Ankara Kalesi’ndeki Atpazarı esnafından derici Mustafa Katlı, hem doğduğu hem büyüdüğü Kale bölgesinden kopamayanlardan… Eski Kale’yi, alışverişe gelen köylüleri, tüccarları, tükenen mesleklerden tiftik ve yüncülük işiyle uğraşanları, pazar kurulduğunda ortaya çıkan curcunayı ve eski esnafların iş ahlakını unutamayan Katlı, doğduğu Kayabaşı’nı da anarak, kaybolan her şey gibi eski komşuluk ilişkilerinin de kalmadığını ifade ediyor. Kale’deki çan saatinin bir zamanlar çaldığını ve sesinin yankılandığını dile getiren Katlı, çan sesiyle birlikte kaybolan eski Kale’yi 24 Saat gazetesine anlatıyor
SULTAN YAVUZ/ANKARA 1970’li yılların sonu… Ankara Kalesi’nin Hisar Kapısı’nın sol burcunda yer alan Saat Kulesi saat başı çalmaktadır. Saat on olduğunda, çan on kere çalacak ve sesi Ulus’tan, Ulucanlar’dan ve Hacettepe’den duyulacaktır. Dış Kale’de bir Salı günü hareketli ve renkli bir pazar alanı olarak resmedilebilir. Dericiler, bakliyatçılar, tiftikçiler bir yanda, Ankara’nın köylerinden hava daha aydınlanmamışken eşeklerle gelen halkın yanlarında taşıdıkları yumurta, peynir, süt ürünleri bir yanda… Kalabalık nedeniyle güçlükle yürünen sokaklar ve bu kalabalığa sevinçle bakan çocuk yaştaki Mustafa Katlı… “Kale’deki çan saati saat başı çalan büyük bir semboldü ve sesi her yerden duyulurdu. Dibinde kuyu vardı, çok hassas bir yapısı vardı, ağırlıkların biri iner biri çıkardı. Haftada bir kez saatçi tarafından kurulurdu. Daha sonra gelen yerleşimciler o ağırlığı kesti, iplerini de çamaşır asmak için kullandılar. Çok uğraştılar eski hâline getirmek için ama yapamadılar, o hassas yapısını yeniden tamir edemediler” diyor Katlı. 1964 yılında Kayabaşı mahallesinde doğan ve buradaki nüfus kütüğü de 1830’lu yıllara dayanan Katlı, kuru gıda sattığı için bir ölçü birimiyle lakabı anılan Lağcı İsmail Ağa’nın torununun oğludur. Orada hâlâ evlerinin durduğunu kaydeden Katlı, ilkokulu da Yenihayat okulunuda bitirir. Okulun 1972’de yıkıldığını ve Atpazarı Sokağı’nın da 1985’te Kayseri Caddesi adıyla değiştirildiğini belirten Katlı, daha sonra eski isme dönüldüğünü söylüyor. Akrabaları Ankara’nın farklı yerlerine dağılsa da, kendisinin Kale’den vazgeçemediğini ifade eden Katlı, mesleğini ve geçmiş günleri şöyle anlatıyor: “Bizim sülale mesleğimiz aslında matbaacılıktır ve amcam, onun amca çocukları, babam… Ben de matbaa işine girdim ama o zaman şimdiki gibi değildi, kurşun zehilenmesi yaşadığım için bıraktım. Babamın bir mesleği de kasaplıktı, ben de yaptım ve çocukluktan beri ticaretin içindeyim. Şimdi de yazıhane olarak kullandığım bu mekândayım, toptan dericilik işindeyim. Salı günleri Atpazarı Sokak’tan Güven Çarşısı’na kadar pazar nedeniyle tıklım tıklım olurdu. Tüccarlar, köylüler, keçeciler, nalbant malzemeleri… Dedem de semerciydi ve semer dışında, yan ürünleri satmazdı ki bu da Ahilik âdabından kayklanıyordu bence. Toptancılar vardı, şimdiki Divan Oteli bilirsiniz, orada… 1990’lardan sonra GİMAT kurulunca gittiler. Kale’de segment değişti, kültürel faaliyetler öne çıktı, pek çok restoran kapandı ve ne yazık ki Kale için geç kalındı...” “Dericilik Ankara’da yüzde 85 azaldı” Katlı, çocukluğunda hatırladığı yüncü ve tiftifçilerin kalmadığını, söz konusu malzemelerin bir zamanlar çok değerli olduğunu söylüyor. Sentetik deriyle birlikte derciliğin de öldüğünü savunan Katlı, “Bizimle birlikte 40 esnaf daha vardı dericilik yapan, kalmadı. Eski meslkelerden tiftikçilik de öyle ama devlet desteklemek için alım yapıyor, kaybolmasın isteniyor ama nereye kadar? Eskiden Ankara’da çok büyük kesimhaneler vardı, kapanınca etler Konya’dan, Merzifon ve Amasya’dan gelmeye başladı ama deri de olmuyor tabii ki… Bizim iş toptancılığa döndü ve Kurban Bayramı gibi zamanlarda toptan alıyoruz, perakende yok. Ankara’da özelleştirilmiş olan ve Kazan, Çubuk, Yenikent’te buluna mezbahalar var, et ihtiyacını karşılasa da deri çıkmıyor. Dercilik Ankara’da yüzde 85 azaldı. Yüncülük de öyle… Yün ve tiftik birbirini kovalayan mesleklerdir. Eskiden Altınyıldız firması için temin merkeziydik, Boyner’e de yollardık, 15 yıldır bir kilo tiftik istemiyor, ihaleye bile katılmıyorlar” diyor. Eskiden keçecilerin de olduğunu ve bugün süs eşyası olarak kullanılan keçenin yataktan semere kadar çok geniş kullanım alanı olduğunu dile getiren Katlı, aynı zamanda eski Ahilik geleneği içinde esnafın birbiriyle dayanıştığını belirtiyor. Kale’den kopamayan Katlı, Kale esnafı değişse de bölgeyi hâlâ çok sevdiğini sözlerine ekliyor. “Dedemin işe saat kaçta gittiğini hiç görmedim” Katlı, 1980’li yıllarda Etnografya Müzesi’ne gelen turistlerin Kale’nin dışını da gezdiklerini ancak tur şirketlerinin günümüzde buna engel olduklarını savunuyor. “Hiçbir şey almasa, bir şişe su alırdı turist. Şimdi hisarın içini gezdirip götürüyorlar. Bence turist sayısı azalmadı ama buraya gelmiyor” diyor. Hafta sonları yerli halkın gezmek için geldiğini ancak pandemi nedeniyle bunun da ortadan kalktığını belirten Katlı, esnafın mecburen kepenk kapattığını da dile getiriyor. Kale’nin daha iyi bir hâle gelmesi için önce Kayabaşı’nın “ıslah edilmesi” gerektiğini ifade eden Katlı şunları söylüyor: “Eski esnaf ya Kale içinde ya da Kayabaşı’nda otururdu, sonra buralar çok bozuldu. Islah çalışması, yolların düzenlenmesi, park ve otoprak yapılması lazım. Oradaki evlerin birkaçı tarihi olabilir ama geneli değil, yıkılması lazım bence. Güvenlik de sağlanmalı, yeterli bulmuyorum. Eskiden restoranlar varken hareket oluyordu ama içki meselesi büyük sorun. Ankara halkı sadece çay içmek için Kale’ye gelmez, turist de geldiğinde bir kadeh bir şey içmek isteyebilir. Ne yazık ki halkımız içki denince korkuyor, oysa temiz ve güvenli içilse kime zararı var? 12 restoran vardı, içki nedeniyle mobbing uguladılar. İçkili mekânların yeniden açılması lazım...” Eski esnaftan “Kala kala Kasap Mahmut, Nurettin Özcan ve biz kaldık” diyen Katlı, önceki yıllarda Güdül ve Ayaş dolmuşlarının da Kale’den kalktığını, daha sonra Bentderesi’ne götürüldüklerini söylüyor. Köylülerin o yıllarda gün doğmadan geldiklerini belirten Katlı, “Ben dedemin işe saat kaçta gittiğini hiç görmedim. Mermerci Yusuf, dedem, Kahveci Ferhat ve Kel Mehmet’in dükkânlarının ne zaman açıldığını kimse bilmezdi, üçte mi, dörtte mi açıyorlardı bilinmez. Şimdi esnaf saat 10.00’da, 11.00’de geliyor. Herşey değişiyor… Aklıma geliyor o günlerimiz. Mesela Kayabaşı’ndaki sokakta oturan kadınlar, komşuluk ilişkileri… Sokaklar evin içi gibi gelirdi ve şimdi oturduğum apartmanda komşuluk ilişkisinden bahsedemem. Yıllar oldu sokağıma gitmedim, insan üzülüyor. Ama belki bizden sonraki kuşak da bugünleri güzel anacak kim bilir?” diyor.