Utku ŞENSOY  ATATÜRK Mustafa Kemal Atatürk’ü ve onun önderliğinde, kadını ile çocuğu ile eli silah tutan kahraman Anadolu insanının emperyalist işgal kuvvetlerine karşı omuz, omuza verdiği destansı mücadele olan kurtuluş savaşını anlatmaya sayfalar yetmez. Hemen hepimiz o sancılı dönem ile ilgili, Türk’ün Çanakkale’de yazdığı destanını ve ulu önder Atatürk’ün Anafartalar’dan itibaren bir milletin kaderini nasıl çizmeye başladığını; okuduklarımızdan, anlatılanlardan ya da izlediklerimizden ana hatlarıyla biliyoruz. 1914 yılından Çanakkale’den başlayarak, 23 Nisan 1920 Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ve Milli Egemenliğimizin ilanı ile devam eden ve 29 Ekim 1920’de Cumhuriyet’in ilanına kadar olan süreçte vatan topraklarını kanıyla canıyla koruyan Türk milletin olağanüstü kurtuluş savaşı mücadelesini ve Atatürk’ün rolünü dost düşman herkes iyi bilir. Usta yazar merhum Turgut Özakman’ ın safsatadan uzak tarihi gerçek ve belgelere dayanan, yıllar süren bilimsel çalışmaları sonunda ortaya çıkardığı “Diriliş Çanakkale 1915”,“Cumhuriyet Türk Mucizesi” ve “Şu Çılgın Türkler” gibi muhteşem eserleri varken, bizim Ulu önder Atatürk’ü anlatma gayretimiz beyhude bir çaba olacaktır. Yine, Atatürk Cumhuriyeti’ nin yetiştirdiği son derece değerli tarihçi ve bilim adamlarının eserleri dururken, bizim Mustafa Kemal’i anlatma çabalarımız büyük bir iddiadan da öte haddini aşmak olacaktır. Ancak, bir dönem Mustafa Kemal Atatürk’ü putlaştırma çabalarına karşın, son dönemde bazı çevrelerin onu yerme, itibarsızlaştırma çabalarına tanık olunca, 10 Kasım vesilesi ile onu anımsamamızın boynumuzun borcu olduğunu,ve bu tür gayretlere en güzel yanıtı bizzat Atatürk’ün sözleriyle başlamak gerektiğini düşünüyorum: “BENİ OLAĞANÜSTÜ BİR KİŞİ OLARAK YORUMLAMAYINIZ.DOĞUŞUMDAKİ TEK OLAĞANÜSTÜLÜK TÜRK OLARAK DÜNYAYA GELMEMDİR”. Atatürk’ü yerenlere ya da putlaştıranlara en doğru yanıtı, onun yaptıklarının da ötesinde insanlığını, kişiliğini anlatarak verilebileceğini düşünenlerdenim. İnsan olarak Atatürk; İLERİ GÖRÜŞLÜLÜĞÜ… Atatürk, en önemli özelliklerinden biri olan ileri görüşlülüğüyle, o dönemde pek çok kişinin farkında olmadığı gerçekleri sezebilmiştir. “İSTİKBAL GÖKLERDEDİR. GÖKLERİNİ KORUYAMAYAN ULUSLAR, YARINLARINDAN ASLA EMİN OLAMAZLAR”sözleri ile havacılığın ne kadar önemli olduğuna dikkat çekmiştir. Havacılığın yeni doğduğu dönemden itibaren uygarlığın, bilim ve teknolojinin hızla gelişeceğini ve göklerdeki hakimiyetin önemini kavrayan Atatürk; “KANATLI BİR GENÇLİK MEMLEKETİN GELECEĞİ BAKIMINDAN EN BÜYÜK GÜVENCEDİR. BİR GÜN BATILI AYAKLAR AY’DA AYAKLARININ İZLERİNİ BIRAKACAKLARSA, BUNLARIN ARASINDA BİR DE TÜRK’ÜN BULUNMASI İÇİN ŞİMDİDEN ÇALIŞMALARA GİRİŞMEK, AŞAMALAR KAYDETMEK GEREKİR” demiştir. Bu sözler Atatürk’ün havacılığın gelecekte yapacağı aşama ile ilgili öngörüsünü açıkça ortaya koymuştur. 1925 yılında ilk uçak fabrikası pilot Vecihi Hürkuş tarafından kurulmuş, 1936’da ise Beşiktaş’ta teyyare fabrikası kuruldu. 1938 yılında Türk mühendisleri tarafından çizilen ve motoru dışarıda Nu 38 uçağı üretildi. NU 38 gerektiğinde bombardıman uçağı olarak kullanabilecekti. Cumhuriyetin ilk yıllarında uçak fabrikamızın kurulmasını sağlayan Atatürk, kendi uçağımızı yapacak düzeye gelip, dünyanın ilk kadın savaş uçağı pilotu manevi kızı Sabiha Gökçen’in yetişmesine olanak sağlamıştır. Sabiha Gökçen (22 Mart 1913 Bursa–22 Mart 2001 Ankara. Dünyanın ilk kadın savaş pilotu ve ilk Türk kadın pilot. Mustafa Kemal Atatürk’ün dokuz manevî evladından biridir.) ATATÜRK VE ÇOCUK SEVGİSİ… Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılış günü olan 23 Nisan, Mustafa Kemal Atatürk tarafından Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak dünya çocuklarına armağan edilmiştir. 19 Mayıs 1919, Mustafa Kemal Atatürk Bandırma Vapuru’ndan Samsun’a çıktığı ve itilaf devletlerinin işgaline karşı Kurtuluş Savaşı’nın başladığı gündür. Atatürk bu günü Anadolu insanın en önemli bayramlarından biri olarak kabul etmiş ve 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nı Türk gençliğine armağan etmiştir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, çocukları ve çocuk sözcüğünü çok severdi. Ulu önder bu kelimeye bir sevgi, bir yaşam ve bir canlılık katıp tüm sevdiklerine “çocuk” diye seslenirdi. Bütün çocuklar onun öz evlatları gibiydi. Çocuk sevgisinin insan için bir ihtiyaç olduğunu düşünen Atatürk;”ÇOCUKLAR HER TÜRLÜ İHMAL VE İSTİSMARLARDAN KORUNMALI VE ONLAR HER KOŞULDA YETİŞKİNLERDEN DAHA ÖZEL OLARAK ELE ALINMALIDIR” der. Dünya tarihinde çocuklara Atatürk ölçeğinde değer ve önem veren, çocukları Atatürk kadar ciddiye alan bir başka lider yoktur. Çocukları ülkenin aydınlık yarınları olarak gören Atatürk; « KÜÇÜK HANIMLAR, KÜÇÜK BEYLER! SİZLER HEPİNİZ GELECEĞİN BİR GÜLÜ, YILDIZI, BİR MUTLULUK PIRILTISISINIZ! MEMLEKETİ ASIL AYDINLIĞA BOĞACAK SİZSİNİZ. KENDİNİZİN NE KADAR MÜHİM, KIYMETLİ OLDUĞUNUZU DÜŞÜNEREK ONA GÖRE ÇALIŞINIZ. SİZLERDEN ÇOK ŞEYLER BEKLİYORUZ» demiştir. ATATÜRK VE İNANÇ… Ulu önder Atatürk, İslamiyet’in temel kaynağı olan Kuran-ı Kerim’in en doğru biçimde halkın kendi diliyle öğrenmesi gerektiğini düşünerek, 1926 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı’na Kuran-ı Kerim’in çağın icaplarına göre yeniden tefsir edebilecek bir din alimi aranması talimatını verdi. Bu kişi Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’dı. (d. 1878, Elmalı – ö. 27 Mayıs 1942, İstanbul) Devlet eliyle yazdırılan bu tefsirle Atatürk bizzat ilgilendi. Atatürk›ün Elmalı›ya yazdırdığı tefsir günümüzde de önde gelen İslam alimleri tarafından en güvenilir tefsir olarak kabul edilmektedir. Yeni tefsir “Ehli Sünnet” itikadına ve “Hanefi” mezhebinin görüşlerine göre hazırlanmıştır. TÜRKÇE EZAN… 19. yüzyılda Türkçülük hareketinin yaygınlaşıp, Türk kelimesine ve Türk diline önem verilmeye başlanması ile birlikte ilk olarak Sultan Abdülaziz döneminde ezan, hutbeler ve namaz surelerinin Türkçeleştirilmesi gerektiğini görüşleri ortaya atılmaya başlandı. Türkçe ezan okunması konusu Meşrutiyet dönemindeki bazı aydınlar tarafından da dile getirildi. Ziya Gökalp bu konuyu şu dizelerle dile getirmiştir: “Bir ülke ki, camiinde Türkçe ezan okunur. Köylü anlar manasını namazdaki duanın Bir ülke ki, mektebinde Türkçe Kuran okunur Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüda’nın Ey Türk oğlu, işte senin orasıdır vatanın.” Atatürk, önce Türkçe ezan okunmasının dinen caiz olup olmadığının din alimlerince tartışılmasını istedi ve caiz olduğunun belirlenmesinin ardından, 1931 yılının Aralık ayında, dokuz hafız, Dolmabahçe Sarayı’nda ezanın ve hutbenin Türkçeleştirilmesi çalışmalarına başladı. Kuran’ın Türkçe tercümesi ilk kez 22 Ocak 1932 tarihinde İstanbul’da Yerebatan Camii’nde Hafız Yaşar (Okur) tarafından okundu. Bundan 8 gün sonra, 30 Ocak 1932’de ilk Türkçe ezan, Hafız Rıfat Bey tarafından Fatih Camii’nde okundu. ATATÜRK’ÜN KÖYLÜYE SAYGISI… Halkın içinden biriydi, toplumun her kesiminden insanlara, işçi ve köylüye saygılıydı. Yıl 1936 Atatürk İstanbul’da Florya köşkündedir. Atatürk köşkte halkından ayrı durmaktan mutsuzdur. Selanik günlerinden dostu Nuri Conker özel bir araçla Atatürk de kıyafetini değiştirerek Çekmece’ye doğru ilerlemeye başlarlar. Refakatte kimse yoktur. Bir ara Atatürk’ün gözleri çift süren bir köylüye takılır. Arabayı durdurur. Köylünün yanına gider, çiftin bir yanında öküz, bir yanında merkep vardır. Ulu önder köylü ile konuşmaya başlar. Kendisini tanımayan köylüye çifte öküz yerine neden merkep koştuğunu sorar. Köylü “vergimemurları sattı” der. Atatürk muhtar ve kaymakama neden şikayet etmediğini sorar, öküzün satılmaması gerektiğini söyler. Köylü “onlar bilmez olurlar mı burada kuş bile uçmaz, şimdi Atatürk’ümüz var başımızda” der. Atatürk, Valiye ve Başvekil İsmet Paşa’ya derdini anlatmasını söyler. Köylü onlara derdini duyuramayacağını söyleyince, “Mustafa Kemal Paşa’ya derdini anlat” der. Köylü Gaziye “O işinden gücünden başını kaldırıp bizim öküzün peşinden mi gidecek, sen gönlünü rahat tut beyim, biz işimizi koca oğlanla görürüz tasa etme” der. Atatürk, Nuri beyle birlikte köşke döner, İstanbul’daki Bakan Milletvekili ve Başvekil İsmet Paşayı, İstanbul Valisi’nin çağırılması emrini verir. Nuri beye de köylü Halil Ağayı köşke getirmesini bildirir. Sofrada 25 kişi vardır. Atatürk bir ara hazır bulunanlara “BU AKŞAM SOFRAMIZA EFENDİMİZ GELECEK” der. Herkes şaşırmıştır, kimdir bu efendimiz? Atatürk Başyavere buyursun talimatını verir. Atatürk, Nuri beyin koluna girerek salondan içeri getirdiği Halil ağaya hoş geldin dedikten sonra “İŞTE BEKLEDİĞİMİZ EFENDİMİZ” diye onu tanıtır. Atatürk orada bulunanlar huzurunda tarlada konuşulanlar ve Halil Ağa’nın herkes hakkında ne dediğini bir, bir köylünün kendi ağzından tekrar ettirir. Halil ağa ikramdan sonra ayrılır. Atatürk hazır bulunanlara hitaben “HALİL AĞA’NIN ÖKÜZÜNÜ SATIP ÜRETİMİ AKSATAN KANUNU, YA BİZ YAPTIK, YA DA BİZİM YAPTIĞIMIZ KANUN YANLIŞ YORUMLANARAK UYGULAMA YAPILIYOR. BÖYLE BİR KANUN YAPTIKSA MEMLEKET ÇIKARLARINA AYKIRIDIR. NASIL YAPARIZ, EĞER YAPTIĞIMIZ KANUN BÖYLE YORUMLANIYORSA HÜKÜMET NASILBİR YÖNETİM İÇİNDEDİR?” der ve şöyle devam eder: ”BİZ CUMHURİYETİ SÜS OLSUN DİYE KURMADIK. HALKTAN YANA BİR İDARE KURMAK İÇİN YAPTIK. HÜKÜMETİN MÜFETTİŞLERİ, VALİLERİ, KAYMAKAMLARI VAR. BUNLARIN HALİL AĞA’NIN ÖKÜZÜNÜ SATMANIN NE DEMEK OLDUĞUNU BİLMELERİ GEREKİR. BİZİM HALKLA BERABER VE HALK İÇİN DEĞİL, HALKA RAĞMEN BİR SİSTEM KURDUĞUMUZ SANILMAKTADIR. ASIL ÜZÜLDÜĞÜM HUSUS BURASI. BİZ CUMHURİYETİ ANLATAMAMIŞIZ BEYLER, BUNDAN BU ÇIKIYOR.”