Taner DEDEOĞLU / Televizyon yayıncılığı, İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaygınlaşmaya başlarken, Türkiye bu teknolojiden uzak kalan sayılı ülkeler arasındadır. Dünya renkli yayına geçerken, Alman Stüdyo Hamburg’un elindeki kullanılmış siyah-beyaz malzemeyi hibe olarak göndermesi ile ‘sihirli kutu’ bizi de içine çeker. Türk televizyon yayıncılığı, yarın kırk dokuz yaşını dolduruyor. 31 Ocak 1968 günü yardım malzemeler ile tek devlet kanalı olarak başlayan televizyon yayıncılığımız bu gün en gelişmiş teknik ve yüzlerce özel kuruluş kanalları ile yaşamımızda önemli bir yer tutuyor. Üzerinden yarım asır geçen televizyon yayıncılığımızın ilklerinden bir konuğumuz var bu hafta. Kuruma ‘operatör’ kadrosuyla giren ve müdürlükten emekli olan Bengü Sertalp ile Zaman Tüneline giriyoruz. Müzik dünyamızın ünlü isimlerinden orkestra şefi Orhan Sezener’in Berrin Gülçin Tecer ile yaptığı evliliğinden ilk çocukları olarak 1951 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiş Bengü Sertalp. Balerin Şule Sezener ve tiyatro sanatçısı Tolga Tecer’de kardeşleri. Liseyi Üsküdar Türk Kız Kolejinde yatılı okuyan Bengü Sertalp, mezuniyetten sonra ailesinin yanına, Ankara’ya gelir. Sohbetlerin güncel konusu ‘televizyon’ onun da ilgisini çekmektedir, peş peşe açılan sınavlardan birisine o da katılır. Bengü Sertalp o dönemi şöyle anlatıyor: “Meslek anılarımız denilince anlatmaya; Mithat Paşa Caddesinde 47 ve 49 numaralı binaların zemin katlarının birleştirilmesi ile elde edilen ‘yayın merkezi’, Alman Hükümetinden yardım olarak gönderilen kullanılmış malzemeler, hayatında televizyon izlememiş yüzlerce personel ve adını dahi duymayan milyonlarca izleyici ile işe başlamak gerek diye düşünüyorum… Şimdi gülerek anlattığımız olayların o günlerde, türlü imkânsızlıklar ve yayın stresi ile birlikte yaşandığını da mutlaka hatırlayınız. Bir kutudan ses ve görüntü geleceği söylentisinden başka bir şey bilmiyoruz. Personel alınacağı ve sınavlarla ilgili duyurular üzerine ben de başvuru yaptım. Ben 1967 yılı sonlarında kuruma girdim, benden önce alınan arkadaşlar kurslara katılmışlar hatta eğitim için yurt dışına gidenler dahi olmuş. Dönemimizde işe giriyorsunuz ama kadrolar net değildi,‘operatör’ olarak giriyorsunuz, ilgi ve becerinize göre kadronuz ileride belli oluyor. Ben de böyle başladım, Telesine, yani televizyonda film gösteren makinayı kullanan eleman oldum. 31 Ocak gecesi, Resim Seçici Şenel Çarkacı idi, ben telesinede idim, akıştaki iki belgesel ve bir çizgi film bu makineden yayına verildi. O günlerde seyirciyi çıldırtan ‘Lütfen Bekleyiniz’ yazan arıza diası da bu makineden ekrana gelirdi. İlk gece Televizyon Daire Başkanı Mahmut Tali Öngören’in açış konuşması sırasında beş dakikaya yakın arıza yaşandı ve ekrana dia ilk kez veridi. BUKLE ATMAK Televizyon yayını haftada üç gün olarak başladı, kayıt cihazımız olmadığı için yayınlarımız canlı oluyordu… Yabancı film ve belgesellerdeki öpüşme veya yatak sahnelerine bu makine üzerinde denetim yapılırdı. Minütaj tutulur, ‘kötü’ sahne geldiği zaman ekran karartılır, bittikten sonra da yayına devam edilirdi. Bu makinede üzerine takılı filminde belirli bir esneklikte olması gerekiyordu. Kenarlarındaki delikleri dişli makaralar arasından gelen film, okuyucu bölüm önünden geçer ve görüntü elde edilir. Bu dişliler arasındaki esneklik çeşitli nedenlerle bozulursa film gerilir ve kopar. Telesine operatörü, bu nedenle yayın süresince başında olur, filmde istenilen bolluk olmazsa bir kalem araya sokularak esneklik kazandırılır buna da ‘bukle’ atma denilirdi…” Yardım malzemeleri ile kurulan televizyona, ihtiyaca ve teknik gelişmelere göre yatırım da yapılmaya başlanılır. Bengü Sertalp ilk resim kayıt cihazı ile yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Televizyonun ilk yıllarında yayın akışı doğrultusunda hep prova uygulamaları yapardık. Üç saatlik yayın için altı yedi saat provamız olurdu. O dönemde canlı yayınlanan, hata götürmeyen dramalar vardı. Devlet Tiyatroları sanatçıları rol alırdı, Arsal Soley, Gürol Gökçe, Güner Sarıoğlu, Erdoğan Ersever de yönetirdi. Biz teknik ekip de soğuk, sıcak provaları izler, nerede ne yapacağız, nasıl yapacağız öğrenirdik ve yayına girerdik. Yayına kadar çok gerilirdik ama düzgün çekim planları, detaylı kamera kartları ile teknik arıza dışında hiçbir engelimiz olmazdı. YENİ CİHAZLAR GELİYOR Ne yazık ki televizyon tarihimizin sanat eserleri diyebileceğimiz bu ilk yıllardaki çalışmalar günümüze kadar gelemedi. Bunlar yayınlandı ve bitti, çünkü ‘Resim Kayıt Cihazı’ kuruma 1971 yılında geldi. 2 inç Ampex marka tek bir kayıt cihazı geldiği için de her şey kaydedilmedi, örnekleme yapıldı. Markasından dolayı cihazın adı aramızda ‘Ampex’ kalmıştı. O kadar dikkat etmemize rağmen yine arıza yaşadık. Daha çok yeni iken yaşanan bir arıza için mühendisler geldi, cihaz söküldü falan, sonunda hava filtresi gibi çok basit bir şeyden dolduğu anlaşıldı, temizlendi çalıştı. Yönetim hemen önlem aldı, odaya terlikle girildi ve burası da günde üç defa paspas yapılmaya başlandı. Bu dönemlerde bir de yayın odası kuruldu. Örneğin, dizinin jeneriğini reji masasından başlatırsınız, devamını yayın odasından yürüteceğiniz için otuz-kırk saniye içinde yer değiştirmeniz gerekiyordu. Bu durumlarda, ‘koridoru boşaltın’ diye bağırırdık, arkadaşlarımız da bildiği için kenara çekilir, yol açarlar, görevlilerde ‘yayın kurtarma koşusu’ yaparlardı. Bu gün gülünebilir ama bunları yaptık… Haberlerde, yayın sırasında görüntü gireceği zaman farklı bir çalışma tekniği vardır. Spikerin okuduğu metin sizde de olduğundan, filmin gireceği yerden geriye yedi kelime sayılır ve spiker oraya gelince siz, ‘Telesine başla’ komutu verirsiniz. Böylece sözün bittiği yerde görüntü girmiş olurdu. Aksi halde, parodilere de konu olan, spikerin elinde kâğıtlarla oynaması ve kameraya baka kalma sahnesi yaşanırdı.” HABERLER SAATİNDE BAŞLAR! Bengü Sertalp televizyonun ilk yıllarında en çok izlenen haber yayınında yaşadıklarını da şöyle anlatıyor: “Halkımızın haber saatine radyo yayınında başlayan ilgisi televizyonla da sürdü. Zamanında başlayamayan veya yayını kesecek her hangi bir aksaklık, kamuoyunda değişik yorumlanabilirdi. Otuz- kırk sayfayı bulan bültenler, son an gelişmelerini düşünürsek, yayına otuz kırk saniye kala stüdyoya gelirdi. İlk birkaç haberin metninin geldiği yayının başladığı, devamının sonradan yetiştiği hatta yayın anında bile bültene ekleme-çıkartma yapıldığı, spikerin önüne son anda metin verildiği de çok yaşanan olaylardı. Ben 1970 yılında Resim Seçici oldum, bir nöbetimde yönetmen Barbaros Aykol, elinde otuz kırk sayfalık bülten ile stüdyoya geldi, spiker metni stüdyodaki Zafer Cilasun’a iletildi, diğer metinlerle rejiye girerken ayağı tökezledi ve elindeki kâğıt tomarı havaya saçıldıktan sonra etrafa dağıldı. Bu sahneyi gören merhum Barbaros sinir içinde reji bıraktı ve gitti… Haber jeneriği ekranda, yayını başlattım, arkadaşlar el birliğiyle kâğıtları topladı, durumu Zafer Cilasun’a kulaklığından anlattık, ‘sen elindeki sırayla git, biz seni yakalayacağız’ dedik ve hallettik ama bir de bize sorun… Reji masasında yönetmen ve resim seçici yan yana oturur, haber yönetmeni İnci Süer ile yayına başladık. Her şey çok iyi giderken bir anda İnci üzerime yığıldı kaldı, bayıldı. Ben ‘İnci’ye bakın’’ diye arkadaşlarımdan yardım isterken yayın sürüyordu, onu da sorunsuz atlattık.” TELESAFİR Kullanılmış malzeme ile sürdürülen yayında teknik arızasız da gün geçmez. Seyircinin ekran, çalışanların da yayın zevki hep teknik arıza ile kaçmaktadır. Bengü Sertalp anlatıyor: “Sevgili Halit Kıvanç, Bildiklerimiz, Gördüklerimiz, Duyduklarımız adlı yarışma programını sunuyor, o zaman ‘rating’ yok ama izlenme rekoru kırdığı bir gerçek! Televizyonu olmayanların, komşularına gittiği ve Halit Ağabeyin de bunlara ‘telesafir’ adını verdiği günler. Üç kameramız var yayın sırasında ikisi arıza yaptı, tek kameraya kaldık. Yarışmanın yarıda bırakılması mümkün değil, o gün bitmesi gerekiyor. Rejiden stüdyo şefine ‘Halit Bey seyirciyi oyalasın’ talimatı verildi. Teknik ekip stüdyoya girdi, kameraları onarırken, Halit Ağabey’de tek kameradan on dakikaya yakın seyirciyi oyalamıştı… İlk yıllardan aklımda kalanlar arasında; Uğur Dündar-Müjdat Gezen, Altan Erbulak-Metin Serezli parodileri, Ali-Ayhan İkilisi(Ali Özoğuz-Ayhan Ahıskal) Cenk Koray, gibi ekran ünlüleri ile yaptığımız çalışmalar var. 1971 yılında iki naklen yayın aracı geldi kuruma. Birisi Orkut Stüdyoya kuruldu, buradan program kaydına başlandı, bu bizi çok rahatlattı. Bu dönemde, Akdeniz Oyunları, Birinci İstanbul Festivali, Nüfus Sayım Günü gibi özel yayınlar gerçekleştirdik. Daha sonra en yeni teknoloji ile donatılan stüdyolarımız oldu…” REKLAM YAYINLARI TRT televizyonu 1973 yılında ‘Reklam’ yayınlamaya başlar. Bengü Sertalp’in üç-beş dakikalık kuşaklar halinde yayınlanan reklamlarla ilgili anısı da şöyle: “İki tür reklam vardı, birisi hareketsiz görüntülerdi. Bir karton üzerine yapılmış çalışmalardı, on saniye ile sınırlı idi, özel sehpasına konulur, kamera ile kayıt yapılırken, spikerde onun metnini okur ve o karton da çok kısa sürede alınıp yerine yenisi konurdu. Bu çalışma sırasında titreme olmaması gerekiyordu ama hep de titrerdi. Otuz saniye süreli hareketli 16 mm filme kaydedilmiş görüntülerde kuruma hazır gelir ve yayınlanırdı. Bir gece resim seçici olarak nöbetteyim, haberler bitti, reklamları vermem gerekirken, ondan sonra yayına girecek olan Görevimiz Tehlike adlı diziyi başlattım… Hepimiz şoktayız, büyük sorun, reklam sözleşmesine göre üç dakika kadar bir gecikme hakkımız var, zamanında yayınlanamayan reklamlar için kurum geri ödeme yapacağını sözleşmeye koymuş. Jenerik başladı, diziyi bilenler hatırlayacaktır, zenci adamın duvara dayanarak bir ateş etme sahnesi vardır, bunu kafamdan tespit ettim, iki dakika kadar olmuştu, orada kestim, reklama girdim ve arkasından diziye devam ettim. Kurumdan para çıkmadı ama bu bir hataydı… Bu gün dizi başlarında yapılan reklam yayını uygulamasını ben yıllar önce yapmıştım yani… Biz çok sıkıntı çektik, bu güne bakınca çok ilkel şartlarda çalıştık ama zevki de bir başkaydı, şimdi bu kadar zevk alındığını sanmıyorum. EĞİTİME GEÇİYOR 1977 yılında kurulan Eğitim Merkezine geçtim, bundan sonra genç arkadaşlarımın yetişmesinde görev aldım. Stüdyo Hamburg’dan uzmanlar geldi, önce bizleri eğitti, sonra yurt dışına gittik. İlk tarihi stüdyomuz renkli yayın için eğitim yeri oldu, burada arkadaşlarımızı eğitime aldık. Renkli sistem ile ‘Türkiye’den Mektup Var’ diye her hafta bir dizi program yaptık. Neslihan Gence, Nazif Arda yönetmenlerimizdi, Alman ZDF ye gönderiyorduk. Bu programlar oradaki soydaşlarımız için yayınlanıyordu, hatalarımız da bize bildiriliyordu. ” Bengü Sertalp, Daha sonra Prodüksiyon Müdür Yardımcılığı döneminde de yayın da görev alır. 1997 yılında Hafta içi günaşırı gece yayınlanan ‘TRT FM’ adlı televizyon programının yönetmeni olur. Sertalp, Program Müdür Yardımcılığından sonra da kurumdaki yeniden yapılanma ile Prodüksiyon Kaynakları Müdürlüğüne getirilir.” ARTIK EMEKLİ Severek yapınca tabi işten de fayda görüyorsun, diyen Bengü Sertalp şöyle konuşuyor: “Kuruma kırk yıl emeğim var, çok personelin yetişmesine katkım oldu, hayatım orada geçti, yorulduk artık, şimdi emekliyim. Bu günle o günleri mukayese edemiyorum, şimdi her şey çok kolay, oturduğun yerden kurgu yapabiliyor, telefonunla yayına girebiliyorsun. Bu gün dünya da gelinen nokta bu, mecburen böyle olacak ama biz heyecanını ve keyfini yaşadık diye düşünüyorum. Şunu da açıklayayım, devlet dairesinde yönetici olmak için çok başarıl olmanız gerekmiyor, diploma denilen bir kâğıda ihtiyacınız var. Lise mezunu olarak girdiğim kurumda bu engeli görünce Açık Öğretime devam ettim ve diplomamı aldım. Prodüksiyon Kaynakları Müdürlüğünden emekli oldum” Bengü Sertalp 1975 yılında çalışma arkadaşı Erol Sertalp ile yaşamını birleştirir, çiftin oğlu Evren de iletişim konusunda akademik kariyer yapıyor.
Editör: TE Bilisim