“Tüm yerel yönetimlere çağrı yapıyoruz; ruhsat aşamasından önce Mimarlar Odası denetiminin olması gerekiyor”

Elazığ ve Malatya’da 24 Ocak’ta meydana gelen depremlerin ardından yaşanan can ve mal kaybı, gözleri deprem konusunda Türkiye’nin ne kadar hazırlıklı olduğu sorusuna çevirdi. Tartışmalar “olası bir İstanbul depremi”ni de içine alarak sürerken, “ihmalkârlık, afet” gibi bakış açıları da sunuldu. Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB)’nin Ankara Mimarlar Odası Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, 24 Saat gazetesine verdiği demeçte, depreme karşı ne tür önlemler alınması gerektiğini, olası bir İstanbul depremini ve Ankara’nın deprem konusundaki risk haritasını değerlendirdi
SULTAN YAVUZ - Geçtiğimiz günlerde meydana gelirerek, kamuoyunu derinden etkileyen Elazığ ve Malatya depremleri, deprem konusunda alınması gereken önlemlerin ne ölçüde hayata geçirildiğini gün yüzüne çıkardı. Deprem nedeniyle meydana gelen can ve mal kayıpları, olası bir İstanbul depreminin de sonuçları hakkında düşünmeye iterken, ortaya çıkan tablo da 2011 yılında yaşanan Van depreminden bu yana, Türkiye’nin deprem konusunda ne kadar yol aldığını gösterdi. 24 Saat gazetesine açıklamada bulunan Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB)’nin Ankara Mimarlar Odası Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, “Depremin bir doğa olayı olduğunu ve bu kaçınılmaz durumun yol açtığı kayıpların bilim ve teknolojinin kullanılmasını da içeren yönetsel anlayışlarla önlenebileceğini belirtti. Karakuş, çok yönlü olan deprem konusunda, “Deprem afet değil bir doğa olayıdır, ortada siyasi bir afet vardır” dedi. Karakuş, Türkiye’nin depremle yaşamayı öğrenmesi gerektiğini belirterek, depreme karşı önlem alınırken, sadece binanın sağlamlığının değil, belli noktalarda yapılaşmaya izin verilmemesinin de önemli olduğunu belirtti. Deprem konusunda önlem alması gerekenin ve doğrudan sorumlunun yöneticiler olduğunu hatırlatan Karakuş, 1999 Marmara depreminin ardından önlemlerin alınması gerektiğini belirterek, “Teknoloji gelişiyor ve önceden zaman ve şiddet konusunda tahmin yürütebiliyorsunuz. Gelişen teknolojiye ve doğaya uygun bir yapılaşma sürecinin tanımlanması gerekiyor. Yönetenler ve iktidarlar bu süreçte doğrudan sorumlu çünkü halkın bu önlemi alması beklenemez, sonuçta kamusal ve toplumsal bir hizmet verilecekse bu devletten beklenir “ dedi. “Denetim işi kamusal bir iştir, siz onu parayla özel sektör üzerinden yapamazsınız” Fay hatları üzerinde yapılaşma süreçlerine doğru ve ciddi bir tavrın konulması gerektiğini kaydeden Karakuş, vadilerde, dere yataklarında ve yeşil alanlarda yapılaşma izninin verilmemesi gerektiğinin altını çizerek, binaların yapımlarına dair şunları söyledi: “Ne yazık ki, şimdiye kadar dikkate alınmadı. Deprem haritasıyla plan haritasının çakışmadığı görülüyor. Siz inşa ederken, oranın jeolojik haritasına, deprem haritasına bakacaksınız. Planlama konusunda sıkıntı var, çünkü bu alanlar yapılaşmaya açılıyor. Diğer konu ise özellikle son 18 yıla baktığımızda, tüm ekonomik sermaye birikimi inşaat üzerinden yoğunlaştırıldı. İnşaat alanını belirleyen üç alan vardır; biri imar, diğeri yapı ve üçüncüsü de toprak düzenidir. Bu alanlar üzerinde de çok ciddi yönetmelik ve kanun değişiklikleri yapıldı.Yani orman, mera, kıyıların yapılaşmaya açılarak planlama süreçlerinin sakatlanması ve yapı üretim sürecinde denetimsiz bir organizasyon ortamı sağlanması. Bu noktada meslek odalarını devre dışı bıraktılar. Müteahhitlik sistemini daha da özendirerek, herhangi bir teknik alt yapısı olmayan herkesin müteahhitlik yapma sürecini ortaya koydular. Kamunun aslında inşaat yapım sürecindeki denetimden elini çekiyor olması, sadece bunu yapı denetim firmalarını özelleştirilmesi süreci, meslek odaları tarafından çok eleştirilmişti. Denetim işi kamusal bir iştir, siz onu parayla özel sektör üzerinden yapamazsınız. Eskiden binaların yapım sürecini belediyeler denetliyordu. Şimdi yapı denetim firmaları denetliyor ve bunlar özel sektör. Bunu çözemedikleri için yarı kamusal, havuz sistemi gibi şeyler yapılmaya çalışılıyor ama sistemin kendisi yanlış. Dolayısıyla bir denetimsizlik ortamı sundular ve bunu biraz da özelleştirerek yaptılar. Devletin yapması gerekeni, kişinin inisiyatifine bırakıyorsun, yapar ya da yapmaz.” “Depreme önlem alınmaması en büyük afet” Deprem konusunda bilim insanlarının sürekli uyarısına rağmen, yöneticilerin buna çözüm bulmamasının afetin başlıca nedeni olduğunu vurgulayan Karakuş, “Deprem bir doğa olayı, bin yıllardır oluyor. Buna yönelik bir önlem alınmaması zaten en büyük afet” dedi. İktidarın bilim ve tekniği rehber almadığı yönünde eleştiren Karakuş, şunları söyledi: “Elazığ depreminde, ‘Yapan biz değiliz, çözen Allah’ deniyor. Böyle bir basın açıklaması varsa, haikaten bizim söylediklerimizin bir anlamı olmuyor. Aklı selim yöneticilerin, devlet âdabı ve ahlâkı almış insanların yapması gereken, bilimi rehber edinmek. Bilimi rehber edinmeyince de, ne desek bir şey ifade etmiyor. Bence çok büyük siyasi afet durumu yaşıyoruz. Bunun sonucu olarak da güvensizlik ortamı var. Elazığ’dan bizi arayan vatandaş, evi hasarlı olduğu için Tunceli’deki akrabasına gittiklerini, Bakanlık’tan gelenlerin evleri için ‘Gayet iyi, girip oturabilirsiniz’ dediklerini ancak rapor da vermediklerini söyleyerek, ‘Siz Mimarlar Odası olarak geçmişteki depremde de gelip tespit etmiştiniz. İçeri girilebilir derseniz, gireceğiz’ diyor. Mevcut düşünce ve bakış açısı nedeniyle insanlar giderek yöneticilere ve devlete güvenmiyor. Burada ihmal söz konusu değil, bakış açısıyla ilgili sıkıntı var. Siz fay hattı üzerinde teknik elemanları koyacaksınız, fay hattı üzerindeki envanteri çıkaracaksınız, bunların röntgenleri çekilecek zaten teknoloji çok gelişmiş durumda. Yapay zekâ varken, sen Allah’a bırakamazsın işini. Envanteri çıkarıp, güçlendirilecek yapıları güçlendireceksin, yıkılması gerekenleri de yıkacaksın. Bu kadar basit. Bunu neden yapmıyorsunuz?” Dolayısıyla o mu ihmaldi, bu mu ihmaldi derken aslında sorunun ana kaynağından uzaklaşıyoruz. Problemin ana kaynağı bu günkü iktidar; planlama süreçleriyle, imar ve yapı süreçlerinin hepsini rant odaklı şekillendirdikleri için...” “ İstanbul depremine tüm Türkiye’nin hazırlanması gerek” Olası İstanbul depremine de değinen Karakuş, İçişleri Bakanlığı’nın depremin şiddetini söylemesi yerine, deprem için nasıl bir master planı olduğunu açıklaması gerektiğini belirtti. “Şu çok açık ki, İstanbul’da deprem olduğunda, müdahale edilemeyecek” diyen Karakuş, İstanbul depremine tüm Türkiye’nin hazır olması gerektiğini vurguladı. Deprem hâlinde İstanbul ile iletişimin kesilebileceğini kaydeden Karakuş, “çürük altyapı” nedeniyle insanların deprem ânında evlerinden çıkıp toplanma alanına gidemeyeceklerini söyledi. Karakuş şunlara dikkat çekti: “Geçtiğimiz Eylül ayında İstanbul’da meydana gelen depremde hatırlarsanız bir anda iletişim koptu. Böyle bir durumda sizin hemen acil planınızın devreye girmesi gerekiyor, iletişim hatlarınız ne olacak? Mesela tüm elektirik sisteminiz gitti, sonra? Telgraf sistemine dönmeniz gerekebilir. Tüm bu senaryoların yazılması gerekiyor ama yazılmıyor. Olası İstanbul depreminde, sadece Bakanlığın kadrolarının yeteceğini de düşünmüyoruz. Bu durumda, beğenseniz de beğenmeseniz de, bu bilim ve tekniği rehber edinmiş meslek odalarıyla yan yana durmak zorundasınız. Öte yandan, açık sınıfsal durum da ortaya çıktı; zenginlerin evleri yıkılmadı, yoksulllar öldü...” “Ankara’da yapılaşmanın en sıkıntılı yeri Demetevler” Karakuş, Ankara’da yapılaşmanın en sıkıntılı yerinin Demetevler olduğunu ve bunu dikkate almak gerektiğini belirterek, Ankara’nın “her şeye dayanıklı bir şehir olmadığını” ifade etti. “Ankara’yı depreme hazırlamak lazım” diyen Karakuş, 12 Kasım’daki Düzce depreminde, Ankara’nın da sallandığını hatırlattı. Ankara’nın nefessiz bırakacak bir planlama süreci yaşadığına dikkat çeken Karakuş, kentin ayrıca dönemsel olarak sel felaketlerinin yaşandığı bir yer olduğunu söyledi. Karakuş Ankara’nın durumunu da şu sözlerle özetledi: “İmrahor Vadisi, Türkgözü, Akdere bölgesine baktığımızda, Şereflikoçhisar’dan Atatürk Orman Çiftliği’ne kadar uzanan bir ekolojik eşikten bahsediyoruz. Bu alanın içinde çok ciddi bir yapılaşma öngörülmemiş çünkü taşkın bölgeleri. Tüm bunlar Ankara’nın risk haritalarının içinde olması gerekiyor ama yeterince dikkate alınmıyor. İmrahor Vadisi gibi binlerce yıldır yapılaşmaya açılmamış yer yapılaşmaya açılıyor. Kanal İstanbul, Kanal Çeşme derken Kanal Ankara başladı zaten. İmrahor Vadisi’nin hemen yanında Sinpaş Kuleleri yapıldı, heyalan bölgesi orası, kayıtlara geçmiş durumda ve tapulara şerh düşülmüş. Her açtığımız davayı kazandık ama plan değişikliği yaparak devam ettiler, vadileri yapılaşmaya açtılar. Büyük Esat Vadisi’nin de tabanını doldurdular, üstüne inşaat yapıyorlar. İleride en ufak bir doğa olayında tüm binalar vadiye yatacak, bunu görmemek mümkün değil...” Yerel yönetimlere çağrı “Mimarlar Odası rant ilişkilerine karşı çıkıyor diye bir meslek örgütünü devre dışı bırakamazsınız” diyen Karakuş, “Mimarlar Odası’nın denetiminden uzak bir yapılaşma süreci tarifleyemezsiniz” diye konuştu. Karakuş, oda olarak görevlerini ve yerel yönetime çağrılarını da şöyle ifade etti: “Mimar olup olmadığını bilmediğimiz insanlar, taahhütname ile belediyelerde iş yapar hâle geldiler. Böyle bir yapı düzeni kurulabilir mi? Ama kuruldu, neden? Çünkü denetimsiz bir ortam isteniyor. Dolayısıyla, tüm yerel yönetimlere çağrı yapıyoruz; ruhsat aşamasından önce Mimarlar Odası denetiminin olması gerekiyor. Mimarlar Odası bu binayı yapanın mimar olduğunu, yerinin doğru olduğunu, her şeyini denetliyor. Yani bir AVM yapılırken, bunun orada yaratacağı toplumsal süreç, ısı adaları, iklim, hepsinin çevresel etki değerlendirmesi yapılıyor. Mesela bize geliyor, dere yatağına plan geçirmişler ve dere yatağına yapılaşma izni vermişler. Biz onun dere yatağına yapıldığını teşhis ediyorsak, planına da dava açıyoruz, o projeyi de onaylamıyoruz. Togo İkiz Kuleleri bize geldi, onaylamıyoruz çünkü biz plan aşamasında dava açmışız ama bize de denetime geldi. Denetimini yapmıyoruz çünkü hukuğa aykırı bir yerde yapmışsın, kamu yararı yok. Ruhsattan önce, belediye onay vermeden Mimarlar Odası’na gelseydi, biz vermeyecektik ve o da ruhsatı alamayacaktı. Togo İkiz Kuleleri de yargı sürecine rağmen öyle bitmeyecekti. Bütün yerel yönetimlerin Mimarlar Odası’yla mesleki ve toplumsal denetim protokolleri yapması gerekiyor. Hem yapıyı denetliyoruz hem de o yapının topluma etkilerini… Bunu devlet bile yapamazken ne yazık ki devre dışı bırakılıyoruz. Zihniyet değişimine ihtiyacımız var. Biz bu ayki genel kurul toplantımızda aşağı yukarı tüm meslek odaların ile birlikte yeni dönem eylem planlarımıza depreme hazırlığını da koyuyoruz. Oda olarak depreme hazırlık komisyonlarının kurulması, AFAD gibi hazırlık ekipleirnin kurulması, ‘siyah baretliler’ dediğimiz bir çalışmanın başlaması gibi programlarla depreme hazırlanıyoruz, bize ihtiyaç olacak. Deprem bir doğa olayı ama onunla başa çıkmak bilimin işi...”
Editör: TE Bilisim