Bir süredir futbol anılarımın bir kısmına izah etmeye çalıştım. Bu kez yine hakemlerden bahsedeceğim. Bugünkü adı TFF 1. Lig, o zamanki tanımıyla İkinci Lig olan puan mücadelesinde, Toprakspor takımında kaleciyim. Bir deplasman maçı oynuyoruz. 70’li yılların başı. Rakip, bulunduğumuz grubun iddialı takımı. Kısa süre sonra bugün adı Süper Lig olan o dönemin Birinci Ligi’ne yükselip sonra düşüşe geçerek kayboldu. Maç 0-0 devam ederken, rakip takımın aut ile sonuçlanan atağından sonra, topu oyuna sokmak için acele etmiyoruz. Stoper arkadaşım K. Metin, yavaş adımlarla kale vuruşu için ceza kale sahasına yaklaşırken maçın hakemi (M.S) son derece sinirli haliyle yanımıza sokuldu, “Çabuk olun… 63 dakika oldu gol yemediniz, seyirciyi kızdırıyorsunuz” dedi. Kısa bir süre sonra rakip takımın köşe vuruşunda kale sahasına yükseltilen topu tutmak veya yumruklamak için sıçramıştım, bir el beni formamın arka yakasından tuttu aşağıya çekti… Bir başkası kafa vuruşuyla golü attı. Seyirci de hakem de rahatladı. Sonra bir penaltı golü ile maçı ev sahibi takım 2-0 kazandı. Maçtan sonra atılan taşlarla camları kırık otobüste Ankara’ya döndük. Yine bir deplasman maçı. Gol yedik. Başlama vuruşu için topu oyuncularımız orta noktaya getirirken, gol sevinciyle sahaya giren bir taraftarla, topun getirilmesini bekleyen İlyas taç çizgine yakın bir yerde taraftarla çarpıştı. Hakem(H.D) düdüğünü çaldı ve bizim kaleye doğru serbest vuruş işareti verdi. Sahada olmaması gereken biri var… Başlama vuruşu yapılması gerekiyor. Top başlama vuruşu için orta noktaya getirilince hakem doğruyu buldu. Oyun yeniden başladı. O günün şartlarında hakemin ilk kararına uyulsaydı ne olurdu bilemeyiz. Günümüzde birçok şey çok farklı.