoğraflarla mültecilerin dramı, göç sorunu, çocuk ve kadınların yaşadığı zorlukları anlattı. M4D Proje Koordinatörü Yusuf Kanlı söyleşiden önce “Gönültaş, en fazla şiddete maruz kalan kadınlara ve çocuklara yönelik çalışmalarından dolayı bizim dikkatimizi çekti. Bugün de bize bu kadın ve çocuklarla ilgili deneyimlerini aktaracak. Savaş ciddi bir insanlık ayıbıdır, kim ne derse eğer ülkenin savunması için yapılmıyorsa cinayettir. Savaşı yüceltmemek, kutsamamak lazım. Benim çocukluğum gençliğim savaş ve çatışmalar içinde geçti” dedi. M4D Proje Koordinatör Yardımcısı Seva Ülman, proje konusunda, “Gazeteciler Cemiyetinin AB desteği ile sürdürdüğü M4D projesi kapsamında gerçekleştirdiğimiz söyleşilerden biri ile yeniden karşınızdayız. Projemizin işsiz gazetecilere verdiği destekler bu yıl da aynen sürecek. İlgilenen arkadaşların bu konudaki Cemiyet açıklamalarını dikkatle takip etmelerini öneririz” bilgisini verdi. [caption id="attachment_178435" align="alignright" width="364"] M4D Proje Koordinatör Yardımcısı
Seva Ülman[/caption] Ülman söyleşiden önce Gönültaş ile ilgili olarak “Hale’nin özellikle savunma konusundaki görevi kendisini Irak, Suriye, Lübnan ve Afganistan’a yönlendirdi. Yıllarca bu beldelerde kaldı. Bütün bu bahtsız bölgelerde Hale, mültecilerin dramı, göç sorunu özellikle çocuk ve kadınların çektikleri azap, uğradıkları büyük haksızlıklar, dayanılmaz insani acıları belgeledi gazeteci diliyle ve bunları birebir onlarla birlikte yaşadı. İşte Hale böyle bir gazeteci. Hale, Hacettepe Üniversitesi İşletme Bölümü’nden mezun olduktan sonra mesleğe Cumhuriyet gazetesinde kitap tanıtımları yazarak başladı. Ardından muhabir kadrosu ile Evrensel gazetesine geçti. Sonra bu görevini Akşam, Sabah ve Vatan gazetelerinde sürdürdü. Hale, 2012 yılından itibaren serbest gazeteci olarak çalışıyor. Belgesel çalışmaları da var Hale’nin, şu sıralar yönetmenliği Barış Pirhasan’ın üstlendiği ‘Vedat Türkali’ belgeselinin yapımında yer alıyor. Hale’nin bir de ‘Merkez Sağın Perde Arkası’ isimli ANAP kurucularından Mehmet Keçeciler ile yaptığı bir nehir söyleşi kitabı var. En önemlisi Hale, yerinden yurdundan edilmiş kadın ve çocukların dramını çok yakından izledi ve izlemeyi sürdürüyor” dedi. Ortadoğu’da ve Türkiye’de mültecilerin yaşadığı zorluklara ilişkin haber dosyaları ve belgeseller hazırlayan Gönültaş, tanıklık ettiği olaylardan örnekler vererek, savaş nedeniyle ülkelerini terk etmek zorunda kalıp, Türkiye’ye sığınan mültecilerin tehlike altında olduklarına dikkat çekti. Sözlerine Ankara’nın Mamak ve İskitler semtlerindeki çöplük alanda katı atık toplayıcılığı yaparak hayatını idame eden ve kentsel dönüşüm alanı üzerindeki bu bölgede yaşamak zorunda olan mültecilerin geçim sıkıntılarıyla başlayan Gönültaş, “Bu başlık altında neler anlatabileceğimi düşündüm, çünkü bakmak veya tanık olma kavramları açıklama konusunda yeterli olmuyor. Çöp kavramı üzerinden yola çıkarak konuya başlamak istedim. Çünkü çöp kavramı sanat, felsefe ve siyaset gibi alanlarda çok önemli bir yere sahip. Çöp her yerde, her şeyde ve bazen birçoğumuz için görünmez olan bir şey. Çöp, insan olarak yaşadığımız dünyayı, özelimizi yaşam biçimimizi, var ettiklerimizi ortaya koyan bir hiçliktir. Çöpümüz şehir çöplüğüne gitmeden önce katı atık toplayıcıları tarafından ayrıştırılıyor. Katı atık toplayıcıları çoğunlukla iç göçle metropollere gelen Kürtlerin yaptığı bir iş ve onlar geçimlerini bu sayede sağlıyorlar. Mamak ve İskitler ’de geniş bir arazide çöplük var. 2013 yılında Kızılay’da belgesel çalışması için katı atık toplayıcılarıyla tanışmıştım. İskitler kentin orta yeri ve bu çöplük arazide Suriyeliler ve Afganlar yaşıyor. Türkiye’de dört milyona yakın Suriyeli var, Ankara’da ise kayıtlı Suriyeli sayısı 95 bine ulaşmış durumda. Bu kayıtlı olanların rakamı bir de kayıt dışı olanlar var. Türkiye’ye sadece Suriyeliler değil, Afgan, Irak, Somali ve Sudan’dan da mülteciler geliyor. İskitler’de katı atık toplayıcılarının ayrıştırdıklarını satanlar Suriyeliler, en çok satılan malzeme de battaniye. Ankara’ya ilişkin bir diğer örnek ise Dikmen Vadisi. 2016 yılında 36 günlük bir bebek eksi 20 derecede donarak ölmüştü. Söz ettiğim bölge, Oran Sitesi’nin arka tarafında kalan bir yer. Buradaki gecekonduların çoğunluğu yıkıldığı için maddi imkânı olmayan Suriyeliler çadır kurup bir şekilde yaşamaya çalışıyorlar” dedi. 23 yıllık gazetecilik mesleğinde ağırlıklı olarak Ortadoğu ve göç konularında çalışmalar yaptığını ifade eden Gönültaş, kadın gözüyle savaşa, çatışmalı ortamlara bakmanı ve bu kaosun içindeki kadın ve çocukların hikayelerini yazmanın önemine değindi. Kadın ve çocukların savaştan en fazla etkilenen taraflar olduğunu belirten Gönültaş, yine bu iki grubun en fazla tehlike altında olduğuna işaret etti. Kadın ve çocukların niçin tehlike altında olduklarını örneklerle anlatan Gönültaş, mültecilerin göç yolculuğuna ilişkin şöyle konuştu: “Savaşta neden hep kadın ve çocuklar daha fazla acı çekiyor ?” “Suriyelilerin geçici bir hukuki statüleri var, Türkiye’de geçici koruma statüsü altındalar ama diğer ülkelerden gelen mültecilerin herhangi bir hukuki statüsü yok. Savaşta neden hep kadın ve çocuklar daha fazla acı çekiyor. Göç yolculuğunda insanlar günlerce aç bir şekilde yürüyor. Bu yolculukta kadınlar ve çocuklar travmatize olmuş, bir yerlerde dinleniyorlar ama aynı zamanda güvenliklerini de sağlamak zorundalar. Çünkü bu göç yolculuğunda sadece akrabaları veya tanıdıkları yok, aynı zamanda bilinmeyen gruplar, art niyetli topluluklarda var. İşte risk teşkil eden sorunlarda burada başlıyor. Bu grupların içerisine yurt dışından organ kaçakçıları girebiliyor. Bu nedenle her göç yolculuğunda binlerce çocuk kayboluyor. Bu uluslararası çocuk şebekeleri göç yolculuğuna dahil olduktan sonra kaçırdığı çocukları yurt dışındaki bağlantıları aracılığıyla rahatlıkla yurt dışına çıkarabiliyor. Suriye’den ilk göçün başladığı tarihlerde Türkiye henüz böylesi bir göçe hazır değildi. İlk dönemlerde gerçekten sivil toplum kuruluşlarının desteğiyle bu iş biraz kotarılmaya çalışıldı. 2014-2015 yılından sonra göç konusu devletin biraz daha görece ele aldığı bir konu haline geldi. Tam da böyle bir noktada Suriyeli mülteciler Türkiye’ye giriş yaparak, dilini bilmedikleri bir ülkenin sınırından geçmeye çalışıp, günlerce süren göç yolculuğunun verdiği sıkıntı ve travmalarla kamplara yerleşiyor. Ve maalesef bu kamplarda da yaşam kolay değil, burada da birtakım kriminal olaylarla karşılaşılabiliyor. Bu nedenle bazı aileler kampta kalmak istemiyor ilkel koşullarda da olsa başka yerlerde yaşamayı tercih ediyorlar.” Çocuk yaşta imam nikahıyla evlendirilme, kürtaj ve ölüm Mülteci kadınların kamplarda yaşadığı cinsel şiddet vakalarının altını çizen Gönültaş, çocuk yaşta evlendirilen kız çocuklarının yaşadığı zorluklara ilişkin, “Göç yolculuğunun ardından kamplara giriş yapan kadınların bir diğer en önemli sorunu uğradıkları cinsel şiddet yani tecavüz. Suriyelilerin farklı kültürleri var, örneğin kürtaj yaptırmıyorlar. Çok çocuk doğurmaları konusu kamuoyunda tartışmalara neden oluyor ancak bu onların geleneksel bir kültürü. Eşlerine çocuk istemediklerini ifade etmek gibi bir durumları yok. Aksine pek çok Suriyeli kadın hamile kalmamak için çaba gösteriyor, çünkü hamile kalırsa geleneklerinden ötürü o çocuğu aldıramaz. Gerek Ankara’daki pek çok mahallede gerekse Türkiye’nin birçok yerinde özellikle mülteci kız çocuklarına Türkiyeli erkekler aşırı ilgi gösteriyorlar. Ve imam nikahı adı altında henüz 13, 14 yaşındaki çocuklar 40 yaşın üzerindeki adamlarla evlendiriliyor. Küçük yerlerde cami imamı bu nikahı kıyıyor ve bu durumdan jandarmanın haberinin olmaması mümkün değil, özellikle Diyanet İşleri Başkanlığı’nın atadığı bir cami imamı bu nikahı nasıl kıyabiliyor?. Tüm bu sorunları bir tarafa bırakıp, gerçekten bu kız çocuklarının akıbetinin ne olduğunu merak ederek, araştırmaya koyuldum. Çünkü normal şartlarda bu çocuğun hamile kalması ve hastaneye gitmesi Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına göre suç fakat işin içine girince bunu da kılıfına uydurduklarını gördüm. Suriyeli bir ebenin kartına ulaştım. Tam bir gün boyunca Ankara Örnek Mahallesi’ndeki bir ebenin evinin etrafında dolaştım. Farklı şehirlere ait plakalara ait araçların kapıda beklediğini ve yaşlı kadınların kollarında içeri giren kız çocuklarının birkaç saat sonra içerden çıktığını gördüm. Arapça bilen bir arkadaşımdan rica ederek o eve girdim, hakikaten dehşet vericiydi. Neredeyse birinci dünya savaşından kalma ultrason aleti, kanepe, sedye, aletler ve Suriye’den getirilen ilaçlar var. Burada gerçekten kürtaj yapılıyor. Bu ilaçların fotoğrafını çektim, henüz 13, 14 yaşındaki kız çocuklarında aşırı ilişkiden dolayı ciddi kanamalar meydana geliyor ve bunu Suriye’den getirdikleri ilaçlarla çözmeye çalışıyorlar. Eğer bu kız çocuğu kayıtsızsa, başına bir şey gelmişse ve ülkesine de gönderemiyorlarsa o zaman da kimsesizler mezarlığına gömüyorlar. Bu eve sayısız kız çocuğu girip, çıktı. Daha sonra Sağlık Bakanlığı devreye girerek, burayı kapattı” sözlerine yer verdi. IŞİD tarafından satılan Ezidi kadınlar IŞİD tarafından öldürülen ve kaçırılan Ezidilere değinen Gönültaş, geçtiğimiz yıl belgesel çekimi için gittiği Viranşehir ve Ceylanpınar’da tanıklık ettiği olayları anlattı. Gönültaş, Ezidi kadınlarının IŞİD tarafından satıldığına ilişkin kaleme aldığı bir haberine değinerek, “2014 yılında IŞİD’in Şengal’i işgal etmesiyle binlerce Ezidi katledildi veya kaçırılarak satıldı. Hala çok sayıda kayıp var ve konu Birleşmiş Milletler ’in gündeminde. Bu bölgede güvenlik açısından Ezidi kızlara ulaşmak çok zordu. Ankara’ya döndükten sonra 12 yaşında bir Ezidi kız çocuğunun IŞİD tarafından yaklaşık 15 bin Euro’ya satıldığının haberini yazdım. Ezidi kadınlar IŞİD’lilerin toplu tecavüzüne uğradıktan sonra derin internet (deep web) dediğimiz “köle pazarlarında” açık arttırmayla satışa çıkarılıyor. Haber çok ses getirdi, ancak maalesef Türkiye’de gazeteciler bu tarz konularda kolaylıkla suçlanabiliyor. Hukuki süreç geçirdim, suçlama ise insan ticaretine yardım etmek. Türkiye’nin her şehri ve kasabasında çok sayıda Ezidi kadın ve çocuk var. Maalesef bu tarz vakaların sayısı da oldukça fazla” dedi. “Mültecileri kriminalize eden şiddet dilinden uzak durulmalı” Son olarak vatansız doğan mülteci çocuklarına değinen Gönültaş, mülteciler konusunda medyaya büyük bir görev düştüğünü hatırlatarak, “Maalesef Türkiye’de doğan her Suriyeli çocuk vatansız olarak doğuyor. Türkiye vatandaşlık kanununda eğer ebeveynlerden biri Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değilse vatandaşlık vermiyor. Bu vatansız çocukları bekleyen en önemli sorun ise sağlık ve eğitim gibi temel haklardan yoksun olmaları ve pasaport alamadıkları için seyahat edememeleri. Anne veya baba vatandaşlık alamadığı sürece bu çocuklar hiçbir imkândan faydalanamayacak. Mülteciler konusunda neler yapılır bilemiyorum, ama en azından habercilik açısından mültecileri kriminalize eden haber dilinden, şiddet dilinden uzak durabiliriz. Basının bu konuda kullandığı dile dikkat etmesi gerekiyor. Ben haberlerimde mültecilerin özellikle çocuk ve kadınların ismini vermiyorum, fotoğrafları sırtları kameraya dönük vaziyette çekiyorum, yerlerini veya yaşadıkları bölgeleri belirtmiyorum, hiçbir şahsi bilgilerini paylaşmıyorum yani haber kaynağımı saklı tutuyorum” diye konuştu.
Editör: TE Bilisim