Arabayı atın önüne koymaya ısrar edildiği sürece herhalde tüm çalışmaların sonucu aynı noktaya varacak... Çöküş kaçınılmaz. Aslında sorun oldukça basit, çözüm de gayet kolay. Tabii, konuya nasıl yaklaşacağınıza bağlı bu iş. Hep sorup duruyorum bana “Bu kez çözüm olacak mı?” diye soran yerli yabancı Kıbrıs sorununa ilgi duyanlara: “Kıbrıs sorunu nedir?” Karşımdakiler “Adam kafayı yedi artık” diye şaşkın şakın bakarlarken izah etmeye çalışıyorum, “Kıbrıs sorunu dediğimiz olay bir toprak meselesi mi, işgal konusu mu, yoksa göçmenler, yerlerinden edilmişler problemi mi? Yoksa iktidar paylaşımı mı konu? Ne?” Doğrusu şimdiye kadar doğru cevap aldığım kişi sayısı o kadar az ki, şaşıyorum... Neredeyse elli yıldır müzakere edilen, geçmişi esasında Sultan Abdülhamit döneminde Ayestefanos (Yeşilköy) antlaşmasıyla Osmanlı’nın ağır hezimetiyle son bulan 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) sırasında adanın İngilizlere kiralanması – yoksa İngiliz silahı ve mermisi alımı için verilen üç-beş kuruş karşılığında satışı mı demeli – tarihe dayanır. Rumların İngiliz idaresine karşı ayaklanmasında bile Türklerin o dönemde Rum tehdidi nedeniyle güvenliğini İngiliz yönetiminin devamında görmesi sebebiyle Türklere karşı da şiddet sergilenmedi mi? Nedense, Kıbrıs sorununun temelinde iktidar paylaşımı meselesi olduğu bilinmiyor, görülmüyor. Ne zaman ki Kıbrıs Rumları adanın tümünde hak talep etmişler, Kıbrıs Türkleri üzerinde tahakküm hesaplarına girişmişler, Kıbrıs Türklerini azınlık olarak görüp ‘Büyük Yunanistan’ hayali kurmuşlar, ve Kıbrıs Türkleri de insanca yaşama, toplumsal haklara sahip çıkma, azınlık statüsüne düşmeme kararlılığını göstermiş, adada sorun olmuş. Eğer Makaryos 1962’de, yani 1960 Cumhuriyeti’nin kuruluşundan daha neredeyse bir yıl bile geçmeden Cumhurbaşkanı Yardımcısı Dr. Fazıl Küçük’e anayasada o meşhur 13 madde değişiklik önerisini yapmasa, bu günkü haliyle Kıbrıs sorunu olur muydu? Küçük reddetti. Makaryos Ankara’ya gitti, değişiklik önerisine destek talep etti. Ankara reddetti. Sonuç Kıbrıs Türk ortaklık haklarının altını çizen ve cumhuriyeti bir anlamda fiili federasyon haline getiren o 13 maddeyi tek yanlı gerçekleştirmek için Kıbrıs Türk milletvekilleri, bakanları ve tabii bürokratları ortak yönetimden kovuldular. Sonra? Eski Rum lider Glafkos Klerides’in Temsilciler Meclisi’ne giremeyen Osman Örek’e “Ya sizin yokluğunuzda kabul ettiğimiz anayasa değişikliklerine evet der (meclise) girersin, ya da seni namlunun ucunda gönderirim” demedi mi? Ortaklık hükümetinde savunma bakanı olan ve makamına da gidemeyen rahmetli Örek anlatmıştı bana o dönemde yaşananları. Mart 1964’de dünya atı arabanın arkasına koydu. BM Güvenlik Konseyi kararıyla “zorunluluk hali” öne sürülerek Kıbrıs kurucu anlaşmalarına ve anayasasına göre Kıbrıs Rumlarının tek başına oluşturamayacakları hükümeti Kıbrıs Hükümeti olarak görülüp, “şiddetin sona erdirilmesi” çabalarına katkı vazifesiyle o hükümetin “izni” ile adaya barış gücü gönderildi. İşte o tarihten bu yana Rumların işgali altındaki Kıbrıs Hükümeti ile Kıbrıs Türk toplumu çözüm görüşmeleri yapmaktadır. 1977’den bu yana ise “federasyon” hedefiyle görüşmeler devam etmektedir. Olur mu? Bir hükümet ile bir toplum eşit sayılabilir mi? Masada eşitlik varmış, deniliyor. Hikaye. Bir taraf hükümet, diğer taraf ondan bazı haklar talep eden azınlık statüsüyle ne federasyon, ne de başka çözüm olabilir. Olsa olsa teslim anlaşması olur. Ne zaman ki Rumlar iki halkın siyasi eşitliğini kabul ederler, işte ancak o zaman adada federal çözümün yolları açılır. Kıbrıs görüşmelerinde tarafların ilgi noktaları farklıdır. Rumlar açısından mal-mülk ve toprak meselesi birincil öncelikli konulardır. Türkler açısından ise güvenlik ve yönetim başlıkları en ağırlıklı başlıklardır. Bakmayın verilen “2016 sonuna kadar çözüm mümkün” laflarına. Çözüm önümüzdeki birkaç haftada da sağlanabilir ancak bunun için tutum değişikliğine gitmesi lazım Kıbrıs Rum tarafının. Şimdi hem “Adada tek Türk askeri kalmayacak” diyeceksiniz, hem de “çözüm yakın”  diyeceksiniz. Nasıl olacak bu iş? Akıncı, ki o da bunun olamayacağını açıkça söyledi, kabul etse bile, Kıbrıs Türk halkı referandumda öyle bir anlaşmayı sandığa gömer. Hem dönüşümlü başkanlığı vermeyeceksiniz, hem de onunla aynı pakette görüşülen, yani önşartlı, çapraz oylamayı cepte farz edeceksiniz. Üstelik mevcut Türk görüşmeci heyetinin kabul etmiş olduğuna inanamadığım Kıbrıs Türk bölgesine nüfusunun en fazla %20’ye kadar Rum yerleşebileceği öngörülecek. Kardeşim, hadi gelin azıcık matematik yapalım, toplayalım ve görelim perişan durumumuzu. Rum seçmen Kıbrıs Türk seçimleri üzerinde çapraz oy sistemiyle %20 etki yapacak ise, kuzey Kıbrıs seçmeninin %20’si de Rum olacak ise, 20 ile 20 toplanınca %40 eder mi? Peki mevcut kuzey Kıbrıs meclisinde %40 oya sahip kaç parti var? Böyle bir durumda kuzeydeki hükümeti sizce kim kurar? Olur mu böyle saçmalık? Güneyde Rum devleti. Kuzeyde Rum devleti. Federal hükümet bu ikisinin bileşkesi, yani Rum devleti. Eeee, nerede bizim ortaklık hakkımız? Dört başlıkta anlaşılmışmış. O dört başlık nedeniyle çökmezmiş artık süreç. Toprak ve güvenlik de ayrılmışmış. Toprak halledilince sırada güvenlik olurmuş. Zaten sadece güvenlik sebebiyle süreç çökertilmemeliymiş... Duyuyorsunuz değil mi bu argümanları? Bazı arkadaşlar bizim adımıza görüşüyorlar ama galibe görüştükleri çözüm değil, hadi ağır olur satış demeyeyim, teslim şartları. Ekim sonunda zirve varmış, Kasım başında Cenevre’de toprak meselesi ele alınacakmış. Yan odada yeni New York Daimi Temsilcisi Feridun Sinirlioğlu ile Yunan meslektaşı “garantiler” yani güvenlik boyutunda “gayri resmi” görüşecekler, sonra toprak konusunu halleden iki lider de onlara ve İngiltere temsilcisine katılacak, birlikte Kıbrıs pilavı kaşıklayacaklarmış, pardon çözümü yapacaklarmış. Ne diyeyim, afiyet olsun. Doğrusu Sinirlioğlu sinir bir durum bu iş, ama pilavın dibi tuttu. Bu iş bu kafayla bitmez beyler. Bitti derseniz de bilesiniz Kıbrıs Türk halkı böyle bir perişanlık belgesine evet demez. Geçti o “AB’de mutlu, güvenli hayat” masalları. Kıbrıs Türkü de görüyor, yaşıyor AB içindekilerin dışarıya kaçma çabalarını.