Yusuf KANLI / Birleşmiş Milletler Genel sekreteri Kıbrıs Özel Danışmanı Espen Barth Eide hazırlıklara başlamıştır bile. Malum, utana sıkıla da olsa ilan etti sözcüsü kanalıyla Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı. Her ne kadar Rumlar okullarda Enosis kutlama kararını yanlış bulmasalar da madem ki Kıbrıs Türk feveranını görüp o yasanın etrafından dolanacak bir başka yasa yapıp, hangi günlerin kutlanacağını kararlaştırma yetkisini eğitim bakanına verdiler, öyleyse görüşmeler kaldığı yerden devam edebilirmiş... Mesele Kıbrıs Rum tarafının enosis plebisitinin yıldönümünü okullarda kutlama yasası yapmasının Kıbrıs Türklerinde yarattığı hayal kırıklığı mı idi? Hani sultan, soytarıya “Bana öyle bir şaka yap ki özrü daha beter olsun” demiş soytarı da saray merdivenlerinde sultanın arkasından bir cimdik atıp, sultan köpürünce de “Kusura bakma sultanım, valide sultan zannettim” demiş ya, halimiz tam da öyle. Biz niye kızmıştık? Gerçi “hafıza-i beşer nisyan ile maluldür” yani “İnsan hafızası unutkanlık hastasıdır” denir ya, aynen öyle. Birileri halkı affedersiniz “keriz” ve “balık hafızalı” olarak görüp dalga geçiyor adeta. Hatırlatalım. Bir kere Kıbrıs Rum halkının bugün Yunanistan ile “enosis” yani “birleşme” hülyaları kurduğuna inanmak saflık, dahası salaklıktır. Olmuş bir şeyin hülyası mı olurmuş? 1 Mayıs 2004 sabahı Kıbrıs Rum yönetimi Kıbrıs’ın tümünü temsilen Avrupa Birliği’ne girdiği anda, o zamanın Yunan Başbakanı Kostas Simitis’in törende söylemekte beis görmediği gibi, enosis yani Yunanistan ile Kıbrıs’ın birleşmesi Avrupa Birliği şemsiyesi altında tamamlanmıştır. O kadar. Öyleyse, niye kızmıştık enosis plebisitinin okullarda anılması yasasına? Federasyon görüşürken, üstelik de Kıbrıs Türk halkını temsil ettiğini söyleyen ama derin ve iflah olmaz bir empati hastalığına yuvarlanmış Mustafa Akıncı’nın saf bir şekilde her türlü ödünü hiç bir şey almadan arka arkaya verdiği bir sürece rağmen Rum tarafında böyle bir aymazlığın, küstahlığın ve açık Türk düşmanlığının sergilenmesi “Artık yeter” denmesine sebep olmuştu. Halkta, hatta sol kesimde bile öyle bir öfke kabarmıştı ki Akıncı görüşmelere nasıl devam edecekti. Üstelik bir de her an sarhoş Rum lideri “sen kimsin de sana hesap vereceğim” havasında suratına kapıyı çarpıp çıkınca görüşme salonundan, Akıncı bile görüşmelere devam edebileceğine inancını kaybedip, enosis kutlama kararının ortadan kaldırılması ve özür dilenmesi olmadan görüşmelere dönmeyeceğini ilan etmişti. Ne oldu? Enosis plebisiti kutlama kararı orada duruyor. Anastasiades’in partisi DISI’nin önerisi ile yeni bir taslak hazırlandı. DISI bu yasayı Temsilciler Meclisi Eğitim Komitesi’nde görüşürken, DISI lideri Averof Neofitu diğer Rum siyasileri çıldırtarak Akıncı ile KKTC Cumhurbaşkanlığı’nda bir akşam yemeğinde konuyu görüştü. Akıncı tatmin oldu. Rum tarafı çıldırdı. Niye? Akıncı’nın resmi ofisinde yemek yiyerek Kıbrıs Türk devletinin seviyesini yükseltmiş Neofitu... İşte sorunun en önemlilerinden birisi bu... Kıbrıs Türkleri sanki bulaşıcı hastalığa sahip. Kıbrıs Türkleri sanki dokunulması yasak bir halk kesimi... Neyse, anlaşıldığı kadarıyla enosis kutlama yasası olduğu yerde duracak ama DISI’nin okullarda kutlama günlerini karar verme yetkisini eğitim bakanına veren taslağı 31 Mart günü genel kurulda onaylanıp yasa haline geldikten sonra Akıncı her şeyi unutup görüşmelere kaldığı yerden devam etmeyi kabul edecek... Zaten bu karar Birleşmiş Milletler Genel sekreteri Kıbrıs Özel Danışmanı Espen Barth Eide’ye iletilmiş şimdiden. Akıncı da halkı ikna etme turlarına başladı, “hatadan dönüş adımı atabilmek bir meziyet” demiyor mu? Hata orta yerde dursa da, halk da bile bile lades diyecek inanacak Akıncı’ya... Yeter ki çözüm olsun. Ne çözümü? Bu kez Akıncı şart koyacakmış. Her şey görüşüldüğüne ve her iki taraf diğerinin görüşünü net bildiğine göre, artık büyük al-ver aşamasına geçelim ve iki ay içerisinde bu işi ya başarılı ya da başarısız olarak tamamlayalım. Ya Kıbrıs sorunu çözülsün ya da BM Genel Sekreteri Güvenlik Konseyi’ne iyi niyet misyonunu iade etsin, “çözüm mümkün olmadı” desin. Bu iki ay şartını “ucu açık süreç” talebindeki Rum kesimi kabul edecek mi? Ne fark eder, bizimkiler zaten “hafıza-i beşer nisyan ile maluldür” sözüne inanmıyor mu? Hele iki ay geçsin, bulunur bir başka açıklama, olmadı küçük kriz çıkarılır, etrafından dolanılır ve yeni bir süre ilan edilir... İnsanlar unutur her şeyi velhasıl... * * * Dostlar sağ olsun. Gerek KKTC Cumhurbaşkanlığı’nda gerekse de diğer makamlarda önemli bilgilere ulaşma imkanına sahip dostlar olması güzel bir şey. Hani yazının başında da demiştim ya bizimkilerin feveranını görüp okullarda hangi günlerin kutlanacağıyla ilgili tüzüğün etrafından bir yasa ile dolanıp hangi günlerin kutlanacağını kararlaştırma yetkisinin eğitim bakanına verilmesi olumlu bir adım olsa da otomatik görüşmeler başlayacak anlamına gelmiyormuş. Demek ki, benimki de yanlış bir izlenim. Nitekim, KKTC Cumhurbaşkanlığı sözcüsü de bu gelişmeyi olumlu ilk adım olarak değerlendirmiş. Görüşmelerin başlaması için enosis kutlama tüzüğünün tamamıyla ortadan kaldırılması bekleniyormuş... Tabii ki bu konu ne “işte yeni yasa yaptık” diyerek ne de, gelmedi ya, kuru bir özür ile geçiştirilecek bir konu değil. Mesele bazı açıklamalarından Akıncı ve ekibinin de net bir şekilde gördüğü anlaşıldığı gibi Rum kesiminin hemen her konuda adanın toprağıyla, halkıyla tümü adına tek başına tasarrufta bulunabileceği mantalitesidir. Dolayısıyla 2 Nisan akşamı Eide’nin misafiri olarak iki liderin ara bölgede yiyecekleri yemek görüşmelerin başladığı anlamına gelmemekteymiş... Niye? Çünkü görüşmelerin kesilmesine neden olan Kıbrıs Türk tarafını yok sayan tek taraflı tasarruflar, görüşme ruhuna ve federasyon kurma emeline tezat davranışlar kalkmadan görüşmeler başlayamazmış. Öyle mi? Bekleyip göreceğiz. Eğer KKTC Cumhurbaşkanı “Rum halkıyla empati” siyasetini Kıbrıs Türk halkın tümünün feveranı sonrasında “kendi halkı ile de empati” ile takviye ettiği pozisyondan geri adım atmaz ise, Rumlar paşa paşa geri adım atacaklardır. Efendim KKTC’de de TC mili günleri kutlanıyormuş, 20 Temmuz bayrammış falan gibi bahaneler ardına saklanmak bir fayda vermeyecektir. Kıbrıs Türk devleti tüm bu kutlamalara ne yeni öğeler ilave etmekte ne de eskisi gibi militer bir anlayışta yerine getirmektedir. Tüm törenleri giderek daha fazla sivilleştirmekte, ve hatta 20 Temmuz’da Kıbrıs Türk halkının barışa kavuşması kutlanırken, Rumlar açısından bu günün anlamı inkar edilmemektedir. Şüphesiz sıkıntı sadece enosisi anma meselesi değildir. Mesela yine Nisan başında hidrokarbon meselesi hortlayacaktır. Bir anlamda hortladı bile. Sonucu görüldü. Baf açıklarındaki canlı mermili tatbikat Rumlar açısından ciddi bir uyarıydı... “Kaşınmayın” uyarısı. Akıncı daha önce Anastasiades’e söylemiş. “Kuyu açılırsa, kazı yapılırsa görüşmelere devamın anlamı yok. Moratoryum devam etmeli” demiş. Bilgi sahibi arkadaşlar “Her gün yeni açıklama yapmanın anlamı yok. Pozisyon orada. Eğer federasyon olacaksa, federasyon görüşmeler devam edecekse, federasyonun, ortaklığın, bu adanın iki halkın ortak mülkü olduğu gerçeğinin fevkinde davranmalı Rum yönetimi de. Pozisyonumuz net, her gün tekrar etmeye gerek yok. Eğer hidrokarbon konusunda kazı yaparlarsa, adım atarlarsa, karşılığını görürler. KKTC de Türkiye de bu konuda kararlıdır.” Yani, KKTC şu anda “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” sözündeki gibi, lafa kulak asmayalım, ne yaptıklarını görelim anlayışında gibi... Doğru mu bu? Kanımca bir çok alanda çok geç kalınıyor ama beklemek ve görmekten başka seçeneğimiz de şimdilik yok. Osman Örek’i saygıyla anıyorum Kıbrıs Türk halkının anıtsal önderlerinden, 1960 cumhuriyeti savunma bakanı, eski Cumhuriyet Meçlisi başkanlarından ve başbakanlardan Osman Örek ölüm yıldönümünde anılıyor bu günlerde. 1999’da 24 Mart günü yürümüştü Örek ebediyete. Nur içinde yatsın. Son zamanlarında benimle bir mülakatında çok önemli bir açıklamada bulunmuştu Örek. Savunma bakanı olarak Temsilciler Meclisi oturumu için meclis binasına gittiğinde dönemin meclis başkanı Glafkos Klerides’in kendisini nasıl kovduğunu anlatmıştı. Günün gençliği bilmez. Bilmemesi de normaldir çünkü güya “çocuklarımızı nefretle büyütmeyeceğiz” diye Kıbrıs Türk okullarında Kıbrıs Türk mücadele tarihi hikaye gibi okutulmakta, önem verilmemektedir. Klerides o gün Örek’e “Anayasa değişiklik önerilerimizi kabul ediyorsanız, buyurun girin... Yoksa, defolun. Burada yeriniz yok. Ya siz gidersiniz, ya da namlunun ucunda gönderirim sizi” demiş. Bana anlatırken Örek’in üzüntüsünü gözlerinden akan yaş belgeliyordu. Kıbrıs Türk eşitlik ve insanca yaşama mücadelesinde Örek “Taksim” seçeneğinin en iyi çözüm olduğu inancıyla yıllarca mücadele etmişti. Rumlarla birlikte yaşamayı mümkün kılacak bir çözüme inanmıyordu. Rum tarafının adanın sahibi olma ve Kıbrıs Türk halkını azınlıktan öte haklara sahip olabilecek bir ortak olarak görmemesi nedeniyle ne üniter, ne federatif veya konfederatif bir çözüm olma ihtimalini hiç görmüyor, görüşmeleri hep “boşuna gayret” olarak tanımlıyordu. Kıbrıs Türk onurlu yaşam mücadelesinin bayraktarlarından birisi olan Osman Örek 1999’da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin, bağımsızlığın, ayrı devlet olmanın bir savunucusu olarak aramızdan ayrılmıştı. Anısı önünde saygıyla eğiliyorum. Örek ve Kıbrıs Türk mücadelesinin tüm kahramanları nur içinde yatsınlar.