Ercan Öksüz- Hakkâri 1994 yılında Birleşmiş Milletler tarafından alınan bir karar doğrultusunda, 3 Mayıs her yıl “Dünya Basın Özgürlüğü Günü” olarak kutlanıyor. Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (International Federation of Journalists- IFJ), Mart 2021 itibarıyla hazırladığı raporda, dünya çapında en az 229 gazetecinin cezaevinde bulunduğunu bildirirken Türkiye’nin “Dünyada en fazla gazeteciyi cezaevine gönderen ülke” olduğunu açıkladı. IFJ’nin 2020 raporuna göre, 67 medya çalışanının cezaevinde bulunduğu Türkiye, dünyada birinci sırada yer alıyor. IFJ’nin raporunda, en az 67 medya çalışanının cezaevinde olduğu Türkiye’yi hapisteki 23 gazeteciyle Çin, 20 kişiyle Mısır, 16 kişiyle Eritre ve 14 kişiyle Suudi Arabistan izliyor. Geçen yıl dünya çapında 65 gazetecinin mesleklerini yaparken öldürüldüklerine dikkat çekilen IFJ’nin yıllık raporunda, 2020 yılında öldürülen gazeteci sayısının 2019’a göre 17 kişi arttığını belirterek gazeteci cinayetlerinin 16 farklı ülkede meydana geldiğini açıkladı. IFJ’nin öldürülen gazetecilerle ilgili kayıt tutmaya başladığı 1990’dan bu yana görevi başında saldırıya kurban giden gazetecilerin toplam sayısının 2 bin 680’e yükseldiği görülüyor. Ayrıca her yıl Sınır Tanımayan Gazeteciler (Reporters sans frontières - RSF) tarafından yapılan “Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi” sıralamasında Türkiye, 2020’de 180 ülke içerisinde 154. sırada yer aldı. Türkiye’nin 154. sırada bulunduğu RSF’nin listesinde birinci sırayı Norveç, ikinci sırayı Finlandiya ve Danimarka takip ediyor. Dünyada 180’inci sırada ise Kuzey Kore bulunuyor. “Dünya Basın Özgürlüğü Günü” nedeniyle Hakkâri’de gazeteci ve hukukçularla konuştuk. Basın özgürlüğünün temel haklardan biri olduğunu vurgulayan gazeteci ve hukukçular, ‘Türkiye’nin basın ve ifade özgürlüğü açısından karanlık bir tablo sergilediğini, nefes alamaz durumda olduğunun’ altını çizdiler. [caption id="attachment_210849" align="alignright" width="266"] Hakkâri Gazeteciler Cemiyeti (HGC) Başkanı, Gazeteci-Yazar Hakan Taş[/caption] Taş: Gazeteciler, kefenlerini cebinde taşır Hakkâri Gazeteciler Cemiyeti (HGC) Başkanı, Gazeteci-Yazar Hakan Taş, gazeteci olarak 35 yıl boyunca sahada, ölümle burun buruna çalıştığını söyledi. “Herkes ölürken kefenle tanışır ama gazeteciler, kefenlerini cebinde taşır” diyen HGC Başkanı Taş, 1995 yılında Hakkâri’ye bağlı Çukurca ilçesinde haber takibindeyken gözaltına alınması ile ilgili olarak şunları anlattı: “Gözlerim bağlandı, ağzım burnum kırıldı. ‘Nerden geldin, kimsin’ diye bile sorulmadan işkenceye maruz bırakıldın. 10 gün süren dayak ve işkencenin ardından sorguya alındım. Ancak o zaman, ‘Kimsin, ne iş yapıyorsun, ne geziniyorsun buralarda?’ diye soruldu. Yani başından sormaları gerekeni sona bıraktılar. Kendimi ifade etme şansı bulamamıştım. Yine yerel radyo istasyonum olan HAKKÂRİ FM, “Halkı kin ve nefrete sevk ediyor “gerekçesiyle defalarca keyfi kapatıldı. Şarkıların ve terbiyesiz türkülerin halkı kin ve nefrete sevk ettiğini bilememişim, müziği evrensel sanmışım. Yaşadığımız her olumsuzluğun arkasında anlaşılamama, ifade edememe gerçeği yatıyor. Demokrasinin en nefret ettiği, düşmanı, ifade özgürlüğünün yokluğudur. İnsan kendisini ifade edemiyorsa karşı taraf nezdinde eksiktir, yarımdır, suçludur.” Hakkâri basını olarak her istediklerini yazamadıklarına dikkat çeken Taş, “Görev alanımız sınırlı ve zor ama haberlerimize erişim yasağı koymak ve bizi yargılamak çok kolay. Ancak her toplum ifade özgürlüğüyle gelişir ve her ülke özgürlükleriyle mutlu olur” diyerek sözlerini tamamladı. [caption id="attachment_210845" align="alignleft" width="700"] Avukat Cemal Demir[/caption] Basın özgürlüğü temel haklardan biri Avukat Cemal Demir, basın özgürlüğünün kapsamının demokrasi ile doğrudan orantılı olduğunu; basının serbest, ifadenin özgürce dile getirildiği toplum ve devletlerin tam anlamıyla demokrasiyi içselleştirdiğini belirtti. İfade özgürlüğü açısından hukuk sisteminin de “turnusol kâğıdı” gibi önemli bir rol üstlendiğini, basın özgürlüğünün aynı zamanda temel haklardan kabul edilerek anayasada yer alıp uluslararası sözleşmelere konu olduğunu dile getiren Demir, değerlendirmelerine şöyle devam etti: “Türkiye Anayasası ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde de basın ve ifade özgürlüğü yerini almıştır. Ancak ne yazık ki, Anayasa’da yer aldığı ve ifade edildiği önemde hiç bir zaman uygulanmadı. Hatta en çok ihlal edilen anayasal haklardan olduğunu diyebiliriz. Türkiye cezaevleri, her dönem basın emekçileri, düşünce ve ifade suçlularının (!) mekânı oldu. Dünya ölçeğinde bu konuda rekoru hiçbir ülkeye kaptırmamakta ısrarlı bir olmak gibi gerçekliğimiz vardır. Türkiye’de gerçek, halkçı, muhalif, sol tandanslı birçok basın faaliyeti, Terörle Mücadele Kanunu’ndaki tanımlama ile hemen “terör” faaliyeti olarak yargıda işlem görüyor. Türkiye’de, iktidar/ yargı mekanizması karşısında basın ve ifade özgürlüğünün durumu içler acısıdır. İktidar bloğunun dışında kalan basın, büyük baskılar altındadır. Keza ifade özgürlüğü de tutsak edilmiştir. Demokratik olmayan, baskıcı bir rejimle karşı karşıyayız. En küçük eleştiriye dahi ağır cezalar verilmektedir. Bir twiti beğenmenin bile çok ağır bedellerini görüyoruz. Hukuk, iktidarın oyuncağı olmuştur.” [caption id="attachment_210848" align="alignright" width="255"] Gazeteci Emin Sarı[/caption] “Karanlık bir tablo” Hakkâri’de 30 yıldan bu yana gazetecilik yapan Emin Sarı, Türkiye’nin de “Dünyada en fazla gazeteciyi cezaevine gönderen ülke” ve “Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi” sıralamasında 2020’de 180 ülke içerisinde 154. sırada yer almasını “karanlık bir tablo” olarak değerlendirdi. Aslında bu verinin bile tek başına Türkiye de gazeteciliğin durumu özetlediğini dille getiren Sarı, sözlerini şöyle sürdürdü: “Ülkemizde gazetecilik mesleği, hükümetler ya da devlet aygıtları tarafından her zaman potansiyel tehlike olarak görülmüş zaman zaman değişen biçimlerde hep sistematik baskı altında tutulmuştur. Ama son 10 yıldır bu baskılar farklı boyutlarıyla gündeme gelmeye başladı. İnanılması güç bir çifte standart uygulanıyor. İktidar ya da devlet politikalarından yana olan gazeteler-gazeteciler, müthiş bir özgüvenle istediklerini söylerken, muhalif olanlar yazdıkları iki satırdan dolayı astronomik cezalarla yüz yüz gelebiliyorlar.” Bu durumun demokrasiden gittikçe uzaklaşmak anlamı taşıdığını vurgulayan Sarı, konuşmasını şöyle bitirdi: “Demokratik bir ülke için muhalefet ne kadar önemliyse, muhalif gazetecilikte o kadar önemlidir. Zira kitlelerin kendilerini ifade edebildikleri en belirgin alan, muhalifliktir. Oysa şimdilerde iktidarın politikalarına karşı yapılan en ufak bir yorum bile vatan hainliği ve düşmanlık olarak algılanıp öyle yansıtılıyor. Bunun tek olumsuz yansıması gazetecilerin tutuklanması, hapis cezalarına çarptırılması değil; birçok gazeteci kendi kendine ‘oto sansür’ uyguluyor, meslekten uzaklaşıyor ya da pasifleşiyor.” [caption id="attachment_210846" align="alignright" width="302"] Gazeteci Bekir Güneş[/caption] “Türkiye’de basın özgürlüğü komada, nefes alamaz durumda…” Başta Diyarbakır olmak üzere birçok ilde gazetecilik yapan Gazeteci Bekir Güneş, Türkiye’de basın özgürlüğü diye bir kavramdan bile bahsedilemeyeceğine işaret edip sansür ve otosansür basını ele geçirdiğini ileri sürdü. Güneş, “İktidar veya muhalefet, kendisine yakın olmayanı gazeteci olarak kabul etmiyor. Tabi iktidarın elinde baskı aygıtları olduğu için bunun karşılığı çok daha can alıcı oluyor. Ve bu durumun yakın bir zamanda da düzelme ihtimalini görmüyorum” ifadesiyle özetledi konuya ilişkin düşüncelerini. Gazeteci Civan Değer ise, sorunu temel anlamda iki başlık altında özetleyebileceklerini belirterek, başlıklardan ilkinin medya ve çalışanları üzerinde uygulanan baskılar diğerinin de gazetecilik mesleğinin etiğinden uzak, mesleki bilgi ve birikimi yetersiz olan kişilerin bu alanda çoğalması olduğunu vurguladı. Değer, şu değerlendirmede bulundu: “Türkiye’de basın özgürlüğü maalesef son süreçte adeta komada ve nefes alamaz durumda. Bir taraftan mevcut sistemin uyguladığı baskılarla basın bir anlamda köşeye sıkıştırılıyor. Diğer yandan da mesleki bilgi ve birikimi olmayan, aslında gazetecilik etiğiyle zerre kadar ilgisi bulunmayan ‘gazeteci’ kimliğine bürünen ‘kişilikler’, piyasada gazeteci olarak geçiniyor. Maalesef bu kişiler, mesleğimizi itibarsızlaştırdıkları gibi aynı zamanda kendilerini de rezil bir duruma düşürüyorlar. Mesleğinin ilkelerine bağlı kalarak işinin erbabı olan gazeteciler ne yazık ki yeterince çalışma alanı bulamıyor. Bu zeminde hukukun çiğnenmesi, kapatılan sayısızca yayın organı, işini kaybeden yüzlerce gazeteci özgür medyanın can çekişmesine neden oldu. Öte yandan yaptıkları haberlerden dolayı hapse atılan gazeteciler, tamamen işinden koparılırken, yargılanma aşamasında ya da davaları sonuçlanan bazı gazetecilerin yandaş olmadıkları için uygulanan cezalardan dolayı işini yapamaz durumda olmaları ise kanayan başka bir yara. Bütün bunların ve daha fazlasının yaşandığı bir ortamda, gazetecilik mesleğinin özgürlüğünden bahsetmek elbette ki akıl ve mantık dışında kaldığı gibi toplumun doğru haber ağları da tıkanığı aşikârdır.”