Yusuf KANLI Avrupa Gazeteciler Cemiyeti (EJ) Başkanı Paolo Magagnotti dostumdan bir mektup aldım. Üç sayfalık mektup bütün hayatını Avrupa Birliği değerlerinin kökleşmesine, kurumlarının gelişmesine ve “Avrupalılık” kimliğinin kurumsallaşmasına adayan bir gazeteci/akademisyenin Korona virüs salgını karşısında yaşadığı büyük hayal kırıklığını yansıtmaktaydı. “Çin’den sonra şimdi bizim güzel Avrupa’mız düşman saldırısı altında. İtalya, Avrupa Birliği içerisinde saldırıya en kötü şekilde uğrayan ilk ülke oldu ve şu ana kadar tüm ‘milli sağlık sistemi’, gönüllülerin ve tüm ulusun gayretleriyle cevap vermeye çalışmaktadır. Maalesef büyük bir acıyla söylemek zorundayım ki çığır açan mülteci fenomeninde olduğu gibi bu kez de İtalya – Avrupa Birliği’ni oluşturan antlaşmaların bel kemiği olan temel dayanışma ilkesine rağmen – Avrupalılık dayanışmasını göremedi. Yalnız bırakıldı ve en somut, zamanlı yardım eli Çin’den geldi. Avrupa Birliği ve üye ülkeler kurumlarının (İtalya’yı) yalnız bırakmasını bir tarafa bırakırsak, ulusal ve uluslararası medyanın İtalya’yı afete uğramış ve virüs salgınını sınırları ötesine yaymaktan suçlu ülke olarak sunmaları çok üzüntü verici olmuştur. Bütün ömrünü Avrupalılık ruhuna ve ulusal değerlerin Avrupalılık birliği için ikincil tutulabileceğini hep savunan birisi olarak, yaşanılan Korona virüs trajedisine ilk uğrayan Avrupa Birliği ülkesi olan İtalya’ya yönelik Avrupa’nın hassasiyet göstermemesinden büyük hayal kırıklığı yaşadığımı söylemek zorundayım.” Paolo’yu yakından tanıyan birisi olarak hissetmiş olduğu çaresizliği, güçlü hayal kırıklığını büyük üzüntüyü satırlarında gördüm. Çok acı. Daha birkaç sene önce Gazeteciler Cemiyeti heyetine Avrupa Gazeteciler Derneği kongresinde ev sahipliği yaptığı kendi kasabası Trento’nun bu virüs salgınından ne kadar ciddi etkilendiğini haberlerde okuduk. Nitekim Paolo mektubunda uygulanan sokağa çıkma yasağından, temel ihtiyaçların, eczaneye gidişin bile ancak yazılı izinle mümkün olduğunu, kiliselerde defnedilmeyi bekleyen salgın kurbanlarından bahsetmekte, yaşanılan büyük travmayı aktarmaktaydı. Avrupa Gazeteciler Cemiyeti başkanı dostum mektubunda çok sert ifadelerle Brüksel’i, karşılaşılan afete karşı daha seri AB kurumlarını ve ulusal kurumları devreye sokamayan hükümetleri, AB Komisyonunu kınamakta ve kriz sonrası Avrupa için de öngörülerde bulunmaktaydı. “Avrupa Birliği bu felaketi atlatacaktır ama eskisi gibi kesinlikle olmayacaktır. AB’nin ve ulusal kurumların sorumsuz av atalet içindeki tutumları dolayısıyla çok zayıflamış bir Avrupa Birliğiyle karşılaşacağız. Maalesef gelişmeler ve beceriksizlikler popülist ve milliyetçilere Avrupa Birliği’ne karşı kullanabilecekleri yeni tartışma imkanları sundu. Avrupa Birliği ve Avrupalılık idealine halkın güveni zaten düşmekte idi, daha da yıpranacak. AB’nin ve üye ülkelerin mevcut durumu Avrupa Birliği ideallerini savunmada işimiz her zamankinden zor olacaktır. AB karşıtları her zamankinden daha güçlü şekilde saldıracaklardır çünkü bu krizde kurumsal beceriksizlikleri ve ataleti karşıtların yakıcı suçlama ateş toplarına ilave oksijen sağladı. Yine de, Avrupa Birliği idealini savunmaya devam etmeliyiz. Yanlış olduğunu bildiğimiz, gördüğümüz gelişmeleri, davranışları kınamaya, karşı durmaya devam edeceğiz. Aynı şekilde Avrupa Birliği kurumlarını partizan çıkarlara kullananlara da ödün vermeyeceğiz.” Yarın ne olur? Tabii ki bugün söylemek zor. Ancak İtalya, İspanya, Hollanda ve diğer AB ülkeleri, tıpkı Türkiye gibi, çok ciddi bir sınavdan geçmekteler. Türkiye’nin uyguladığı kapanma ve izolasyon yöntemi tüm Avrupa’da, KKTC’de ve Kıbrıs Rum Yönetiminde uygulanmaya başlandı. İzolasyon politikalarını bazı ülkeler daha liberal, bazıları çok sert olarak uyguluyor. Evden çalışma be hatta sokağa çıkma uygulamaları, Olağanüstü Hal deklarasyonları sıradanlaştı. Kesin olan bir şekilde temastan kaçınılmalı, krizin ekonomik ve sosyal boyutunu hep birlikte göğüslemeliyiz. Global felakete bakıp, “Bize olmaz” aymazlığını bırakmak lazım. Mümkün olan her alanda, tabii ki sağlık, emniyet, yangın gibi toplum sağlığı ve güvenliği ile ilgili birimler hariç, uzaktan hizmete geçirilmeli. Marketlerde e-satış desteklenmeli. Gerek Türkiye gerekse KKTC şimdiye kadar karşılaştıklarından daha ciddi durumlarla önümüzdeki günlerde uğraşmak durumunda olacaklardır. İdari izin verilen birçok vatandaşın amacın sosyal temasın azaltılması olduğunu dikkate almadan komşu ziyaretleri, piknik, kahvehanelerde sosyalleşme gibi saçmalıklarla hem kendilerinin sağlığını tehdide sokuyorlar, hem de salgının yayılmasına hizmet ediyorlar. OHAL veya sokağa çıkma yasağı gibi uygulamaları oldukça sık yaşayan nesilden biri olarak bu uygulamalara karşı olsam da mevcut aymazlık devam edecek olur ise artan Korona virüs tehdidi öyle zor önlemleri şart hale getirebilir. Uluslararası seyahate getirilen kısıtlamayı kişisel hayatımızda da yansıtmalı, gereksiz her türlü şehirlerarası seyahat ve hatta ev dışı hareketten sakınmalıyız.