Yusuf KANLI  Nedense içe döndük son zamanlarda. Varsa yoksa nüfus ne kadar, koalisyon çatırdıyor mu, Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ne gibi inciler saçtı bugün gibi tamamen Sarayönü merkezli konular, falan filan. Rum tarafı da hiç farklı değil doğrusu. Onlarda da varsa yoksa ada ve adadaki sorunun bin rengi ama tamamıyla içe bakan bir algılama sığlığı… Birisi Kuzey Kıbrıs Türk medyasına kulak verse, şöyle gazetelere bir baksa, hani George Bush Jr yeni dünya düzeninden bahsediyordu ya, sanki gerçekleşmiş diyecek… Dahası, o yeni dünya düzeninde yeni süper güç de kuzeyiyle, güneyiyle bu doğu Akdeniz’deki küçücük ada oluvermiş. Yeni Zelanda’da bir kıyam yaşandı. Öldürülenlerin KKTC ve Türkiye halklarının çok büyük çoğunluğunun olduğu gibi Müslüman olması, yaralıların bazılarının Türk kökenli olması dışında alaka kurmak gereksiz, zaten o alaka için bile zorlama da yapmamak lazım… Nihayette nefret suçu işlenmiş. İnsanlar dini duyguları, ten renkleri, etnik kökenleri sebebiyle taammüden hedef alınıp katledilmişler. Geçenlerde bir dost paylaştı özel elektronik tartışma grubumuzda. Yeni değildi kayıt ama yeniler de tıpkı öyle dedi. Kan içmeye, Türk kanı içmeye, kadınların ırzına geçmeye, doğacak çocukları da Türk kanı içecek nefretle büyütmeye övgüler yağdıran bir Yunan ya da Rum askeri ama sanki ritüel gibi yaşanılan tören videosu. Maalesef dostum haklı ama dedikleri gerçeği yansıtmada yetersizdi. Gazetecilik hayatımda 41’nci yıldayım Ekim’den bu yana. Parasız çalışılan dönemi dışarıda bırakır isek, kayıtlara göre ilk maaşımı 1 Ekim 1978’de almışım. Bu 41 yılda Anadolu’da gitmediğim ili boş verin neredeyse ilçe kalmadı. Afrika ve Uzak Doğu ile turistik ilişki kurmuşum sadece ama dünyanın dört bir tarafında, özellikle Avrupa’da onlarca kez bulunmuş, haber kovalamışım. 2. Dünya Savaşını yaşamış, bir daha öyle utanç ve kayıp yaşamamak için Avrupa Birliği gibi dünyada daha önce benzeri bile görülmeyen muazzam bir barış projesi ortaya koymuş eski kıtada 1970’lerden başlayarak tırmanan muhafazakar-gerici siyasi akımlar giderek o eski ırkçı, şoven, yabancı düşmanlığı merkezli bir karaktere bürünmeye başladı özellikle son on yılda. İnanıp güvendiğim bir yabancı ekonomist Avrupa’da artan faşist, şoven ve yabancı düşmanlığı temelli siyasi eğilimlerin esasında tıpkı 1930’larda olduğu gibi bozulan gelir dağılımının, artan işsizliğin ve daha kötüsü tırmanan gelecek kaygısının sonucu olduğu kanısını paylaşmıştı benimle. Üstün, ari beyaz ırk takıntısı, yaşanılan sıkıntıların, en önemlisi işsizliğin ve fakirliğin sebebinin başka etnik, dini, kültürel grupların ya da tümden “bizden olmayan yabancıların” olduğu sanrısı Batı toplumlarında ciddi kıyamlara sebep olmakta. Tabii ki silah kontrolü olmayan hatta silah sanayii lobisi sayesinde silahsız toplum tartışması bile yapılamadığı ülkelerde sorun çok daha ciddi tezahürlerle kendini sergilemektedir. Tabii sorun ne “İslami terör” ne “Hristiyan terör” ne de bir başka din temelli terör olayıdır. Elbette bütün dinler barışı öğretmeyi hedeflese de din adına işlenen toplu katliamlar, büyük acılar veren katliamlar tarih boyunca hep görülmüştür. Görmek istemesek de bugün Daeş ya da Politik İslam dediğimiz olay Dört Halife döneminde görülen Haricilerin bir anlamda torunları değiller mi? Aydınlanma ve Rönesans sayesinde laikliği ve demokrasiyi içselleştirinceye kadar Hristiyanlığın insanlığa yaşattığı mezalim unutulabilir mi? Muhafazakarlaşan dünyada, gelir dağılımı bozuldukça daha da muhafazakarlaşacak dünyada maalesef sadece Batı toplumlarında değil, halen örgütlü ve adeta toplumsal terör sarmalındaki Doğu toplumlarında da bireysel ve takıntılı terör vakalarının yaşanması adeta kaçınılmaz görünmektedir. Önlem de yine bazı eski metotların yeniden keşfi ile olacaktır. Öyle ABD’nin çok korktuğunu söylediği İran beslemesi terör grupları olmayacak yarın ABD şehirlerinin öncelikli güvenlik sorunu. Bizdeki durum da pek farklı değil. Hem gelir adaletsizliği ve dahası vergi adaletsizliği fiyortları giderek genişliyor, hem de bozulan gelir dağılımı ve mantar gibi büyümekteki işsizlik ile sosyal barış ciddi tehdit altına girmektedir. Zaten önemli bir etnik terör sorunu ile yaşamaya çalışan Türk halkının karşı karşıya olduğu bu tehdit gerçek anlamıyla bir beka sorunudur. Tabii ki günlük siyasete bulaşma niyetim yok. Ancak Türkiye’nin ciddi bir beka sorunuyla karşı karşıya kalabilmesi tehlikesi tırmanmakta, orası kesin. Daha önce çok ciddi terör olayları yaşayan İngiltere de beka sorunuyla karşı karşıya bu günlerde. Basiretsiz siyasetçilerin şantaj yapma niyetiyle şişeden çıkarttıkları Avrupa Birliği'nden ayrılma (Brexit) cini daha hayata geçmeden, yani İngiltere AB’den kopamadan İngiltere’ye başta Avrupa bankacılık başkentini kaybetme gibi çok ciddi ekonomik bir fatura ortaya çıkardı. İşsizlik tırmanmaya başladı. Ekonomide durgunluk tehdidi ciddi alarm verir hale geldi. Niye Avrupa Birliği'nden ayrılma sürecini iptal etmesi çağrısı yapan dilekçedeki imza sayısı 5 milyonu aştığı anlaşılabilir olsa da bu düğüm nasıl çözümlenecek bir muamma olmaya devam ediyor. AB liderlerinin AB ile vardığı ayrılık anlaşmasının İngiltere parlamentosunda iki kez ezici çoğunlukla reddedilmesinden sonra 29 Mart'ta gerçekleşmesi gereken Brexit'i İngiliz parlamentosunda üçüncü oylamada onaylanması halinde 22 Mayıs'a, yeniden reddedilmesi halinde ise 12 Nisan'a ertelenmişti. Ne değişecek? Belki de İngiltere o yere düşse almayacağı burnunu bu kez duvara vuracak, caka atarak ayrılmaya niyetlendiği AB’ye bu kez dizlerinin üstünde “Affedin, gidemedik” deme durumunda kalacak. Haklısınız. Kıbrıs’tan bahsetmeden olmayacak. Hadi güzel bir şeyler söyleyeyim. Eski başbakanlarımızdan Osman Örek’in ölümünün 20’nci yılında anılması töreninde konuşan Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı hem milli mücadeleden bahsetmiş, hem de Rumların hep adanın sahibi oldukları takıntısı nedeniyle çözüme şimdiye kadar ulaşılamadığını söylemiş. Yahu arkadaş, madem öyleydi niye hala daha ille de federal çözüm deyip zaman harcıyorsun? Yoksa sol oylarla seçilemeyeceği hesabını yaptı da Akıncı şimdi de sağ oylarla seçilmeyi mi kafasına koydu? Enteresan ve kafa karıştırıcı. Niye Akıncı böyle davranıyor? Bak, barışçı Rum dostları tam bir teslimiyet örneği sergileyerek Rum kesiminde “dostluk” maçına çıkan Mağusa Türk Gücü takımıyla ilgili haberlerde takımın ismindeki Türk kelimesine sansür çekivermişler. Kaldıramamış adamlar takımın ismindeki Türk kelimesini. Şimdi bu arkadaşlarla ortak bir devlet kurulması fikrini bir daha düşünmek gerekmez mi? İnsanın adı Akıncı olsa bile düşünür bence…