Utku ŞENSOY Başlığımızdaki kelimeyi kasıtlı olarak bitişik yazdık. “İkiyüzlü” kelimesini bir sıfat, bir insanın niteliklerinden biri olarak kullandığımız için böyle yazdık! Yani bir insanın hal ve davranışlarından yola çıkıp, “ikili oynayıp, yanar-döner oluşuna, tutarsız söylem ve davranış içinde” olduğuna vurgu yapmak amacıyla dile getirdik bu başlığı. Kısaca, bir söylediğinin bir söylediğini tutmadığına dikkat çektik, bu niteliklerinden dolayı da sıfat olduğu için yazım kuralı gereği bitişik yazdık. Bu gizemli, kinaye dolu upuzun girizgahta aslında kimden söz ettiğimizi çok iyi anladınız. Bu günlerde dünyanın herhangi bir yerindeki insanlara “sizce en büyük ikiyüzlü kim” diye sorsanız açık ara Donald Trump ya da ABD yanıtını alırsınız! Asla ucuz “Amerikan karşıtlığı” ya da “anti Trump” söylemleri peşinde koşturanlardan değiliz. Gelmiş geçmiş tüm Amerikan Başkanlarını anımsayın; Demokrat Bill Clinton, Cumhuriyetçi George W. Bush, Demokrat Barack Obama ya da Cumhuriyetçi Donald Trump… Hemen hepsinin ABD iç siyasetindeki etkileri ya da uluslararası arenadaki genel tavırlarından ziyade, Ortadoğu’ya bakış açılarını, Ankara ile ilişkilerini, Türkiye’ye biçtikleri rolü, yüklemeye çalıştıkları görevleri ve bize yönelik eylemlerini düşündükçe insanın tüyleri diken, diken oluyor. *1 Ekim 1992’de NATO tatbikatı sırasında Saratoga uçak gemisinden ateşlediği 2 Sea Sparrow güdümlü mermisi ile savaş gemimiz Muavenet’i köprü üstünden vurup 5 denizcimizi şehit eden “stratejik ortağımız”! *4 Temmuz 2003’te ABD bağımsızlık gününde, Türk Özel Kuvvetleri’nin Süleymaniye’deki karargâhını basıp askerimizin kafasına çuval geçiren “müttefikimiz ABD”! *İçinde bulunduğumuz ayın başında Irak›tan Suriye›deki terör örgütü YPG/PKK işgalindeki bölgeye 300 tır dolusu askeri ve lojistik destek sevkiyatı gerçekleştiren “kadim dostumuz ABD”! *Son olarak da 11 Ekim 2019’da, güney sınırımıza çöreklenen teröristleri temizlemek üzere Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sınır ötesinde başarıyla yürüttüğü Barış Pınarı harekatında köşeye sıkışan kalleşlerin Şanlıurfa’nın Akçakale ilçesine attığı havan vb. tüm mühimmatları “dostumuz Beyaz Saray’ın” emriyle terör örgütü PYD-YPG/PKK’ya veren Amerikan ordusu! Bunlar bir çırpıda aklımıza gelen Atlantik ötesindeki “dost ve müttefikimiz ABD” nin ikiyüzlülüğünden sadece birkaçı… Bu nasıl bir stratejik ortaklık? Bu mudur dostluk? demekten kendini alamıyor insan. Hatta senin “dostluğun batsın” da diyenlerin haklılık payı olmadığını mı düşünüyorsunuz? Aslında tüm bu yaşadıklarımız bizim için sürpriz olmadı. ABD eskiden olduğu gibi bugün de kendi çıkarları için ortalığı ateşe vermekten, on binleri derin acılara gark etmekten zerre kadar yüksünmeyen, duygusuz, acımasız bir emperyalist güç! Bakmayın dolarlarının üzerinde “in God we trust” (Tanrıya güveniriz) yazdığına, onların dini imanı paradır! Enerji, petrol benzeri çıkarları için koskoca bir bölgeyi ateşe atmaktan çekinmezler. İyi de Washington bu kadar kötü de Moskova, Tahran, Avrupa Birliği ya da Arap Birliği çok mu iyi? Berlin, Paris, Londra çok dostane bir tavır içindeler mi? Geçmişte yapılan hataları bir kenara bırakalım, bugün vatanımızın, sınırlarımızın, yurttaşlarımızın güvenliğini ve kendi toprak bütünlüğümüzü sağlamak için, bıçak kemiğe dayandı ve haklı davamız için terör unsurlarını temizlemeye yönelik Barış Pınarı harekatına kalkışmamızın ardından, “sözde dostlarımızın” gerçek yüzünü bir, bir görmeye başladık. “KENDİSİNE YARDIM”(SELF HELP) Kanımızca ipe sapa gelmez tüm bu açıklamalara verilecek tek bir yanıt var; O da uluslararası hukuk! Oradaki söylemimiz “meşru müdafaa” dan ziyade, “kendisine yardım” dır. (self help) Biraz daha açacak olursak, son günlerde sıkça gündeme gelen, meşru müdafaa hakkı veren Birleşmiş Milletler Antlaşmasının 51. Maddesine ne denildiğine bakalım: “BM üyesi bir devlete karşı silahlı saldırıda bulunulduğunda, uluslararası barış ve güvenliği korumak amacıyla Güvenlik Konseyi gerekli tedbirleri alana kadar saldırıya uğrayan devletin tek başına veya müştereken kuvvet kullanımına başvurabileceğini öngörmektedir”. (BM Antlaşma, 1945: Md. 51) 51. maddede meşru müdafaa hakkına dayanılarak alınan önlemlerin derhal Güvenlik Konseyine bildirilmesi gereğini de unutmayalım. Ancak Suriye özelinde ülkemize güneyimizden saldıran güçlerin yani tehdit unsurunun “bir ülke olmayışı” bu maddeyi işletmemizi mümkün kılmıyor. Sınırımızın hemen yanı başındaki potansiyel terör tehdidine karşı farklı bir yol izlemek lazım. Burada 18 yıl önce, 11 Eylül 2001 tarihinde, El-Kaide terör örgütüne bağlı teröristlerce kaçırılan uçaklarla Dünya Ticaret Merkezi ve ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’a yönelik intihar saldırılarının ardından Washington’un uygulamaya koyduğu “terörle mücadelesi” örnek gösterilmelidir. ABD, 2 bin 996 vatandaşını yitirdiği bu saldırıların ardından “Hayatı İdame” (Survival), “Kendi Başının Çaresine Bakma” (Self Help) ve “Adalet, Düzen ve Huzuru Sağlama” (Statism) ‘i yani 3S kuramını dünyanın dört bir yanında farklı biçimlerde fiilen devreye soktu. Biz de vatanımızın bütünlüğü ve yurttaşlarımızın güvenliği için, yaşamsal öneme sahip güney sınırımızda bu kurallardan “kendisine yardım” ya da bir diğer deyişle, “Kendi Başının Çaresine Bakma” (Self Help) ‘ i devreye soktuğumuzu ilan edip, omurgalı duruşumuzu ve kararlılığımızı sürdürmeliyiz.