Taner DEDEOĞLU Çocukluğu ikinci Dünya Savaşı yıllarında, çeşitli yokluklar içinde geçti. İlk defa çocukluğunda dayısından duyduğu “Mimar” sözcüğünün peşinden gitti, Alman Mimari Sergisi onu etkiledi, maceralı bir dönem sonunda öğrencisi olduğu İstanbul Teknik Üniversitesinin yarım asır öncesini Emekli Yüksek Mühendis Mimar Kadri Kalaycıoğluşöyle anlatıyor: “Mimar sözünü ilk defa, benden sekiz yaş büyük dayım Muammer Bayülken’den duydum. Mimar olmak üzere İstanbul’a gitmiş, bir arkadaşının baskısı ile tıp eğitimi almış, ünlü bir doktor olmuştu. İlkokul yıllarımda ‘7 Gün’ diye bir dergi çıkardı, her hafta, bir villa planı ve bir cephe resmitam sayfa yayınlanırdı, ben bunu takip ederdim. Harp yıllarında Ankara Sergievinde – günümüzde opera olan bina-Alman Mimari Sergisi açılmıştı, burada Hitler’in odasının 1/20 ölçekli bir maketi vardı. Kapıdan Hitler’in makam masasına kadar belki elli metrelik mesafe beni çok etkilemişti ve defalarca bu sergiye gittim… Lise bittiği zaman bir sınava girdik, Türkiye Şeker Fabrikaları adına Amerika’da eğitim göreceğiz, kazananlar 33 kişi olarak açıklandı. Amerika’ya gitmeden önce, Eskişehir Şeker Fabrikasında bir staj dönemimiz var, burası içi haber bekliyoruz. Şeker Fabrikalarının listesi 18 kişi olarak gelince! Ben açıkta kaldım. Aklımdaki diğer okulların sınavları da geçmiş olduğundan çaresiz, Dil Tarih’in İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümüne kaydoldum ama arayış içindeyim. Bir yıl sonra İstanbul Teknik Üniversitesi, giriş sınavını kaldırdı ve lise mezuniyet derecesine göre öğrenci alacağını duyurdu. Benim mezuniyet derecem iyi, Olgunluk sınavım da pekiyi olduğundan hayalime kavuşabildim, 1946 yılında İTÜ’lü oldum, arı rozeti taktım… HOCAM, OKULDA KAÇ KİŞİ VAR? Okulun ilk günü hala gözlerimin önünde, öğrenciler toplanmış, dört fakülte için tercihlerini yazıyorlar ve böylece de birbirleri ile tanışıyorlar. Elli iki kişi mimarlığı seçmişiz, ilk dersimizde Mukbil Gökdoğan Hoca başvuru numaralarımıza göre bizi sıraya dizdi ve bizlere birer ‘resim tahtası’ dağıtılacağını söyledi ama diğer; TE cetveli, gönye, kalem gibi malzemeleri de biz temin edeceğiz. Okulun ilk günü, Gümüşsuyu binasındayız, ben rektörümüz, Prof. Tevfik Taylan’a çıktım ve ‘üniversitede kaç kişi var’ dedim. Medeni cesarete bakar mısınız? Dolmabahçe tarafına bakan odasında hoca bir an duraksadı ve 810 kişi dedi, teşekkür edip ayrıldım. O zamana kadar gördüğüm en büyük binadayım, sanıyorum,bir mimar olarakburadan ne kadar insan yararlanabilir öğrenmek istedim… İTÜ siyasetçi yetiştirmesi ile de ünlüdür, Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan bizden üç sınıf büyükler, TBMM Başkanlığı da yapan Cahit Karakaş da sınıf arkadaşımızdı. 1948 yılında ünlü hocamız Alman Mimar HolsMaister başkanlığına öğrencilerin bir Ankara gezisi oldu. Bu gezimizde Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile de tanışma fırsatı bulduk, Atamızın geçici kabrini de ziyaret ettik.” SINIF MÜMESSİLİ İlkokuldan başlayarak hep sınıf mümessilliğini üstlenen Kadri Kalaycıoğlu, üniversitede de bu göreve getirilişini şöyle anlatıyor: “Okulun ilk günlerinde iki yıllık bir öğrenci mümessilliğini ilan etmişti, kısa bir süre sonra arkadaşlarım beni seçti.  Zaten ilkokuldan beri mümessillik yaptığım için alışkın olduğum bir görevdi. On üç kişi olan parasız-yatılı öğrencilerin debaşkanı olarak, tüm öğrencilerin yönetimle ilişkilerini ben yürüttüm. Okul bitince mecburi hizmetim için Bayındırlık Bakanlığında çalışmaya başladım. Bir yıl sonra gelen Yedek Subaylığımı sırasında bakanlık emrine verildim.   Yani, maaşımı milli Savunma Bakanlığından aldım, bayındırlık Bakanlığında çalıştım. Askerliğin son dönemlerinde devre arkadaşım Vedat Yalçınkaya ile ortaklık kurduk,  Ankara Balin Otel başta olmak üzere birçok binaya imza attık. İSİM BABASI O zamanki mimarlık, hamallık gibi bir şeydi, biz gece gündüz çizdik, kapının kilidini bile çizmen gerekiyor… 1955 yılında Projeler tasdik oldu hemen temel atıldı, patron sen niye memursun, gel sana 700 lira vereyim Şantiye Şefimiz ol dedi, bakanlıktan 310 lira maaş aldığım için hayır diyemedim, mecburi hizmetimi para olarak ödedim ve serbest çalışmaya başladım. Türkiye’nin başkenti Ankara’nın merkezi Kızılay’da beş katlı binaya başladık.  Yokluklar dönemi, demir, çimento, fayans, musluk, radyatör yok yok,  köşebentten doğrama yaptık. Fakat mal sahipleri de iki ünlü Müteahhit Recai Baloş ve Zülfikar İnce olduğundan bazı avantajlarımız da vardı, örneğin,Ankara’da ilk defa betoniyeri ve beton asansörünü biz kullandık. Ankara’nın en güzel oteli oldu, isim babalığını da ben yaptım, ikisinin soyadlarından ilk heceleri alarak ‘Balin Otel’ dedim. Bina yıllarcaotel olarak hizmet verdi şimdi sanıyorum bir bankaya ait. DEDEMAN OTEL Bu inşaatı gören işadamı Kemal Dedeman bizimle irtibata geçti. Akay Yokuşundaki, içinde tenis kortu da olan eski Fethi Okyar köşkünün arsasına, Dedeman Oteli bize yaptırdı. O günlerde buradan Çankaya’ya doğru sayılı ev vardı. Urfa Hükümet Konağı, Ziraat Fakültesi Ev Ekonomisi binası, Ankara Üniversitesi Göz Bankası binası- parasını Vehbi Koç vermişti- ve göz bankasının yolun karşısındaki binası, Besni ve Gerede Ziraat Bankası binaları, Giresun Lisesi, Orhan Gazi Ortaokulu gibi birçok çalışmamız oldu. Daha sonra ortaklıktan ayrıldık, ben ilk iş olarak Edremit Burhaniye İskeledeki Keskin Oteli yaptım, bundan sonra da tek çalıştım. Bahçelievler son durakta, bu gün Eser Sitesini olduğu yerde şehir bitiyordu. Emekli Sandığı Personeli Kooperatifine ait olan bu arsa kadastro parseliydi, imar parseline dönüştürdük, 200 kişiyi de ev sahibi yaptık, şehri de ileriye taşıdık.” Mimarlık bizde hala bilinmeyen bir meslek diyen Kalaycıoğlu mesleğin özelliklerini de şöyle anlatıyor: “Mimar emekli olmaz, doksan yaşımı tamamladım, TE Cetvelimi on yıl öncesine kadar kullandım. Bizde mimarlık hala anlaşılmak istenmeyen bir meslek, mimar eliyle kafasıyla çalıştığı için, bence bir mimarın bir ayağı ve bir gözü yurt dışında olmalıdır. Ben hayatımda müze görmeden iki müze yaptım. Ankara Hisardaki Mahmut Paşa Hanının onarımı ve tadilatı ile müzeye dönüştürülmesi ile Ankara Arkeoloji Müzesini yaptım, ufak bir binadır ama Polatlı yakınındaki Gordion Müzesi her şeyiyle bana aittir.” İLK GÖRÜŞTE AŞK! Askerliğinin son günlerinde İstanbul Beyoğlu’ndaki Haylayf pastanesinde gördüğü genç kıza âşık olan Kadri Kalaycıoğlu, evliliğini de şöyle anlatıyor: “ Yedek Subaylığımı Bayındırlık Bakanlığı emrinde yaptığımı söyledim, 1953 yılının Temmuz ayı, İstanbul’daki birliğimdeyim, bakanlığa çağırıldım, ertesi gün Ankara’ya döneceğim.  Beyoğlu’ndaki Haylayf Pastanesine girdim, karşımdaki masada da bir genç kız annesi ile oturuyor.İlk görüşte aşk bu demek ki, âşık oldum. Hemen bir kâğıda kızın profilini çizmeye başladım, amacım onu, bu resimle arayıp bulmak! Bir anda onlar kalkma hazırlığına geçtiler, ben de hazırlandım, arkalarından hemen çıktım vepeşlerine düştüm. Atlas Sineması önünden dolmuşa bindiler, öne oturdular, ben arkaya geçtim. Bu bir şans, ben önde olsam inişte onları kaçırabilirdim,  Birinci Leventte indiler, ben de indim ve uzaktan takip ettim, Zerren Sokakta bir eve girdiler. Adresi öğrendim ya, Modada yanında kaldığım arkadaşımın evine geldim, olanları anlattım. Arkadaşım ben o sokağı biliyorum ve orada da bir tanıdığım var demez mi! Biz tekrar Levent’e geldik. Arkadaşımın tanıdığı, benim bakanlıktan tanıdığımın bir ağabeyimin de babası çıkmaz mı? Üstelik kızın ailesini de tanıyor. İşte hepsi şans, her şey kısmet… Babası Maltepe Tekel Laboratuvarlarında çalışan Ziraat Mühendisi, Sabahattin Kapani olduğunu öğrendim. O günün şartlarında benim, yolu bile olmayan Yassıviran’daki askeri birliğimden ilişkimi kesip eşyalarımı alıp, Maltepe’ye gelip, müstakbel kayınpederimle tanışıp oradan Ankara’ya yola çıkmam ve ertesi gün görevimin başında olmam mümkün mü? Kısmet dedim ya, hepsi oldu… Çok katı binbaşımız, bana bir gün izin verdi,  Yassıviran’a giden bir askeri araç buldum, birkaç saatte gidip işlerimi yaptım döndüm ve aynı gün Maltepe’de kayınpederimle tanıştım. Ona kendimi tanıttım, ‘size bir mektup yollayacağım’ dedim ve trene binmek üzere yanından ayrıldım. Ankara’da babamın bir arkadaşı vardı emekli Eczacı Yarbay Şevket amca bir mektup yazdı, kızı istedi. Şimdi üniversitenin olduğu yerde üç katlı tek bina olarak Hacettepe Çocuk Hastanesi vardı, çatısı yanmıştı, ben onun çatı planını hazırlıyordum. Bu arada ‘Et ve Balık Kurumu Amblem Yarışmasını’da kazandım, yıllarca kullanılan amblemim için bin lira ödül aldım. Eşim lise son sınıf öğrencisi idi, evlilikle öğrenciliğini kaybedecekti,1953 yılı 3 Ekim günü Kadıköy Evlendirme Dairesinde nikâhımız kıyıldı.  Bir yıl sonra lise bitti,doğum gümüm olan 16 Temmuzda,Beyoğlu Tokatlıyan Otelinde 870 liraya yemekli düğün yaptım ve Ayla Hanımla yaşamımızı birleştirdik. Yasemin adında bir kızımız onun iki çocuğu ve dört de torunu var.
Editör: TE Bilisim