Yusuf KANLI / Kıbrıs Türk liderliğinin yaptığı belki de en önemli yanlış 24 Nisan,2004 akşamı dönemin Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın Saray Otel tepesinde elini Rum kesimine doğru uzatarak kameralara verdiği “Rumlar tutuncaya kadar barışçıl elimizi uzatmaya devam edeceğiz” açıklamasıydı. Katılıp katılmamak ayrı konu. Talat hayatını belli bir ideolojiye ve o ideoloji gereği olduğunu düşündüğü be hedefe odaklamış, halkının devlet kurmasını “ağlayarak” karşıladığını söyleyebilecek kadar da açık sözlü bir siyasetçi. Bu açıdan dediğinin arkasında duran kişiliğine saygı duyulması gereken bir şahsiyet. Arada bir eleştirsem ve hemen tüm söyledikleri ve icraatını Kıbrıs Türk halkının çıkarları açısından hoş karşılamasam da, tehlikeli görüşlerine ve başarısızlıklarına rağmen Talat Kıbrıs Türk siyasetinde önemli bir çizgidir. Keza, yönetimde bulunduğu sürede yaptığı, yapılmasına imkan verdiği birçok uygulamayla Ferdi Sabit Soyer de sıklıkla eleştirilir. O da siyasetin sol çizgisinde önemli bir köşe taşı olmayı başarmış bir siyasetçidir. Bugün geleneği ve kurumsal yapısıyla Kıbrıs Türk halkının yaşayan en eski siyasi kuruluşu olan Cumhuriyetçi Türk Partisi liderliğinde bulunan Tufan Erhürman büyük gayret gösteriyor. Doğru siyasi kararlara imza atmak, hem Kıbrıs solunu bulunduğu bedbaht durumdan çıkarmak hem de Kıbrıs Türk halkına katkı yapabilmek için gayret gösteriyor. Her ne kadar yöneticiler son zamanlarda pek hoşlanmasa da, siyasi partilerde farklı görüşlerin olması zafiyet değil, iç demokrasinin varlığını, partinin hayatiyetini gösterir. İdeolojiye esir olmadan doğru adımların atılmasında iktidara destek olabilmek küçük siyasetçilerin yapabileceği işler değildir. Son zamanlardaki gelişmeler CTP’nin tekrar güçlenmekte, ivme toplamakta olduğunu sergilemektedir. Erken seçim önerildiği gibi 2 Temmuz’da mı yoksa Ulusal Birlik Partisi’nin arzu ettiği gibi 8 Nisan, 2018’de mi olacak bunu önümüzdeki günler gösterecek. Ok yaydan çıktı bir kere. Eğer ülkenin birinci partisi seçim diyorsa, ikinci parti de tarih farkıyla aynı görüşteyse, bir noktada uzlaşılacak sandık halkın önüne gelecektir. Demokrasilerde sistemin tıkanmamasının en önemli önlemi gerekli olduğu zaman seçime gidebilmektir. KKTC’de seçime ihtiyaç artık acil çığlığı atmaya başlamıştır. Cumhurbaşkanı ile hükümet hemen hiçbir konuda aynı düşünmemektedir. Kamuoyu önünde halk tarafından seçilse de güç ve yetkisini Cumhuriyet Meclisi’nden alan Cumhurbaşkanı ile yine halk tarafından seçilse de halk adına denetleyici, sorgulayıcı meclise karşı sorumlu görev yapan hükümet arasındaki çekişme neredeyse rutin hale gelmiştir. Cumhurbaşkanının son bilgilendirme toplantısına iktidardaki koalisyonun her iki partisinden ikincil düzeyde katılım olması cumhurbaşkanlığı makamının saygınlığı açısından kabul edilebilir bir durum değildir. Kaç gün geçmesine rağmen bu konuda tatmin edici açıklama yapılmaması da üzücüdür. Cumhurbaşkanının “Her halde daha önemli işleri vardı” açıklaması da maalesef haklı ama üzücü ve yakışıksız bir adım oldu. Kamuoyu yoklamalarının ne gösterdiğini henüz bilemiyorum, zaten seçim tarihi bile belli değilken, yani halkın önüne sandık koyulmadan, hangi partinin ne derece başarılı olacağını tahmin etmek çok zor. Ancak kanımca Kıbrıs Türk halkı bu seçimde Türkiye’de 2002’de halkın “Yeter, değişim zamanı” oyu gibi “değişim ve yenilenmeye” oy vermesini oldukça mümkün görüyorum. Nitekim CTP’deki yenilenme belki de bu amaca yönelik bir adımdı. Diğer yandan Toplumcu Kurtuluş Partisi veya Toplumcu Demokrasi Partisi cenahındaki kavga da aynı sebeple ama yanlış kişiler üzerinden devam etmekte gibi görünüyor. Nasıl toplanırsa toplansın bu iki partinin seçim şansı CTP’deki gelişmeler ile orantılı ve bağlantılı olacaktır. Gerek UBP gerekse de Demokrat Parti’de ise ciddi bir yenilenme ihtiyacı ortadadır. Özellikle Halkın Partisi hızla halk arasında sempati toplarken sağın bu iki eski partisinin acil azı önlemler almaması halinde önemli kayba uğramamaları kimseyi şaşırtmamalıdır. UBP’de maalesef ciddi kadro kaybı yaşanmış ancak bu kadro kaybının verdiği imkan olumlu kullanılıp parti yenilenememiştir. Son Cenevre görüşmelerine daha birkaç gün öncesine kadar eleştirilen eski ağır toplardan destekle katılınması partideki ciddi açığı bir kez daha sergilemiştir. Halbuki kadro açısından en zengin pati UBP olmalıydı. Halkın Partisi’nde ise parti içi demokrasiye hassasiyet yanı sıra Kıbrıs görüşmeleriyle ilgili retorik ve sloganlarla konuşmak yerine ciddi, akılcı, tecrübe ve birikime dayalı ama statik olmayan yaklaşımlar içerisinde cumhurbaşkanına sözlü ve yazılı katkı verme çabası halkın gözünden kaçmayacaktır düşüncesindeyim. Hafta sonu bir beyanatında Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı her zamanki gibi “çözüm taraftarı” retoriğinden hareketle, Kıbrıs Türk tarafının çözümden vazgeçmediğini vurgulamış ancak son “enosis” şamarının verdiği uyanıştan dolayı olsa gerek, “bir çözüme ne pahasına olursa olsun gitmeyeceklerini” de söyleme ihtiyacı duydu. Cumhurbaşkanının “Kıbrıs’ta, haklı olduğumuz eşitlik içinde yaşayacağımız bir çözümden vazgeçmiş değiliz. Ancak bunu, her ne pahasına olursa olsun yapacak da değiliz. Haklarımızı, eşitliğimizi, güvenliğimizi, özgürlüğümüzü koruyarak ilerleyeceğiz” sözleri iç rahatlatıcı. Uzun bir süredir devam eden ve bir siyasetçimizin tartışma yaratan “çözüm dilenme” tanımıyla eleştirilen “Aman çözüm, hemen çözüm” siyaseti ile çözüm gelmeyeceğinin anlaşılması olumlu bir gelişme. Kıbrıs görüşmeleri kim ne yaparsa yapsın, en erken Mart 2018’e kadar, eğer seçim Nisan 2018’e karar verilirse belki o tarihe kadar, derin dondurucuda. Görüşme yapılsa da, artık Şubat cumhurbaşkanlığına odaklı davrandığı son “Enosis”i anma kararıyla da ortaya çıkan Rum liderliği, Nisan’da Türkiye’de referandumu ve seçim tartışmaya başlamış KKTC iç siyaseti ile hiçbir ilerleme sağlanamaz. Artık “Her ne pahasına çözüm” olamayacağı gibi, “Hemen çözüm, şimdi çözüm” acullüğüne da gerek yoktur. Son “Enosis” anma gelişmesi garantörlüğün devamının ne derece önemli olduğunu sergilemesinin ötesinde, düzgün yapılmayacak bir Kıbrıs anlaşmasının çözüm değil savaş getirebileceğini sergilemedi mi?