Yusuf KANLI Yıllar geçiyor. Sesi kulaklarda. Vasiyeti yüreklere kazınmış. Özlüyoruz, hem de çok. 13 Ocak 2012’de ebediyete yürüdü koca çınar… Özlüyoruz be başkanım, çok özlüyoruz. Makamında birisi oturuyor, boş ver makamı, uğruna bir ömür harcadığın Kıbrıs Türk devletini yıkmayı kendine amaç edinmiş. Beş yılda başaramadı, ikinci bir beş yıl istiyor. Hangi zincirlerin kırıldığını, ne sarp ve meşakkatli mücadelelerin verildiğini, onurlu yaşam ve kendine ait ortaklık haklarını korumak için sakınmadan hayatlarını veren, kanlarını döken evlatlarını unutup, devletini yıkıp Rum’a yama olmayı kabul edebilenlere karşı gür bir ses şart oldu. Uğruna Ağrı’dan Toros’a tüm TMT kadrolarının, mücahitlerin, mücahit ailelerinin, kısaca Kıbrıs Türkünün tümünün on yıllar harcadığı şanlı direnişin, mücadelenin ürünü; dökülen şehit kanlarıyla hayat bulan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti korunmalı, yaşatılmalı, gönendirilmelidir. Ölüm yıl dönümünde duyuyorum ben Denktaş’ın son vasiyetini… “Onlara söyleyin burası bağımsız bir Cumhuriyet'tir.” Onlar dediği kim? Kıbrıs Rumları mı sadece? Maalesef hayır. Toros’un, Denktaş’ın makamında oturup, devleti Rum’a peşkeş çekip, Kıbrıs Türkünü Rum devletine bazı azınlık haklarıyla yama yapıp, üniter yapıda federal bir düzenlemeyle (nasıl olacaksa) Kıbrıs sorununu çözmek amacındaki Akıncı ve diğerlerini de hedef almıyor mu bu vasiyet? 13’ü ölüm, 27’si doğum günü Denktaş’ın. Nur içinde ve rahat uyusun. Kıbrıs Türk halkının mirasına sahip çıkacağına, KKTC’den, bağımsızlıktan asla ödün vermeyeceğine kesinlikle eminim. Nur içinde yat Türk ulusunun son büyük lideri. Kıbrıs Türkleri yakında tekrar sandık başına gidecek, “Yeter artık, bitsin bu pespayelik, işgüzarlık, teslimiyetçilik” diyecek, Denktaş’ın koltuğuna, Toros’a yakışan bir lider getirecektir. Getirecektir ama siyasilerin de yardımcı olması gerekmez mi? Ulusalcı cenahtan beş aday çıkacak gibi görünüyor. Halen “bağımsız” aday olarak Halkın Partisi lideri ve Dışişleri Bakanı Kudret Özersay adaylığını açıklamış durumda. Yeniden Doğuş Partisi lideri Erhan Arıklı 20 Ocak’a kadar adaylığını açıklayacağını söylüyor. Demokrat Parti liderliğinden ayrılan ve o adımı attığı günden bu yana hakkında aday olacağı iddiaları dolaşan ama henüz “Adayım” diye de bir açıklama yapmayan Serdar Denktaş da aday olabilir. Her zaman her konuda hem fikir olmasa da büyük liderin oğlu ve kardeşim olarak gördüğüm Serdar Denktaş elbette ki aday olma hakkına herkes kadar sahip, ama iyi mi olur düşünmek gerek. Ve tabii bir zamanlar “Ben başbakan olarak kalacağım” diye konuşan ama partisindeki “Biz büyük partiyiz, Denktaş’a karşı bile aday çıkarttık, şimdi niye aday olmayacak liderimiz? Bizim hakkımız cumhurbaşkanlığı” diye biraz şişirilmiş özgüven biraz da siyasi kibir sorununu aşmak kolay değil. Defalarca cumhurbaşkanlığını istemediğini ama aynı zamanda da isteyebileceği ikileminde kalan Başbakan Ersin Tatar’ın nihai tutumu sağdaki fotoğrafı netleştirecektir. Bugünün siyasi konjonktüründe kim sağcı, kim solcu tabii ki tartışma götürür. Konulara nasıl bakıldığı, nerede durulduğu kanımca daha önemli. “Adada çözüm ne olmalı?” sorusuna kim ne cevap verdiği, siyaset yelpazesinde nerede durduğundan daha önemli değil mi? “Bu çözüm nasıl sağlanmalı? Türkiye bu çözümün neresinde” soruları daha anlamlı değil mi afaki ve romantik sloganlarla, şişe dibinde siyaset yapmaktan? “Güçlü hükümet, uyum içerisinde devlet, Ankara ile ahenk” ne anlama gelir? Sevelim veya sevmeyelim, bir gerçek durumu göz ardı edemeyiz. Kuzey Kıbrıs bazı arkadaşların çok sevdiği Rum kardeşleri nedeniyle on yıllardır ciddi bir ekonomik, sosyal, sportif ve hatta eğitim ablukası altında. Kafası karışık arkadaşlar sanki sorun 1983’de başlamış gibi “KKTC ilan edilmeseydi böyle olmazdı” gibi akıl almaz bir iddia içerisinde. Doğaldır, bunlar bu devletin başında olduğu zaman bile KKTC ilanına ağladığını söyleyebilen bir mantalitenin evlatları. Maronitlerin sıkıntısı, yaşadıkları sorunlar önemli bu arkadaşlara göre ama Kıbrıs Türkü Ruma yama olup tüm haklarını onların insafına terk etmesi pek ehemmiyetsiz, hatta eften püften şeyler. Hadi canım sende! Bu uluslararası yalnızlık ve ablukalar Kuzey Kıbrıs’ta Türkiye bağımlı bir ekonomi yaratmıştır. Tek hibe ya da borç veren Türkiye ise doğru değerlendirme içinde olmak lazım. Şimdi solcu arkadaşlar diyorlar ki eğer Kıbrıs batmaz bir uçak gemisi ise, Türkiye stratejik çıkarlarını Kıbrıs Türkünün arkasına sallanarak koruyor, garanti altına alıyor ise, o zaman bu işin. Faturasını da ödemeli, Kıbrıs Türküne bonkörce finansal destek vermeli. Yani aslında bu bir kira ödeme olayı gibi bir şeydir. Kaşları kaldırmayın… Bu algı, takıntı, aymazlık ne derseniz deyin var mı Kıbrıs Türk solunda? Var. Enteresan bir şey ama sağda da durum aşağı yukarı aynıdır. Cehaletin doğurduğu, siyasi sığlığın desteklediği, entelektüel fukaralığın sonucu belki ama sağ cenahın önemli bir kesiminde de “Biz Türkiye’nin ileri karakoluyuz. Türkiye öder, biz yönetiriz” anlayışı yok mu? Kısaca sorun ne sağda ne de solda, mesele KKTC’nin ne kadar bağımsız olmasının istendiğinde ve bunun için ne gibi adınlar atılacağında. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının birçok politikasını eleştiren birisi olarak Kıbrıs siyasetinde oldukça başarılı ve doğru olunduğunu, hele Doğu Akdeniz siyasetinin geç kalmış olsa da son derece isabetli bulmam kimseyi şaşırtmasın. Çok uzun süredir yapısal reformlarla KKTC’nin kendi kendine yeterliliğini artırma amaçlı arada sırada bir uygulanan çoğu zaman da siyasi kısa görüşlülükle bir kenara itilip unutulan bir reform programı var. Maliye Bakanlığı dönemindeki program uygulama başarısı Tatar’ın yıldızını parlattı. Onun kadar her siyasetçi gayret gösterse eminim KKTC bugün daha iyi durumda olurdu. Şimdi, KKTC’de güçlü bir iktidara ihtiyaç var. Ankara siyasi koridorlarında son görüşmede de Tatar’a iyi değerlendirme yapması tavsiye edilmiş. Günün sonunda eğer imzayı atan başbakan başka bir siyasi hedefe yürüyor ve seçilse de seçilmese de seçim sonrasında başbakan koltuğunda oturmama ihtimali varsa, Türk vergi verenin parasını boşa harcamak doğru olur mu? Sorun ne varlığı nasıl inkar edilir anlayamadığım bet ofisler ne de, aklın alması zor, TC elçiliğinde KKTC hükümetine oyun oynayan bir görevli konusudur. Bir cumhurbaşkanı sabah-akşam Ankara ile gerginlik içerisinde olması mümkün değil. Bir iktidarın nereye gideceği belli olmadan, uygulayacağı garanti edilemeyen bir siyasi ajandayla destek alabilmesi de mümkün değil. * * * Teşekkür: Pazar olmasına ve sabah 9’dan akşam 5’e kadar M4D Medya Konferansı’nı gerçekleştirdik. Yoğun bir program öngörmemize rağmen ilk oturumdan son oturuma kadar tüm salonların tıka basa dolduran 180 civarındaki meslektaşımız, Türkiye Gazeteciler Konfederasyonu Başkanı Nuri Kolaylı, büyükelçiler ve yabancı elçilik temsilcileri, Türkiye Gazeteciler Sendikası Başkanı Gökhan Durmuş, İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Misket Dikmen ve Anadolu’nun dört bir yanından gelen cemiyet başkanları, hem ekibimizin başarılı organizasyonunu hem de konuklarımızın, meslektaşlarımızın basın özgürlüğü konusuna verdikleri önemi sergiledi. Tüm katılımcılara M4D direktörü olarak teşekkür ediyorum. Bu Konferans sırasında Basın Onur Ödülü’nü sunma şansı bulduğumuz Gazeteciler Cemiyeti beşinci başkanı (1960-61) duayen gazeteci Altan Öymen’e özellikle saygı ve sevgilerimizle teşekkürlerimizi sunuyorum.