Yurdumuzda gündem yoğun, siyaset kulisleri hareketli, bölgemizde sular ne yazık ki çoğu zaman olduğu gibi sakin değil. Türkiye’nin bulunduğu bu coğrafya tarih boyunca hep böyleydi sakinlik, huzur ne yazık ki bu topraklarda uzun süre kalıcı olamadı. Ne de olsa İsviçre’nin bulunduğu bölgede değil Ortadoğu’ya açılan en büyük kapıdayız. Tarih boyunca yaşanmış büyük kavimler, milletler çatışmalarının, din ve mezhep savaşlarının tam da yanı başındayız. Ortadoğu-Kafkaslar ve Balkanlar üçgeninin tam ortasında tüm bu kritik bölgelerin kesiştiği yerde olunca haliyle huzur hak getire. Son olarak Kafkaslarda tansiyon yükseldi. Dağlık Karabağ’da dost ve kardeş Azeri güçleri ile Ermeni ordusu çatışmaya girdi. Ermeni işgalindeki bazı köy ve kritik noktalar Azeri güçlerince geri alındı. Her ne kadar Korona salgını, ekonomik darboğaz, işsizlik gibi sorunlar 2020 yılının değişmeyen ana gündem maddeleri olsa da bazen diğer konular da ağırlık kazabiliyor. İşte onlardan bazıları; Kobani olayları operasyonu Geçtiğimiz hafta bir sabah saatlerinde başlatılan “6-7 Ekim 2014’deki Kobani olayları” operasyonu ülke gündemine bomba gibi düştü. Aralarında eski HDP milletvekillerinin de bulunduğu 82 kişi hakkında gözaltı kararı alınmasına çeşitli parti ve siyasetçilerden tepki gelirken toplumun önemli bir kesiminden de destek geldi. Gözaltı ve tutuklamalara tepki gösterenler, “aradan 6 yıl geçmiş, soruşturulmuş, ifade vermiş ve yargılanmışlar, bu gözaltılar da neyin nesi” şeklinde tepkilerini dile getirirken, operasyonu destekleyenler ise, “2014 tarihlerindeki terör eylemlerinde 37 kişi yaşamını yitirdi, bunu destekleyen ya da kışkırtanlar oldu bunun bir karşılığı olması gerekir” şeklinde görüş beyan ediyorlar. Kanımızca yargıya intikal eden konularda toplum olarak hemen bir yerde saf tutup ayrışmadan önce, daha soğukkanlı olmamızda yarar var. Terörü destekleyen, azmettiren olduysa, o dönemki açıklamalar, sosyal medyadaki paylaşımlar savcılarca incelenip, suç teşkil etmişse yargılama süreci ve gerekçeli kararların açıklanmasının ardından, karar üzerinde fikir beyan edilebilir. Şüphesiz bu aşamada söylenebilecek tek şey, Türkiye’nin dış dünyadaki imajını zedeleyip, “demokratik ülke” görüntü ve iddialarımıza yarar sağlamayacağıdır. Batı, silahlı örgüt ve teröre doğrudan destek dışındaki, yazılı fikirlerin ya da sözel görüş beyan etmenin tamamen fikir özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini, bu konudaki yargılanmaların anti demokratik ülkelerde olduğunu kalın kırmızı çizgilerle sıkça hatırlatıyor. Güvenlik mi, Özgürlük mü? İçişleri Bakanı Süleyman Soylu' nun Anayasa Mahkemesi'ni hedef göstermesiyle başlayan tartışmalara taraf olanlar ile karşı çıkanlar olmak üzere toplum bir kez daha ikiye bölündü. Hemen her konuda tartışma ortamı yaratıp özellikle en önemli kurumlarımızın başında gelen AYM’ nin masaya yatırılması talihsiz bir durumdur. “AYM, AİHM' nin şubesi gibi" türünde açıklamalar yersiz ve talihsizdir. Şüphesiz Türkiye’nin bulunduğu bölgede güvenlik son derece önemli ve yaşamsaldır ancak, özgürlüklerin güvenliğe feda edilmesi düşünülmemeli, ileri demokrasilerde olduğu gibi, güvenlik özgürlüklerin koruyucusu için var olmalıdır. Eğer, hukuk devletiysek ve bu iddiamızı sürdürmeye kararlıysak, polis devleti söylemlerinden ve davranışlarından kaçınmamız gerekir. İstikşafi görüşmeler 1-2 Ekim’deki Avrupa Birliği zirvesinin ardından başlaması beklenen Türkiye-Yunanistan “istikşafi görüşmeleri” (keşif ve tahkik etmeye çalışma) öncesi, Ankara’nın MGK toplantısı sonrası, “adaların silahsızlandırılması konusunu görüşme masasına getirmesinin” kesinleşmesi Atina’yı telaşlandırmaya başladı. Doğu Akdeniz’deki mavi vatanımızda oldubittiler ile alan kazanma hevesinde olan Yunan hükumetinin son yıllarda Ege Denizi’nde burnumuzun dibindeki ada ve adacıkları silahlandırması bardağı taşıran son damlaydı aslında. İşte gelecek aybaşında başlayacak bu görüşmelerde Ankara’nın bu konuyu masaya getirerek Atina’nın sinsi davranışlarını uluslararası kamuoyuna sergilemesiyle maskesinin düşmesi yakındır. Bu görüşmelerde Türkiye’nin, uluslararası hukuk açısından Yunanistan’a karşı en güçlü kozu olan “tüm bu adaların silahsızlandırılması” restini bakalım Atina nasıl görecek. Almanya aşkı Oruç Reis gemimiz Akdeniz’e açıldı, “Almanya istedi gemimiz limana bakıma çekildi!”, “Merkel istedi böyle oldu!” Doğu Akdeniz’deki hareketlilik üzerinden yine nur topu gibi bir başka polemik konumuz oldu. Ankara dış politikada birçok ülkeye “şahin kesilirken, Berlin’e karşı güvercin olmasını“ eleştirenlere bir sözümüz olacak; O Almanya, 1,5 milyar nüfusa sahip 57 Müslüman ülkeden çok daha fazla ihracat yapan bir dünya devi ve Avrupa Birliği’nin lokomotifi. “Posta koyulacak” ülkenin dişimize göre olması gerekir, özel ilişki ve çıkarlarımızın olduğu ülkelere karşı sert tutum takınıp, gereksiz hamaset yapıp, masadan öfkeyle kalkarsanız zararla oturursunuz. Bu bağlamda Ankara’nın belki de en doğru, en tutarlı dış politikasını Berlin ile sürdürdüğü aşikardır. Aslında komşularımızla sıfır sorun parolasıyla yola çıkılmasına rağmen, uzunca bir süredir inişli çıkışlı bir durum sergileyen dış politikamızın, aklıselim ve sağduyunun galebe çaldığı, olumlu adımların atıldığı, yeni bir beyaz sayfanın açıldığı döneme bir an önce girmesini temenni ediyoruz. Korona salgını döneminde ve sonrasındaki yenidünya düzeninde en çok buna ihtiyacımız olacak.