Yusuf KANLI Varsa yoksa beş balya, 20 kutu, 2000 adet hap. Velev ki her derde derman ilaç, kime yetecek, kime derman olacak. Birkaç galon hijyen malzemesi, üç beş düzine de eldiven, birkaç koruyucu malzeme… Başbakan Ersin Tatar ve Ulusal Birlik Partisi bir yanda Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ve Rumsever koalisyonu diğer yanda bir kavgadır gidiyor. Niye talep edildi? Niye ve nasıl KKTC’ye getirildi? Dahası, bu malzemeler kimden geldi? Tabii sorulması gereken en önemli soruyu başta da sorduk, bu merhem hangi kele deva olacak? Birisi taa belediye başkanlığından avukatı, hatta kankası olan bir savcıya güvenebilir. Diğeri mevcut yasal çerçeveye göre adı, soyadı veya unvanı ne olursa olsun herkesin ülkeye nasıl herhangi bir mal getirilebileceğini bilerek “Yanlış bu iş… KKTC’nin varlığını, KKTC’nin başındaki insan KKTC yasalarını tümüyle ezip geçerek inkar ediyor” diye yırtınıyor, üstelik yüksek yargıdan da ona “Haklı, ithalatın nasıl yapılacağının usulleri belli” desteği geliyor. İl kez mi gümrük mevzuatı çiğneniyor KKTC’de? Yoo… Kevgire döndü mevzuat. Peki şimdi niye bu kavga, gürültü? Seçimde avantaj yakalamaya çalışıyor birisi, diğeri de “Yemezler canım, hile yaptın” demeye getiriyor. Böyle bakınca az da olsa anlaşılıyor durum. Ama işin bam teli orada değil esasında. Aklı vücudundan birkaç adım önde çalışan bazı arkadaşlar yanlış fikir verdiler herhalde Akıncı’ya. Akıncı’nın Toplumcu Demokrasi Partisi (TDP), malum, ister sağdan ister soldan sayalım alabileceği oy yüzde 7, hadi bonkör olalım 8. Akıncı da iyi biliyor. 2015’de yaptığı gibi, Lefkoşa Belediye Başkanlığı seçimini de TDP adayının aldığı gibi, Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) içerisinde gerginlik yaratmak, kendi adayına karşı parti içerisinde bir “istemeyiz” grubu oluşturmak, CTP’li seçmeni kendileri etrafında toparlamak. İyi de CTP’li seçmeni nasıl tavlayabilir Akıncı? Kıbrıs sol cenahında, CTP içerisinde ve onun da solundaki gruplarda, enteresan bir hastalık var; Rum ne eylerse güzel eyler, Türk ve Türke ait ne varsa kötüdür. İflah olmaz bir Türkiye düşmanlığı var bu gruplarda. İşte o aklı evveller Akıncı’ya Türkiye’ye karşı “dik durması” tavsiyesinde bulundular. “Dik durmak” ile “diklenmek” arasındaki farkı ya bilmiyorlardı, ya da Akıncı vaziyetin farkında değildi. 2015’de Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a karşı “Kıbrıslılık ruhu” ile hareket edip, “dik durarak” yarattığı kontrollü gerilim sonucunda Ankara’ya gidip “biat” etme zorunda kalmıştı ama, evde de “İşte bak, lider bu… Nasıl da kafa tuttu” diye de prim topladı. Sonuç belki de çok güzel olacaktı. Seçim sürecine girildiği dönemde de “Türkiye’nin desteklediği adaya karşı Kıbrıs Türk adayı” gibi bir imaj yaratmaya, bile isteye Türkiye Cumhurbaşkanı ile bir gerilime girmeye çalışıldı. Sanki gündeme herhangi bir dönemde gelmiş, veya Türkiye’de öyle bir strateji varmış gibi, bir gazete mülakatında Türkiye’ye ilhakın perişanlık olacağını yumurtlayıverdi Akıncı. Cumhurbaşkanı Erdoğan cevap verse planları tutacak, sol seçmeni etrafında pekiştirecekti umudu, ama olmadı. Cumhurbaşkanı yardımcısının bir tek açıklaması ve bazı alt düzey iktidar partisi yetkilisinin kınaması ötesinde sonuç elde edemedi. Yine de umudu yüksekti. Ne zamana kadar? Korona virüs krizi başlayınca işler değişti. Avrupa Birliği musluğu Rumlara bonkörce açarken KKTC’ye sadece 5 milyon avro, onu da sadece sağlık projelerine vermeye karar vermesi, Rum liderin yönetimine verilen AB yardımını Kıbrıs Türkü ile paylaşmaya niyet bile etmemesi; Türkiye’nin Kıbrıs Türkü açısından bir kez daha tek kurtarıcı olduğunun ortaya çıkmasına kadar. Yine de Akıncı risk alıp Ankara’ya telefon edemedi, mektup yazarak yardım istemeyle yetindi. Telefon etse ne kaybederdi? Ret mi edilirdi? Gururu mu kırılırdı? Türkiye düşmanı solcuları mı kızdırır, maazallah desteklerini mi yitirirdi? Hükümet halbuki Ankara ile sabah, akşam konuşuyor ve gerek maddi, gerekse malzeme desteğini imkanlar çerçevesinde almıyor muydu? Karizması kötü çizilmişti. Durumu değiştirmesi gerekirdi Akıncı’nın. Telefon etti Rum lidere. Pozisyon gayet uygundu, Akıncı iyi pas atmıştı, Rum lider de golü attı. Yararlı olduğu tartışmalı, KKTC Sağlık Bakanlığı depolarında 20,000 adet bulunan bir ilaçtan her biri dört kutudan oluşan beş balya, toplam 2,000 adet hap, biraz hijyen malzemesi, koruyucu eldiven vs. gönderiverdi. Böylece Rum liderliği dünyaya sanki Kıbrıs Türk tarafına sağlık yardımı yapmış gibi bir görüntü verdi, ancak Akıncı “Ben değerli adamım, bak istedim Rumlardan sağlık yardımı hemen geldi” mesajını veremedi çünkü Rum yardımının azlığı, anlamsızlığı ve KKTC’yi reddederek gümrük işlemi yapılmadan KKTC Cumhurbaşkanı tarafından kabulü emsalsiz bir skandal ve hukuksuzluk oluşturdu. KKTC’de hükümette ciddi sıkıntı olduğu doğru. Bir önceki başbakandan destek istenerek üçlü bir koalisyon arayışları, bacanak ilişkileri, sağlık bakanının ciddi gayriciddi performansı, bir başka eski başkan ve çevresi tarafından parti parası paylaşımı iddiaları, istifa eden danışman, küsen parti ideoloğu ve saire ve saire, UBP’nin de hükümetin de çok da sağlam olmadığını sergiliyor. İyi de Cumhurbaşkanının görevini muhalefetle işbirliği içerisinde Anayasayı iğfal ederek altı ay niye uzatmıştı bu hükümet? Korona virüs krizi döneminde seçim yapılamayacağı değil miydi sebep? Peki üçlü seçim koalisyonu kurup, istikrarı bozup, erken seçime gitmeyi düşünmek neye hizmet edecek? Yapar mı bilemem. Ama Yeniden Doğuş Partisi iddiasına sahip çıkar ve Akıncı’nın görev süresinin dolduğu 26 Nisan geçer geçmez “Cumhurbaşkanı yasal değildir” diye Yüksek Mahkemeye seçimi erteleyen ve Akıncı’nın süresini Anayasaya aykırı 6 ay uzatan meclis kararının iptalini ister ve Yüksek Mahkeme görüşmeyi kabul ederse, enteresan yeni bir dönem başlar. Belki kaos çıkar ama, hukukun üstünlüğünü keyfi yönetim alışkanlığına kapılan siyasilere öğretmek açısından Yüksek Mahkemenin iptal kararı vermesi – ki mevcut ahbap çavuş sistemi içerisinde çok zor görünüyor – muhteşem bir gelişme olur. O gün KKTC’de hukukun üstünlüğü, hukuk devletinin varlığı dosta düşmana gösterilir.