Can PULAK İnişli çıkışlı, kederli sevinçli, hüzünlü ve tasalı, moralli moralsiz bir yaşamı sürdürüyoruz. Günümüz günümüze uymuyor. Kötü haberler, gelecekten sürekli kaygılar, sağlık sorunları, bıkkınlık-tükenmişlik duyguları, bıraksanız koyverecek insanı, şiddetli yaşam dalgalarında sürükleyecek. Böyle bir ortamda sığınacak sakin bir liman bulamazsanız, olumsuzluklar olumlu yönlerini de etkiliyor kişinin. Şöyle ya da böyle hayat devam ediyor. Acıların ve sıkıntıların da ilacı var. Sabır, daha kötülere bakıp şükretmek, mücadele gücünü ve temponu yükseltmek, her şeyin biz insanlar için olduğunu düşünmek ve sahip olduğumuz değerleri fark etmek gibi...Her şeyin iyi, güzel ve mükemmel olduğu bir ülke yok yer yüzünde. Tıpkı her şeyiyle kötü, sevimsiz ve çirkin bir ülkenin olmadığı gibi. Gazeteci de önce insandır nihayetinde. İyi-kötü tüm duyguları, tüm coşkuları, tüm güzellik ve çirkinlikleri, hayatın belirsiz sürprizlerini, acısını tatlısını o da yaşayacaktır şüphesiz. Ancak içine atmak, gizlemek zorundadır problemlerini. Öyle ya, milletin dert ve sorunlarının peşine düşen, onu sahipsiz bırakmayan, toplumun moralini yüksek tutmaya çalışan bir mesleğin mensubu, dimdik durmalıdır herkesin karşısında. Eğilip bükülmeden, gözyaşı dökmeden, tökezlemeden… Acılarımızı, sıkıntılarımızı geride bırakarak, yeniden doğmuş gibi devam etmeliyiz hayatımıza. Kolay değil ama, yapacak başka bir şey de yok. Güneş her gün yeniden doğuyor, her gün taze bir başlangıç olmuyor mu? Dert ve sıkıntı denizinde kulaç atmaktan yorulmak yerine, yüzümüzü güneşe dönüp,yeni bir enerjiyle atılsak ileriye, daha doğru bir iş yapmış olmaz mıyız? Her şeyden şikayetçiyiz, haksız da değiliz hani ama, hiç iyilik hiç güzellik yok mu çevremizde? Onları da fark etsek ya, belki mağlüp değil berabere bitiririz hayat maçını. Her şeyin bir bedeli var. Gazeteciliğin de, politikacılığın da, işadamının da, askerin de, çalışanın da…Bedelsiz ve risksiz bir hayat yok. Başarının, mutluluğun faturası hem acı, hem de kabarıktır. Bu bedeller ödenmeden başarılı ve mutlu olunmuyor. Siz hiç hayatınızda doğumdan ölüme bir eli yağda, diğer eli balda normal bir insan gördünüz mü? Ya ölümüne çalışacaksınız, ya fark edilen özellikleriniz olacak tırmanış için ya da bir miktar şansınız olacak. Bütün bunlar bir araya gelirse, mutluluğa doğru yola çıktınız demektir. Sanmayın ki hemen mutlu oldunuz, çünkü bu yolun önünde de çeşitli engebeler vardır. Hastalıklar, ayrılıklar, ihanetler, tatsız haberler, iftira ve dedikodular…Neyse moralinizi bozmayayım daha fazla. Her şeye rağmen, tüm mücadelelerine rağmen hayat çok güzel. Tekdüze bir hayat, inişi çıkışı olmayan bir yolculuk tatsız olurdu herhalde. Tüm duyguları yaşamadan geçip gitmek, üzülmeden, sevinmeden, heyecanlanmadan, aşık olmadan, tüm lezzetleri tatmadan yaşamaya, yaşamak denir mi hiç? İmkanlar ve imkansızlıklar savaşında hırpalanmamalı insanlar. Bilmeliyiz ki, iyi imkanlara sahip olanların da çaresizlikleri var. Yani çaresizlikler sadece imkansızlıklar içinde yaşamak zorunda olanların kaderi değil. Belki ülkemizi iyi yönetsek, imkansızlarla yeterli imkanlara sahip insanlar arasındaki büyük uçurumu küçültebiliriz. Aklımızı iyi kullanmalıyız. Her şeyi devletten bekleme alışkanlığından vazgeçmeliyiz. Hoş bizi yönetenler, oyumuzu alabilmek için, çalışmayana da, üretmeyene de gelir dağıtmaya başladılar. Tembelliği teşvik ettiler adeta. Oysa hepimizin çalışması lazım. Hapishaneleri, camileri arttıracağımıza okulları, fabrikaları çoğaltmamız lazım. Üç çocuk-beş çocuk edebiyatıyla nüfusu şişireceğimize, mevcut insanımıza adam gibi bir hayatı nasıl yaşatırıza çalışmalıyız. Asıl dersimiz bu olmalı. İyiliği, güzelliği, zenginliği yakalayabilmek için çok çalışmalıyız. Laf değil iş üretmeliyiz. Ayrıca iyi yaşamaya da hak kazanmalıyız İşsiz güçsüzlerin elinde çok pahalı cep telefonları var, ceplerinde Amerikan sigaraları görüyoruz. Köylerde traktörlerin yerini otomobiller aldı artık. Tarlalar sürülmüyor, köy ekmekleri pişmiyor nicedir. Köylüyü de şehirli haline getirdik. Akşamları elinde Migros-Şok-Bim torbalarıyla evinin yolunu tutuyor köylüler. Köy Enstitülerini kapama cinayetini işledik, yetmedi köy okullarını da kapattık. Şimdi çocukları minibüslerle ilçe okullarına yolluyoruz. Köy okullarına öğretmen göndereceğimize, çocukları şehirlerdeki öğretmenlerin ayağına gönderiyoruz. Buna da akıl diyoruz işte. Çok kötü yönetiliyoruz çok kötü. Sadece bugün değil, dün de kötü yönetildik, geçmişte de iyi yönetimleri çok nadir gördük. Şimdi demokrasiden de sıkıntımız var. Öyle her düşündüğümüzü söyleyemiyoruz, öyle her düşündüğümüzü rahat yazamıyoruz işte. Ülkemizin iyi yetişmiş, donanımlı ve tecrübeli insanları yok artık sahada. Hepsi erken yaşlarda devre dışı bırakılmış. Böyle bir hazineyi yok sayan,tüm zorlukların ilacı olacak böyle bir kadroyu tarihe gömen, yeryüzünde başka bir toplum yoktur herhalde. Neyse moral bozmak yok. Her gecenin bir sabahı, her karanlığın bir aydınlığı vardır. Tıpkı her hastalığın bir doktorunun olduğu gibi…80 milyonu aşmış bir toplumda mutlaka hastalığa çare bulacak doktorlarımız vardır. Var olduğunu görmek için bekleyin biraz… İlkbahar geliyor, tabiat canlanıyor, yeni bir enerjiyle ve inançla silkelenelim artık. Titreyerek değil, silkelenerek kendimize gelelim. Gelecek güzel olacak inşallah…