“Medya, bugün toparlanması gereken ilk kurum ve bu misyon hepimize düşüyor”

Gazeteciler Cemiyeti tarafından yürütülen, Avrupa Birliği (AB) tarafından finanse edilen “Demokrasi için Medya/Medya için Demokrasi” programı (M4D) kapsamında, Ankara’daki Basın Evi’nin konuğu gazeteci Hilmi Hacaloğlu oldu. “Savaş Bölgelerinde Gazetecilik” konulu sunumunda Hacaloğlu, savaş bölgelerinde edindiği deneyimleri genç meslektaşlarına aktardı SULTAN YAVUZ-Gazeteciler Cemiyeti’nin Avrupa Birliği (AB)’nin finansmanlığında yürüttüğü “Demokrasi için Medya/Medya için Demokrasi” programı (M4D) kapsamında, Basın Evi’nde gerçekleştirilen söyleşide Hilmi Hacaloğlu “Savaş Bölgelerinde Gazetecilik” başlıklı bir sunum yaptı. Etkinliğin açılış konuşmasında M4D Proje Koordinatör Yardımcısı Seva Ülman Erten, savaş muhabirliğinin fevkalade heyecanlı, cazip ancak bir o kadar da tehlikeler içerdiğine dikkat çekerek, Hilmi Hacaloğlunun bu görevi başarılarla ama tehlikelerin içinden geçerek yürüttüğünü ifade etti. Erten, Hacaloğlu ile ilgili şu bilgileri verdi; “Yeni yetişirken, aranızdan birçoğunun hayallerini süsleyen mesleklerin en önemlilerinden biri savaş muhabirliği olmuştur. Fevkalâde heyecanlı, keyifli ama bir o kadar da tehliklerle dolu bir meslek… Bütün bu heyecanı ve tehlikeleri yaşamış olan bugünkü konuğumuz Hilmi Hacaloğlu, İstanbul’daki St. Joseph Fransız Lisesi’nin ardından Boğaziçi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih bölümünden mezun oldu. Gazeteciliğe 1995 yılında HBB’de dış haber editörü olarak başladı. Daha sonra NTV’ye geçti, burada 13 yıl muhabirlik görevini sürdürdü. Bu dönemde Kosova, Irak ve Gürcistan’da savaş muhabirliği yaptı. 2010 yılında TRT Türk için Ruanda, Uganda, Polonya, Venezuella’da dosyalarca program hazırladı. 2012 Haziran ile 2013 Ekim arasında ise SkyTürk 360’da yayınlanan ‘Şimdi Söz Sizde’ başlıklı haber programını hazırlayıp sundu. Aynı yılın Ekim ayında “32. Gün “programının Genel Yayın Yönetmenliğini üstlendi. Voice of America (Amerika’nın Sesi)’nin İstanbul temsilciliğini yürüten Hacaloğlu’nun yazıları, Atlas, Tarih ve National Geographic dergilerinde de aralıklarla yayınlanmaktadır” Açılış konuşmasının ardından Hacaloğlu, NTV’de muhabirlik yaparken gittiği savaş bölgelerinde yaşadıklarını anlattı. Sunumuna, Gürcistan-Rus Savaşı sırasında, Gori’de arabalarına ateş açılması sonucu yaralandıklarını belgeleyen video ile başlayan Hacaloğlu, “Gazeteci her zaman yalnız şövalye oluyor” dedi. Savaş muhabiri olmasının o dönem özel hayatını da etkilediğini belirten Hacaloğlu, “Bence asıl mesele biziz. Irak’ta cebimde 120 dolar vardı ve Kore’den gelen iki radyocu paralarının olmadığından yakınıyorlardı ama sorduğum zaman, yanlarında 40 bin dolarları olduğunu söylediler. Türkiye’de gazetecilik ne yazık ki yalnız adam olmaktır, cüzi paralarla çalışmak zorunda kalmaktır” dedi. Savaş bölgesine gitmeden önce özel bir eğitim almadıklarını belirten Hacaloğlu, kimyasal saldırı konusunda da bilgi sahibi olmadıklarını, Kosova Savaşı’nın sonlarına doğru gittiği bölgede 40 gün boyunca gezerek haber yaptığını ve savaşa dair deneyimlerini de alanda kazandığını söyledi. Özel bir eğitim almasa da, söz konusu bölgelerden yekpare çıktığına işaret eden Hacaloğlu, “En az dört yerde saldırıya uğradım, bir şey olmadı. Ben deneyimlerimden yola çıkarak kendimi, kurumumu ve haberimi korudum” dedi. Savaş deneyiminden sonra psikolojik destek almadıklarını bir soru üzerine ifade eden Hacaloğlu, “Belki de ihtiyacımız vardı, bilmiyorum. Tek bildiğim, Gürcistan’dan döndükten sonra savaşa ilişkin kâbus gördüğümdü” dedi. “İliştirilmiş gazeteciliğe karşıyım” İliştirilmiş (Embedded ) gazeteciliğe sıcak bakmadığını vurgulayan Hacaloğlu, Suriye savaşı sırasında iki tarafın sınırını da giderken ve gelirken koşarak geçtiğini ve bir hafta boyunca orada röportaj yaptığını, asıl meselenin kendine güvenmek olduğunu söyledi. Hacaloğlu şunları anlattı: “O anlarda bir şey oluyor ve kendini koruyabiliyorsun. Ben hep kendime güvendim ve ‘kimse tarafından yönlendirilmeyeceğim’ dedim. Düşünün, koşarak sınırdan geçtim, koşarak geri döndüm. Kimse de bana pasaport sormadı, Salih Müslim’in açıklamalarını yayınladım, kimse de ‘Sen ne ayaksın?’ demedi. Ben kendi adıma sokaktaki insanların yanında, çelik yelek ve koruyucu başlık takmadan haberimi yaptım. Irak’tayken, 12 askerle birlikte bir Amerikalı gazeteci geldi, haberini yaptı ve gitti. Ben iliştirilmiş gazeteciliğe karşıyım, sağlıksız olduğunu düşünüyorum. İnsanlar o zaman size güvenmezler, tarafsızlığınız bozulur ve ben böyle bir şeyi kabul etmezdim. Kameranın dili politiktir, ben gazeteci olduğumu her yerde belli ederim, saklamam. Biri sizi yok etmek istiyorsa zaten başlık takmanız, yelek giymeniz bir şeyi değiştirmez. Gürcistan olayından sonra, döndüğümüzde TV dekiler kızdılar, ‘Neden aracınızda press yazmıyor?’ diye. Oysa, olsaydı da aynı şey olacaktı, zaten gazeteci olduğumuzu öğrendiklerinde de dayak attılar. Olaylara eşit mesafede durabilmek zordur, savaşta daha da zordur. Ama mutlaka bunu yapmalısınız. Gazetecinin silahla işi olmaz, benim silahım kalemimdir.” “Herkes bu süreçte çok kirlendi” Türkiye’de gazetecilerin durumuna da değinen Hacaloğlu, “kimin gazeteci olduğunu” belirleyen kurum ve kişileri eleştirerek, “Bu kabul edilemez bir durum. Kimin gazeteci olup olmadığına hükümet ya da bazı kurumlar karar veremez. Ne yazık ki bugün gelinen noktada gazetecilik geleneği de öldürülüyor. Bugün CHP’li, HDP’li, AKP’li, Fenerbahçe’li, Beşiktaş’lı gazeteciler var. Oysa önemli olan şey aradaki mesafe… Artık gazeteci söz de söyleyemiyor, itiraz da etmiyor. 2001 krizinin ardından çok kişi işten çıkarıldı, haber merkezleri dağıtıldı. Toplu direniş ortadan kalktı. Gelenek de bugün aktarılamıyor. Oysa bir zamanlar iyi gazetecilik vardı, yapılıyordu. Bunu unutmamalıyız, gazete kıymetliydi. Bu güveni yeniden inşa etmemiz çok önemli, herkes bu süreçte çok kirlendi, ki asıl tedirginliğim bu ama bu süreç de mutlaka atlatılacak. Yeni bir inşa süreci için hepimizin bir araya gelmesi, öz eleştiri yapması ve mesleği kurtarması gerekiyor. Suriye’den şu an tek taraflı haberler geliyor örneğin. Kimse oraya gitmiyor. Kötümser olmamalıyız, büyüklerden aldığımız bayrağı aynı yere dikmek zorundayız. Medya bugün toparlanması gereken ilk kurum ve bu misyon hepimize düşüyor.