Bu Kahve Gezmeyi Çok Seviyor!

Kahveyle Sanatın Buluştuğu Yer: Ozo  

Sultan Yavuz ÖZİNANIR / Sanatını kahveyle demleyen bir gezgin ressam; Önder Taşyürek. 1994 yılından 2003’e kadar pek çok farklı gıda sektöründe çalıştıktan sonra, 2013 yılında Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’ne başlamış. Ne sekiz yıllık sanat danışmanlığı, ne de dekorasyonunu kendisinin yaptığı sabit kahve dükkânları ona istediği zamanı vermiş. Aslında pek çoğumuzun hayal ettiklerini, Taşyürek hayata geçirmiş. Kendi tasarladığı turuncu Volkswagen minibüsü ile o şehir senin, bu şehir benim dolaşarak, kendi demlediği kahveleri satarken, kalan zamanda da resim yapıyor, yazı yazıyor. Bununla da yetinmiyor, gittiği yerlerdeki çocuklara resim ve tasarım atölyesi; yetişkinler içinse kahve atölyesi yapıyor. Doğa ve çevre bilinci ile biriken kahve posalarını gübreye dönüştürüyor, kahve bardaklarına ise fidan dikiyor. Şimdiden üç binin üzerinde fidana ebeveynlik yapan ‘Ozo Coffee On The Road (Ozo Yolda)’nın sahibi Taşyürek, yaratıcılıkta sınır tanımıyor. Kahvecilik sektörüne girmeden önce, farklı yeme içme sektörlerinde çalışan Önder Taşyürek,  kahve serüveninin ilk sinyallerini aslında 2012’den önce almaya başlamış. Bir dönem TRT’nin çay ocağında çalışırken, kahveyi özellikle ondan istediklerini şu sözlerle anlatıyor, “Kahveyi hep benden istiyorlardı. Fincanı ısıtıyordum, sıcak suda bekletiyordum, öyle veriyordum.” Bu cümleler, belki yaptığı her şeye özen gösteren bir insanı, belki de Önder Bey’in kahve ile gelecekte kuracağı yakınlığı ifade ediyor. Önceleri, daha çok Türk Kahvesi seven Taşyürek, sanat danışmanlığını bırakarak çıktığı kahve yolculuğu hakkında da şunları söylüyor, “Ben sanat danışmanlığı da yapsam, sanatla alakalı iş de yapsam, kendi sanatımı yapamıyorum’ zamanım olmuyor, hani biraz para giriyor ama zaman ve enerji olmadığı için yine resim yapamıyorum. Düşündüm, ‘kendi işimi kurayım, kendi işimden kazandığım para ile de resim yapayım’  dedim. Bunun ne olacağına dair başka şeyler de düşünüyordum ama bir arkadaşım bana kahveciliği önerince, aklıma yattı. Altı-yedi ay boyunca hem gezdi, hem okudu Kahve fikri aklına yatınca hemen araştırmaya koyulan Önder Bey, kahve ile ilgili kitap ve makaleleri taramış. Bir yandan okurken, bir yandan da mekânları gezmiş ve elbette bol bol kahve içmiş. O tarihte, Türkiye’deki üçüncü dalga kahveciliği şöyle ifade ediyor,2012’de üçüncü dalga kahve çok revaçta değildi Türkiye’de. Hatta yoktu diyebilirim. Ben kahveye odaklanınca, tarihini, sosyokültürel yansımalarını araştırınca daha da merak etmeye başladım. Kahve çekirdekleri almaya, öğütmeye, demelemeye başladım evde. Sonra hem kahve deniyorum, hem okuyorum derken yavaş yavaş bir tutukuya dönüşmeye başladı kahve. Bu arada bunları resim atölyemde yapıyor, bir yandan da resim yapmaya çalışıyordum.” ‘Ozo Coffee On The Road’ Doğuyor Ozo’nun isim babası, Önder Bey’in arkadaşı Caner Gözübüyükoğulları olmuş. Bir likit ölçü birimi olan ‘Oz’a, Önder Bey ‘o’ harfini eklemiş ve ortaya ‘Ozo’ çıkmış. Kelimenin hangi dile ait olduğunun belli olmaması da Taşyürek’in çok hoşuna gitmiş. Ozo’nun logosu ise diğer arkadaşı Fatih Gül’e aitmiş. İsmin ardından, Tophane ile Cihangir arasında tarihî bir rezidansın alt katında, iki katlı, küçük bir dükkân kiralayan Taşyürek,  mekânda dekoratif hiç bir şey kullanmamış. Sadece dönüşümlü olarak her ay bir sanatçıya ev sahipliği yapmış. Yani Ozo, hem kafe hem galeri olmuş. Daha sonra 2013’te Yeldeğirmeni’nin sakinliğiyle cezbettiği Taşyürek, orada açacağı ‘Bilumum Şeyler’ adındaki kafe için şunları söylüyor, “Yeldeğirmeni’nde daha önce bir yıl yaşamıştım. Gezdim, sakin bir yer. Dedim ki, ‘şurada bir yer kiralayayım. Hem buraya taşınayım, hem de kahvemi burada kavurup, satayım. Aynı zamanda resmimi de yaparım.’ Böylece, Yeldeğirmeni’nde bir dükkân kiraladım, fakat bu ikinci dükkânı sekiz ay açmadım. O sırada Ozo’yu devrettim.” Bu sürede motorsiklet turuna çıkan ve ailesine vakit ayıran Taşyürek, Yeldeğirmeni’nde kiraladığı dükkânın raflarını, masasını, neredeyse her şeyini yine kendisi yapmış. Sıfır bir şey almaktan hoşlanmadığını, hikâyesi olan şeyleri, ikinci el eşyaları sevdiğinden dem vuruyor. Fakat Önder Bey’in içini yine bir huzursuzluk kaplıyor, “Baktım o dükkânı açınca da sürekli oradayım, sanat için bir yere gidemiyorum, tatile gidiyorum. Aklım dükkânda kalıyor, yine resim yapamıyorum. ‘O zaman ben hem gezebileceğim, hem yazabileceğim, hem resim yapabileceğim, hem de paramı kazanabileceğim şekilde, gezici kahve projesi ile yola çıkayım dedim.” 2015 yılında İstanbul Kahve Festivali’ne hazırladığı turuncu Volkswagen minibüs ile katılan Önder Taşyürek, o günden beri ‘Ozo Coffee On The Road’ olarak gezici kahvecilik yapıyor. Geri dönüşümün turuncu yüzü Ozo Gittiği yerlerde kahve ile ilgili danışmanlık da yapan Önder Bey, çocuklara yönelik atölye çalışmaları için şunları söylüyor, “Sadece resim değil, tasarım da odaklı. Mesela bir kasabada ya da ilçedesiniz, oraya turuncu bir araba geliyor, içinden saçlı-sakallı bir adam çıkıyor. Ressam, falan. İşte o adam size ‘resim şöyle yapılır, böyle yapılır’ demiyor, siz ne yapmak istiyorsunuz, onu dikkate alıyor. Sizi daha özgür kılıyor ve istediğiniz kadar kâğıt üzerinde oynayabilirsiniz. İstediğiniz boyayı, istediğiniz şekilde sürebilirsiniz ya da tasarlayabilirsiniz. Buradaki mevzu, çocukların biraz daha özgüvenli olması ve böyle bir anıya sahip olmaları. Hepimize çocukluğumuzda biri, bir şey hediye etmiştir; bir kitap, bir fotoğraf makinesi ya da bir etkinlik yapmıştır  ve o hep aklımızdadır. İlham verir, belki de bir şeyler için ateşeleyici olur. Hani o açıdan ben önemli buluyorum” diyor. Yaptığı şeyden çok büyük keyif aldığını söyleyen Taşyürek, geri dönüşüme dair hayata geçirdiklerini de şöyle anlatıyor, “Dünyayı kurtaracak halimiz yok, ama en azından kendi çapımızda dünyaya bir zararımız olmasın. Bir sürü kahve posaları çıkıyor. Kahve posasından gübreli bir toprak yapıyorum. Sonra, içtiğiniz kahve bardaklarını çöpe atmıyorum, onlara fidan dikiyorum ve insanlara hediye ediyorum onu. Sanıyorum 3 bin küsür fidan dikildi şu ana kadar.” “Zapıta ve belediye dışında herkes iyi bakıyor” Gezici kahvecilik yapmaktan memnun olan Önder Taşyürek’in sıkıntı duyduğu şey ise kendisi gibi gezici olan işletme sahiplerine yönelik yasal bir izin ve prosedür olmaması. Bu nedenle belediyelerle zaman zaman sıkıntı yaşayabildiğini ifade eden Taşyürek, kazandığı para ile hem geçimini sağladığını, hem resim yaptığını hem de iş ahlakı ile işini iyi yaptığını ifade ediyor. Gittiği yerlerdeki insanlara temas etmeyi ve bir sinerji yaratmayı sevdiğini belirten Önder Bey, yaşadığı sıkıntı için şunu söylüyor, “Prosedürler canımı sıkıyor bazen. Emin olun, bir köfteciye, bir kokoreççiye böyle davranmıyorlar. Öcü görmüş gibi belediyeler. Görünce direkt ‘yok, hayır, olmaz’ diyorlar. Alıp götürmeler, arabayı 10 gün bağlamalar, para cezası... ‘Bakın ben böyle böyle bir iş yapıyorum.’ ‘Yok, işportacısın.’ İşte bunlar insanın şevkini kırıyor. Yapacağın şeyin hepsini rafa kaldırmak zorunda kalıyorsun. Çünkü asıl mücadelen orada bir şey yapma mücadelesi oluyor.” Uygun yasal düzenlemelerle bir istihdam kapısının da aralanacağını ifade eden Taşyürek, “Diyorlar ki, ‘şimdi size izin verirsek, öbürleri de isteyecek’. Olsun, güzel yapacaklarsa standardı ver, ruhsatı ver adamlara, onlar da gerekli ve doğru ekipmanlarla, o standarda uygunsa yapsın, insanlara da iş istihdamı olsun. Kötü bir şey yapmıyor ki...” diyor. Zapıta ve belediye dışında herkesin çok iyi karşıladığını belirten Önder Bey, belediyelerin izin vermemesine insanların da şaşırdığını söylüyor. Çocuklar için de kışın sıcak çikolata ve salep, yazınsa limonta yapan Taşyürek, kekleri ve sandviçleri de gittiği yerlerdeki öğrencilere yaptırdığını vurguluyor. Bu sayede öğrencilerin de harçlıklarını çıkarmalarına yardım eden Önder Bey, “Gittiğim yerde o yüzden menüm değişiyor, sabit bir menüm yok, kahve dışında. Hemde sürpriz oluyor yeni tatlar” diyor. “Arabayı görünce, insanların yüzü gülüyor” Sunduğu kahvelerin ve yiyeceklerin lezzeti kadar, turuncu minibüsü ile de dikkat çeken ve sempati toplayan Ozo için, Önder Taşyürek şöyle ifade ediyor, “Arabayı görünce insanların yüzü gülüyor, arabanın kendisi sevimli. İçeride ne sattığından bağımsız olarak araba kendine çekiyor zaten. ‘Al kahveni, git’ diye bir şey yok. Pek çok arkadaşım oluyor gittiğim yerlerde. Her şehri yüreyerek geziyorum. Sadece kahvecileri değil, tüm kitapçıları, antikacıları dolaşırım, hepsiyle tanışırız.” Üçüncü dalga kahvecilerin sayılarının artmasından da memnuniyet duyduğunu söyleyen Önder Bey, tüm kahvecilerin samimi insanlar olduklarını ve işlerini iyi yaptıklarını vurguluyor. Bazı fast food markalarının çok sayıda olmasının, hem kültürel tahribat yarattığını hem de tek bir merkezin pastadan pay almasına neden olduklarını belirterek, üçüncü dalga kahvecilerin sayısının artmasının iyi bir şey olduğunu söylüyor. Tesadüfün Böylesi Ozo’nun açıldığı günlerde, tesadüfen Amerika’da Colorado’da da aynı isimli bir kahveci açıldığını öğrenen Önder Bey’in, hoş da bir anısı olmuş. Bir gün, dükkânının kapısından içeriye bir Amerikalı çift girmiş ve kendilerinin de aynı isimde bir kafeleri olduğunu söylemişler. Tesadüf o ki, Önder Bey nasıl ressam ve kahveci ise, onlar da fotoğraf sanatçılarıymış. “Çok sevdiler dükkânımı, ahbap olduk, dükkânın fotoğrafını çektiler” diye anlatıyor Taşyürek. Ozo sabitken de, geziciyken de hep etrafındaki insanların görüşlerini alan Önder Bey’i ifade eden kelimelerden biri de kolektif olabilir. Güvenlik görevlisinden sokaktan geçen insana, arkadaşlarından kahve alan müşteriye kadar herkesle diyalog kuran Taşyürek, fikir alışverişlerinin ve paylaşımcı olmanın önemine dikkat çekiyor. Belki de Ozo’nun asıl sırrı, insanlarla kurduğu samimi ilişkilerde yatıyor. Ozo Coffee On The Road’un instagram hesabı: https://www.instagram.com/ozocoffeeontheroad/
Editör: TE Bilisim