Utku ŞENSOY Kadın düşmandır, ona hayır diyen, özgür iradesi ile erkeği ret eden kadın ölümü hak etmiştir, katli vaciptir. Çocuk düşmandır, pedofildir. Geleceğimiz, korunmaya muhtaç evlatlarımız kız-erkek fark etmeksizin onun sapıkça emellerinin hedefidir. Aile bireylerine bile art niyetlidir, ensest onun kanında vardır. Ağaç düşmandır. Odun kafalı olduğu için ağacı sadece yakılması gereken potansiyel odun olarak görür. Köpek sevmez, taş atar, tekmeler, odunla döver. Ona göre köpek mekruhtur. Kedi sevmez, tekmeler, arabayı üzerine sürer, çiğner, kesip biçer. Ona göre kedi uğursuzdur. Kuşa karşıdır taşlar, sapanla vurur, tarlasına konmasın diye tüm ağaçları keser. Karadaki kaplumbağadan sudaki Caretta Carettalara kadar hepsini gözünü kırpmadan hunharca öldürür. O karadaki, havadaki sudaki tüm canlıların en azılı düşmanıdır. Aslında o canlı olan her şeye karşıdır. Bu “insansı” tür insandan farklı bir yaratıktır, insanlıktan asla nasibini almamıştır. Ayrık otudur! Yeşeren toplumların düşmanıdır. Zamanında müdahale edilip, ayıklanmaz, tolerans gösterilirse her geçen gün daha da dal budak salıp bulundukları ortamı kirletir, istila eder. Sağlıklı bireylerin beyinlerine nüfuz etmeye çalışır. Virüs gibi görünmez olmasa da insan türüne benzerliğiyle toplumda ayırt edilmesi zordur, virüsten beterdir. Yılan gibidir, fark edildiğinde iş işten geçmiş zehrini zerk etmiştir. Pınar Gültekin kızımız ne ilkti ne yazık ki son da değil. Sadece kadın oldukları için katledilen binlerce hemcinsinden biriydi… Şubat 2015’de bindiği minibüsün şoförünün tecavüz girişimine direnen 19 yaşındaki Özgecan Aslan›ın öldürülmesinin üzerinden tam beş yıl geçti. Kadın örgütlerine göre, o günden bu yana 2 bine yakın kadınımızı koruyamadık her biri insansı yaratıkların cinayetine kurban gitti. 2016 yılında 286’ya gerileyen kadın cinayetleri, 2017’de 349’a, 2018’de 403’e, 2019’ yılında da 416’ya yükseldi. Şüpheli ölümler de eklendiğinde bu sayılar çok daha yükseliyor. Oysaki hükumetin 2011 yılında kadına karşı şiddetle mücadelede gösterdiği kararlı tutumun yanı sıra, Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair 6284 sayılı yasa için hazırlıklar yapılırken konunun yoğun biçimde kamuoyunda gündeme gelmesi etkili olmuş ve son 10 yılın en az kadın cinayetinin işlendiği yıl olarak kayıtlara geçmişti. Demek ki kanayan toplumsal yaraya özellikle iktidarın basması etkili oluyor. Bu bağlamda Pınar kızımızın katli üzerine, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “bu canilerin ve işledikleri bu rezil cinayetlerin bizim medeniyetimizde de anlayışımızda da yaşantımızda da tek bir kum tanesi kadar yeri ve bahanesi yoktur, olamaz. Hep birlikte bu şiddete karşı duracak, bunları millet olarak yeneceğiz. Pınar Gültekin’i katleden caninin hak ettiği en ağır cezayı alacağından şüphem yoktur. Davanın bizzat takipçisi olacak, bir daha asla yaşamak istemediğimiz kadına şiddetin son bulması için Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak ne gerekiyorsa yapacağız” sözlerinin etkili olmasını ümit ediyoruz. 2020’ye ne umutlarla girmiştik. İçişleri Bakanlığı, yeni yılın ilk gününde, 81 il valiliği, emniyet müdürlükleri, jandarma ve sahil güvenlik komutanlıklarına gönderdiği genelge ile kadına şiddetin kökünü kazıyacak önlemleri almıştı. Yeni yaptırımlarla, artık kadına vurmak değil herhangi bir hareket dahi adli olay kapsamına alınmıştı. Şiddet olayından belediye başkanları bile sorumlu tutulacaktı. Kadınlarımıza özel dokunulmazlık getiren genelgede yer alan maddeler arasında bakın neler vardı. Emniyet ve jandarmada sadece kadına şiddet konusunda uzmanlaşan birimler kurulup, valiler, kaymakamlar başkanlığında komisyonların kadına yönelik şiddeti kesintisiz takip etmesi emrediliyordu. Muhtarlar, öğretmenler, aile hekimleri, din görevlileri başta olmak üzere bütün kamu görevlilerine eğitimler verilip, Kadın Acil Destek (KADES) uygulaması yaygınlaştırılmıştı. Şiddet failleri için yurt genelinde elektronik kelepçe yaygınlaştırılması talimatı verilmişti ve şiddet mağdurlarının bilgilerine üçüncü kişilerin erişimi gizlenmeye başlandı. Bu konuda sorumluluklarını yerine getirmeyen belediyeler denetlenip, şiddet mağduruna delil, belge aranmaksızın resen koruyucu tedbirler verilip, hayati tehlikeleri bulunmaları halinde devlet koruması altına alınmaları öngörülmüştü. Fiziki şiddet barındırmasa dahi kadına yönelik hareket adli vaka sayılacak, şiddet uygulayanın ruhsatlı silahı alınıp, cezaevi firarileri ve şiddet uygulayanlar daha sıkı takip edilecekti. Tüm bu ve benzeri önlemlere rağmen toplumumuzda hemen her alanda şiddet devam ettiğine göre artık daha farklı, köklü ve radikal tedbirlerin alınması gerektiği ortadadır. Ama önce her şeyde olduğu gibi, bu yaratıkların beslendiği iklimin, zihniyetin tamamen ortadan kaldırılması gerekir. Bataklık kurutulmadan sivrisineklerle mücadele mümkün değildir. Kadınlarımızın, çocuklarımızın, hayvanların ve doğa katliamlarının kim tarafından, neden ve nasıl yapıldığı tespit edilip, toplumda ifşa edilerek farkındalık yaratılmadıkça, önleyici tedbirler harfiyen uygulanmadıkça, adil yargılama yapılmayıp şüpheli, sanık ve katiller caydırıcı en ağır cezalarla mahkum edilmedikçe, şiddetin her türüne sıfır tolerans uygulanmadıkça, bizler “ahlar, vahlar ve keşkeler” ile inlerken, bu insansı yaratıklar da mutasyona uğrayan virüs gibi, şiddetlerinin boyutunu değiştirerek sürdürecektir. Toplumdaki bu hasta ruhların ıslah edilmesi için ilk adım olarak daha önceki yazımızda ifade ettiğimiz, İstanbul Sözleşmesi’nin ivedilikle en etkin biçimde uygulanması gerekir. Şiddetin her türüyle mücadele, sözle değil özümseyerek, topyekun mücadele ve sıfır toleransla olur. İktidara ya da toplumun bir kesimine ters gelen fikirleri ve yazıları nedeniyle ya da kendi doğru bildiklerini açık yüreklilikle haykırdıkları için suçlanıp cezaevlerinde olanların acilen salıverilip, yerlerine bu insansı yaratıkların kesin tecrit uygulamasıyla bir daha çıkmamak üzere içeri tıkılması gerekir. İktidarıyla, muhalefetiyle tali işlerle iştigal edip, bu hasta ruhları görmezden gelir ya da bu insansı yaratıklara acırsak, günün birinde toplum olarak acınacak hale geliriz.