Utku ŞENSOY Corona virüsü dünyayı kasıp kavurmaya, dil, din, ırk, ülke, zengin, fakir ayırt etmeksizin tüm ülkelerini, hatta insanlığı tehdit etmeye devam ediyor. Beş binden fazla insanın yaşamını yitirdiği İtalya’da Dr. D. Farris, yaşamını kaybeden 3 binden fazla hasta ile ilgili verileri kamuoyuna duyurdu. Gecesini gündüzüne katıp, bu görünmeyen küresel düşmanla canla başla mücadele eden sağlık personeli ve hekimlerimiz için çok değerli bu veriler ana hatlarıyla şu bilgileri içeriyor. Corona illetinde hayatını kaybedenlerin yaş ortalaması 78,5. Kadınlarda yaş ortalaması 82 iken, erkeklerde 79. COVID19 tanısı alanlarda ise yaş ortalaması 63. Yaşamını kaybeden 3 bin 200 kişinin incelenmesi sonucu; -0/30 yaş arasında yaşamını yitiren yok! -30/39 yaş: 9 -40/49 yaş: 27 -50/59 yaş: 93 -60/69 yaş: 329 -70/79 yaş: 1134 -80/89 yaş: 1309 -90 yaş ve üzeri: 298 kişi yaşamını yitirmiş. Yaşamını kaybeden 3 bin 200 kişinin 2 bin 252’si erkek, 948’i kadın. Yaşamını kaybeden 3 bin 200 hastanın sadece 481’inin önceki hastalıklarına ilişkin veriler elde edilebilmiş. Bu 481 kişinin, yüzde birinde 1 hastalık, yüzde 23’ünde iki hastalık, yüzde 26’sında 3 hastalık, yarısına yakınında ise 4 veya daha fazla hastalık varmış. Yaşamını yitirenlerin yüzde 74’e yakınında hipertansiyon, yüzde 34’ünde diyabet, yüzde 30’unda kalp rahatsızlığı, yüzde 22’sinde ritim bozuklukları atriyal fibrilasyon (AF), yüzde yirmisinde kronik böbrek yetmezliği, kanser, KOAH, demans ve kronik karaciğer hastalıkları olduğu tespit edilmiş. Yaşamını yitiren 3 bin 200 kişiden yüzde 76’sında ateş, yüzde 73’ünde solunum sıkıntısı, Yüzde 40’ında öksürük, yüzde 8’inde ise ishal görülmüş. Yine yaşamını yitiren 3 bin 200 COVID19 hastasında, ilk bulgunun ortaya çıkmasından yaşamını yitirmeye kadar geçen ortalama sürenin 8 gün olduğu belirtiliyor. İlk bulgudan hastaneye yatışa kadar ortalama süre ise 4 gün. Buna göre, hastaneye yatıştan sonra yaşamını kaybetme süresinin ortalama 4 gün olduğu görülüyor. 50 yaş altında yaşamını yitiren az sayıdaki kişinin ise, kalp, böbrek, diyabet ve obezite gibi hastalıkların bulunduğuna dikkat çekiliyor. İtalya’nın bu salgını başında ciddiye almayıp sokaklarda dolaşmaya devam etmesi, açık hava sporunu sürdürüp mangal partileri vermesi yardım için ülkeye giden Çinli bilim insanlarının yanı sıra duyarlı İtalyanları bile çileden çıkardı. Türk halkının da benzer eğilimde olması aslında Akdeniz halkları açısından çok da şaşırtıcı değil. Evde kal Türkiye’m! Tüm bu veriler ışığında, ölüm sıklığına bakıldığında, erkekler bu virüsten kadınlara göre nerede ise iki buçuk kat fazla etkilenmiş görünüyor. Türkiye’nin ataerkil aile yapısı göz önüne alındığında, özellikle 55-60 yaş üzeri erkeklerin yaşam biçimleri gereği, evde durmayıp, kent merkezleri, Pazar yerlerinde gezerek, banklarda, kahvehane ve cami avlularında sosyalleşme ortamlarında vakit geçirdiği hepimizin malumu. Uygun olmayan iş ve yaşam koşulları altında çeşitli sağlık problemleri yaşamış olan dar gelirli bu gruptaki insanların kendilerinin ve ailelerinin de ötesinde toplum sağlığı açısından mutlaka evlerinden çıkmaması gerekiyor. Bu bağlamda alınan son karar çok yerindedir. Türkiye’nin bu illetin üstesinden gelebilmesinin en önemli koşulu evde durma alışkanlığı olmayan bu risk gurubunun evlerinde kalmaları ve mutlak istirahatiyle oluşabilir. 65 yaş üzeri ücretsiz toplu taşım imkanlarının bir süreliğine kaldırılması da doğrudur. Başta İtalya ve Çin olmak üzere tüm dünya ve ülkemiz belki de son 100 yıllık tarihin en zorlu sağlık sorunu ile karşı karşıyayız. Sağlık çalışanlarının gayretlerine destek olmalıyız. Çok zor koşullarda büyük emekler verip özveride bulunan sağlık ordumuza bizim de evde kalarak bireysel katkımızı sunmamız gerek. Ayrıca iktidar ve muhalefet tüm siyasilerin artık çağdışı gereksiz polemikleri geride bırakıp, akıl ile inancı birbirinden ayırıp, bilimsel akla göre hareket etmelerinin zamanıdır. Bilimsel araştırmalara, aşı ve ilaç araştırmalarına daha fazla kaynak aktarılmalıdır. Ülkeyi betonlaştıran çevre karşıtı projelere, her 4 yol ağzına görkemli ibadethaneler kurmaya, kamu harcamalarındaki israfa, tüm gereksiz harcamalara artık son verilmelidir. Bunun yerine, önce toplum sağlığı düşünülmeli, ele güne muhtaç olmamak, kurtuluş reçetesini yabancı bilim adamlarının çözümünde beklememek için, bilim merkezlerimizin ve ulusal ilaç sanayimizin güçlendirilmesi gerekir. Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Hayatta en hakiki mürşit (doğru yolu gösteren kılavuz) ilimdir!” sözlerinin kıymetini bu zor günlerimizde bir kez daha iyi anlamamız lazım. İlim ve fennin dışında yol gösterici aramanın gaflet ve cahillik olduğunu, doğru yoldan sapmak anlamına geldiğini idrak etmemizin tam zamanıdır. Akılcı adımlar atarak, birlik ve dayanışma içinde sağlıklı günlere.