Mehmet Necati GÜNGÖR Bir tarafta İnce “ip inceldiği yerden kopsun” modunda. Bir taraftan Kalın, “Bu güne kadar hep başkalarının yazdığı hikâyeleri dinledik, Bundan böyle kendi hikâyemizi yazacağız” diyerek ayrı bir başlık açtı. İnce’nin ne yaptığına, ne yapacağına anlam veremiyoruz. Partisi iktidar kurultayı yaparken o bölmeye çalışıyor. Gerçi, aldığımız bilgiler bu yönde değil ama, yine de niyetinin iyi olmadığını söylemek isteriz. Arkadaş, Partin seni Cumhurbaşkanı adayı yaptı. Arkanda durdu. Bütün teşkilâtlar, bizler senin için meydanlara çıktık. Cevabın bu mudur? Vefa ahlâkın buraya kadar mıdır? Üstelik, o gece çıktın “Adam kazandı” dedin, meydanı rakibine bıraktın. Peki, İmamoğlu öyle mi yaptı? Rakibi "ben kazandım" derken, o aksini iddia ederek yolunda yürüdü ve iki defa kazandı o seçimi. Siyaset, önce para, sonra da iddia işidir. Parti kuracak parayı nereden buldun? Ya da kim verdi? Bu sorular cevabını bekliyor. Kalın kardeşimiz başkalarının yazdığı hikayelerden rahatsızlık Duyarken, bizim aklımıza hemen Kurtuluş Savaşımız ve Cumhuriyete giden yolun, o kahraman gazilerimizin ve şehitlerimiz hikâyeleri geldi. Yani, o şehitler, o gaziler anlamsız bir hikâye uğruna mı gittiler? Gazi Mustafa Kemal Atatürk hangi hikâyeleri yazdı da beğenmedin. Kendi hikâyenizi yaşayarak görüyoruz zaten. Farklı bir hikâye yazacaksanız yazın da cahilliğimizi anlayalım. Ya hu arkadaş bu ne anlayıştır? Bu nasıl bir okumadır? İnsaf diye bir hikâye de var ama, galiba okumamışsınız.

AYASOFYA TAŞINMAZ

Mehmet Necati GÜNGÖR Ayasofya, dünya müzeciliği ve UNESCO açısından dünyanın ortak mirası kabul ediliyor. ANAP döneminin Sağlık Bakanı, AKP’ye yakınlık duyduktan sonra tarifleri de değişmiş galiba. Sultanahmet semtindeki Tapu-Kadastro binasının boşaltılarak eşyalı Ayasofya haline getirilmesi teşebbüsünü yerinde bulmuş. Şöyle bir paylaşımı var: “HÜRRİYET’te dün, Sultanahmet’teki tarihi tapu binasının Ayasofya Müzesi olacağı yazıldı. Çok güzel bir girişim. Sahip olmanız gereken bir Bizans-Doğu Roma müzesine ilk adım olur. İbadete tekrar açıldığında “İçim acıdı” diyen Papa, İstanbul’u işgal ettiklerinde yağmalayıp Vatikan’a götürdükleri tarihi ve dini eşyaları bu müzeye vererek ‘tarihi suçundan’ doğan günahını bir nebze olsun affettirip içini yumuşatabilir.” Ayasofya’nın kendisi ünik eserdir. Bu eserin içindeki ve dışındaki eserleri başka bir binaya taşıyarak Ayasofya Müzesi yapılabilir mi, onu arkeologlara sormak gerek. Bu olay bana, Kültür Bakanlığı döneminden tanıdığım Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürü Hikmet Gürçay’ı hatırlattı. İyi bir müzeciydi. Hatta, CHP’li olarak bilindiği halde AKP’li bakanlarca muhafaza edilmişti. Espritüel bir insandı rahmetli. Öğle yemeklerinde aynı masayı paylaşırdık. Şambaba tatlısı olunca, Zeki Müren tatlısı der, sevinirdi. Renkli bir insandı. Sağ olsaydı, bu teşebbüse de bir niteleme bulurdu elbet. Bu bakanlıkta edindiğim bilgiler ışığında, bir binaya eşya taşınarak bir ünik eser adına müze yapamazsınız. O eserin kendisi müzeydi. Eşyaları başka bir binaya taşımakla, ya da “içim sızladı” diyen Vatikan’ın, kendilerinde bulunan eserleri göndermesini isteyerek, bu ünik eseri başka bir binada müze haline getirmek mümkün müdür? Taşıma suyla değirmen dönmez hikâyesini de hatırlatan bir uygulama olur sanırız. Bir de Sağlık Bakanlığı’nın başka bir konudaki cevabı yazısına takıldık. Oran Aile Sağlığı Merkezi’ne diş hekimi, göz ve dahiliye mütehassısları atanması konusundaki başvurumuza Aile Merkezleri kadrolarının belli olduğu, başka bir atama yapılamayacağı cevabı verildi. Önceden hazırlanmış bir yazı olduğu belliydi. Burası çok güzel ve elverişli bir bina. Bu semtte oturanlar da yaşlı insanlar. Diş ve göz problemleri var. Bakanlık buraya diş hikeme ve göz doktoru atasa kıyamet mi kopar? Diş hekimine her semtte ihtiyaç var. Bu merkezlere hekim atamak ne zamandan beri bürokrasiye takılıyor? Sayın Sağlık Bakanımıza bildirmek istiyoruz ve makul bir cevap bekliyoruz.