Utku ŞENSOY Dünkü yazımızda, Kanal İstanbul tartışmaların siyasi boyutunu aktarmış, çevresel ve jeolojik faktörler açısından da uzmanların dikkat çektiği hususlara değinmiştik. Bu kez, konuyu jeopolitik açıdan ele alacağız. KANALIN JEOPOLİTİK FAKTÖRLERİ Kanal İstanbul’u bir başka bir boyutu ile, Montrö Türk Boğazları Sözleşmesi açısından irdeleyince tablonun bize gösterildiği kadar net olmadığını görüyoruz. 1936’dan bu yana yürürlükte olan Montrö, sadece Türkiye’nin değil Karadeniz’e kıyıdaş altı ülkenin güvenliğini de sağlamaktadır. Bölgesel güvenliğin vazgeçilmezidir, özellikle de Moskova açısından hayatidir. Romanya ve Bulgaristan 2004 yılında NATO ülkesi olunca bölgeye askeri üslerle kanca atan ABD’ye önemli ayrıcalıklar tanındı. Askeri uzmanlar, Montrö’nün işletilmemesi durumunda bölgesel istikrarın ciddi biçimde yara alabileceğine dikkat çekiyorlar. Kanal İstanbul üzerinden Montrö’yü “by pass” edebilecek Washington’ un, onlarca gemisini buradan geçirip Köstence’de konuşlandırıp Karadeniz’i istikrarsız bir deniz haline getirebileceği uyarısında bulunuyorlar. Montrö’deki 21 gün kısıtlaması, aynı anda 9 gemi ve 15 bin ton ile Karadeniz’de toplam 30 bin tonaj kısıtlamaları, uçak gemisi ve denizaltıların geçememesi kuralları Karadeniz’in yıllardır süren istikrarının temelidir. SOÇİ MUTABAKATI TEHLİKEYE GİRER Mİ? Kanal’ın yapımıyla Montrö’yü devre dışı bırakma çabaları de facto yaşama geçirilip, Karadeniz bir anda uluslararası emperyalist güçlerin onlarca savaş gemileriyle gövde gösterisine sahne olan Basra Körfezi’ne dönüşebilir. Washington’a yaranalım derken Moskova ile papaz oluruz. Rusya ile esen dostluk rüzgarı ve eşgüdüm adımlarını riske atmak ciddi sıkıntılara yol açabilir. Moskova güvenliğinin kırmızıçizgileri olarak gördüğü Montrö’nün delinme çabalarının ardından, Ankara’yı Soçi mutabakatı ile pekişen Türkiye-Rusya işbirliğini riske atmakla suçlayabilir. Ankara-Moskova gerginliğini ve ekonomik sonuçlarını yakın geçmişte yaşamıştık bu kez çok daha yıkıcı olabilir. [caption id="attachment_172918" align="alignleft" width="682"] ABD Destroyeri[/caption] İYİ DE BOĞAZ’IN GÜVENLİĞİ NASIL SAĞLANACAK? İktidar, Kanal İstanbul’un yapılmasına başlıca neden olarak İstanbul Boğazı’ndan geçen gemi sayısını gösteriyor. Independenta tankeri faciasının üzerinden 40 yıl geçti. 2005 yılında geçen toplam gemi sayısı 51 bin civarındaydı. Bugün ise 45 bin ve her geçen gün boğaz trafiğinde azalma yaşanmakta. 13 Mart 1994 yılında gece 22 sularında gerçekleşen Nassia tanker kazasının ardından alınan önlemler uyarınca boğazdan 200 metrenin üzerindeki tankerlerin gece geçişleri yasaklandı. İstanbul Boğazı’ndaki kazalara bakacak olursak hemen hepsi gece yaşanmış. Bu yasak sonrası aradan geçen çeyrek yüzyılda ise ciddi bir kaza olmamış. GEMİ SAYISI ARTACAK MI? 2005 yılında boğazdan geçen gemilerin yarısı tehlikeli yük taşıyordu. 2006 yılında Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattının yapılmasıyla bu oran üçte bire günde 20 tankere düştü. Küresel güçler ve nakliye tröstlerinin küçük gemilerden büyük gemilere yöneldiği bir dönemde gemi sayısının artacağını söyleyemeyiz. Dolayısıyla daha fazla yük taşıyıp daha fazla para kazanma hırsının olduğu bir dünyada gemi trafiğinin artacağından söz etmek yersizdir. [caption id="attachment_172919" align="alignleft" width="649"] ABD savaş gemisi[/caption] GEMİLERİ KANALA YÖNLENDİREBİLİR MİYİZ? Kanal İstanbul’dan geçirilecek gemilerden doğal olarak Panama ya da Süveyş Kanalı gibi ücret alınacak. Montrö Sözleşmesi yürürlükte olduğu sürece, Türkiye’nin kendi başına yayınlayacağı Kararname ve yasalar ile ticaret ve savaş gemilerini kanaldan paralı geçmeye zorlaması ise mümkün değil. Ayrıca, giderek azalan gemi sayısıyla yılda 8 milyar dolar gelir elde edileceği iddiaları da gerçekçi değil. Geçen yıl İstanbul Boğazından toplam 40 bin, günde yüzün üzerinde gemi geçtiği düşünülürse, ancak gemi başına 200 bin dolar alınırsa bu rakama ulaşılabilir. İstanbul Boğazı’ndan ücretsiz geçiş dururken hiçbir gemi bu denli büyük meblağlar ödeyerek ücretli Kanal’dan geçmeyi tercih etmeyeceği açıktır. KANAL İSTANBUL YERİNE NE YAPILABİLİR? Uzmanlar, Samsun-Ceyhan gibi Anadolu üzerinden geçen bir petrol boru hattı yapılacak olursa, boğazlardan geçen tanker sayısının dörtte bire düşeceğini, gerek maliyet, gerekse çevre ve bölgesel istikrar açısından bu yönde atılacak bir adımın çok daha isabetli olacağını ifade ediyor. Peki tüm bu veriler ışığında Montrö Sözleşmesi mi değiştirilecek? Böyle bir girişim kimin ekmeğine yağ sürer? önce ana hatlarıyla Montrö’ye bakalım. SÖZLEŞME NE İÇERİYOR? Montrö Sözleşmesi Çanakkale ve İstanbul Boğazlarını serbest suyolu olarak belirlemiştir. Ticari Gemilerle ilgili 2. Maddesine göre, “Barış zamanında, ticaret gemileri, gündüz ve gece, bayrak ve yük ne olursa 3. madde hükümleri (sağlık şartları) saklı kalmak üzere, hiçbir işlem (formalite) olmaksızın, Boğazlardan geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım) tam özgürlüğünden yararlanacaklardır.” Sözleşmenin I sayılı Ek’ inde öngörülen vergilerden ve harçlardan başka, bu gemilerden hiçbir vergi ya da harç alınmayacağı hükme bağlanmıştır. Askeri Gemilerle ilgili hükümlerse Sözleşme’nin 8-21 maddelerinde sayılmıştır. 12. Madde: “Sadece Karadeniz’e kıyıdaş devletler Boğazlardan gündüz ve su üstünden olmak kaydıyla denizaltı geçirebilirler.” 13. Madde: “Boğazlardan savaş gemisi geçirmek isteyen devletler, Türkiye’ye diplomatik yoldan başvururlar. Bildirilen tarihten sonraki beş gün içinde Boğazlara giriş yapılmak zorundadır.” 14. Madde: “Boğazlarda transit geçişte bulunabilecek bütün yabancı deniz kuvvetlerinin en yüksek toplam tonajı 15 bin tonu aşmayacaktır.” “Bununla birlikte, bir önceki fıkrada belirtilen kuvvetler dokuz gemiden çok gemi içermeyeceklerdir.” 28. Madde: “İşbu Sözleşmenin süresi, yürürlüğe giriş tarihinden başlayarak, yirmi yıl olacaktır. Bununla birlikte, işbu Sözleşmenin 1. maddesinde doğrulanan geçiş ve gidiş-geliş özgürlüğü ilkesinin sonsuz bir süresi olacaktır.” Sözü edilen yirmi yıllık sürenin bitiminden iki yıl önce, hiçbir Bağıtlı Yüksek Taraf (imzacı devlet), Fransız Hükümetine Sözleşmeyi sona erdirme ön-bildirimi vermemişse, işbu Sözleşme, bir sona erdirme ön-bildirimin gönderilmesinden başlayarak, iki yıl geçinceye kadar yürürlükte kalacaktır. Bu ön-bildirim, Fransız Hükümetince, Bağıtlı Yüksek Taraflara iletilecektir. İşbu Sözleşme, işbu madde hükümlerine uygun olarak sona erdirilmiş olursa, Bağıtlı Yüksek Taraflar, yeni bir Sözleşmenin hükümlerini saptamak üzere kendilerini bir konferansta temsil ettirmeği kabul etmektedirler.” Görüldüğü üzere, Sözleşme’nin değiştirilmesi, fesih edilmesi veya yenilenmesi sadece Bağıtlı Yüksek Taraflar olan; Bulgaristan, Fransa, İngiltere, Hindistan, Yunanistan, Japonya, Romanya, Türkiye, Sovyetler Birliği (Rusya Federasyonu) ve Yugoslavya (?) (Sırbistan olabilir) devletlerinin yetkisindedir. Ancak, Kanal İstanbul projesinin tetikleyeceği uluslararası tartışmaların, Montrö Sözleşmesini de tartışmaya açabileceğini göz ardı etmemeliyiz. MONTRÖ DEĞİŞSE NE OLUR? Bazılarımız “Montrö değişse ne olur ki?” görüşündeler. Son dönemde bazı çevrelerin sıkça dile getirdikleri “Montrö Sözleşmesi’nin değiştirilmesi”, konusunun sonuçlarını iyi tartmalıyız. Çok sayıda askeri ve diplomatik uzman, bunun Türkiye açısından ciddi güvenlik, savunma ve demografik sorunlara yol açabileceğine dikkat çekiyor. Karadeniz’e kıyıdaş olmayan devletlerin Karadeniz’e savaş gemileri çıkarmalarını kısıtlama yetkisi ortadan kalkacak olursa, son dönemde ülkemizi güneyimizden kuşatıp her tür askeri hamlemize engel olan “stratejik ortağımız-güney komşumuz” ABD ve diğer emperyalist güçler (ile onların terör örgütü PKK-PYD benzeri maşa ve taşeronları) kuzeyimizden de “komşu” olacaklar. Bu Türkiye’nin tam anlamıyla kuşatılması anlamına gelecektir. ABD’NİN POZİSYONU NEDİR? Dünyadaki okyanus, deniz ve suların neredeyse yüzde 70’ini kontrol eden Amerikan Deniz Kuvvetleri’nin serbestçe giremediği tek yer Karadeniz’dir. Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin getirdiği kısıtlamalar nedeniyle Washington bölgede istediği gibi at koşturamamaktadır. Washington’un öteden beri el altından Karadeniz’de kalıcı deniz gücü bulundurmanın yollarını aradığı biliniyor. 2008 yılında Gürcistan’daki kriz sırasında Washington’un Karadeniz’e göndermek istediği hastane gemisi Montrö Sözleşmesinin tonaj kısıtlamasına takıldığını anımsayalım. Sanırım, yukarıda “kimin ekmeğine yağ sürer?” sorumuz kendiliğinden yanıt bulmuş oldu. KANAL İSTANBUL TÜRK-RUS İLİŞKİLERİNİ ETKİLER Mİ? Kanalın yaşama geçirilmesiyle, Montrö Sözleşmesi’nin değiştirilmesinin gündeme gelebileceği olasılığı, bölgesel jeopolitik dengeleri ve Ankara-Moskova ilişkilerini nasıl etkileyeceği sorusu sanırız içinde bulunduğumuz dönem itibarıyla en hassas konu. Komşumuz Yunanistan’a konuşlandırdığı Patriot hava savunma sistemlerini ülkemizden esirgeyen, onların satın aldığı S300’lere göz yuman “stratejik ortağımız” ABD, biz Rusya’dan S400 hava savunma sistemi alınca küplere bindi. Türkiye’yi F-35 Müşterek Taarruz Uçağı ortaklığından dışlayıp, 1 milyar dolar civarındaki katkımıza rağmen, uçakları Türkiye’ye teslim etmekten vazgeçti. Her fırsatta Ankara’nın hamlelerine set çekip, ekonomimizi baltalayan, Türk Akımı doğalgaz boru hattına karşı olan, Türkiye’ye yaptırım ve ambargo ile tehdit eden ABD, yaptırımlarını yaşama geçireceğinin somut adımlarını atmaya başlayacak. Ankara’nın, Moskova, Tahran ve Pekin ile yakınlaşmasından rahatsız olan Washington, Kanal İstanbul’ un ardından Montrö’yü delip, postu Karadeniz’e sermeye kalkıp bölgeyi Basra Körfezi’ne çevirirse işte o zaman yandı gülüm keten helva. Türk-Rus ilişkileri bir daha kolay kolay onarılamayacak derin bir yara alacaktır. Bazı konular vardır, canınızı sıkar, o konuda topa girmek istemezsiniz. Görüşünüz bellidir, yazar, muhabir olarak kendinizi taraf hissedersiniz… Kanal İstanbul konusundaki tartışmalar tam da böyle bir konu işte. Ancak vicdanınızın sesini dinlemeye başlayınca, yapılacak olan işin salt İstanbulluları ya da bir bölge halkını ilgilendirmekten çok, ülke geleceğini şekillendireceği kaygısına kapılınca duramaz, susamaz görüşünüzü-düşüncenizi paylaşmak zorunda hissedersiniz. Biz de bu bağlamda Kanal İstanbul Projesi’ ni, çevresel, jeolojik ve bölgesel güvenlik açısından tarafların görüşleriyle aktarmaya çalıştık. Olayın iktisadi-siyasi-uluslararası boyut ve sonuçlarına katılmayabilir, yok öyle olmayacak diyebilirsiniz, ancak takım tutar gibi parti tutup görüşünü şekillendirenler için bir çift sözümüz olacak: Bu konuya yaklaşımınız için doğaya, çevreye biraz daha duyarlı ve saygı penceresinden bakabilmeniz yeterli. Hangi çevre sorunu kazma vurarak halledilebilmiş ki? Burada söz konusu olan, doğaya hançerle-kazma-kürek-kepçe ile dalmak değil. Harita ya da Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun ifadesi ile tarihin değişmesidir. Umarız bu büyük değişim vatanımızın, milletimizin ve bölge ülkelerinin hayrına olur.