Hani moda oldu ya bu günlerde, Şener Levent de yazdı: “Yanılmışım.”  Doğrusu Şener Levent ile siyasi duruşumuz, dünyaya bakış perspektifimiz çok farklı. O iflah olmaz bir Rum dostu, Kıbrıs Cumhuriyeti aşığı. Birisi Kıbrıs Türküne asalak dediği, parazit yerine koyduğu zaman, Türklükle, Türk olmakla dalga geçtiği, ayaklar altına aldığı zaman milleti, halkımı, aklıma gelir Mehmet Akf Ersoy ve veciz dizeleri: “Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem; Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem. Biri ecdâdıma saldırdı mı, hattâ boğarım!.. - Boğamazsın ki! - Hiç olmazsa yanımdan koğarım. Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam; Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam. Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle, Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle! Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum? Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum! Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim, Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim! Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım. Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım! Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu... İrticâın şu sizin lehçede ma'nâsı bu mu?” Tamam büyük şair bunu biraz değişik bir çerçevede söylemiş ama, geleceğini mandada, bir yerlere sığınmada, istiklali bir şeylerle takas etmeye çabalayanlara da tam cevap olmuş doğrusu. İşte o sebeple ben hiç yanılmadım. Bir gün dahi Rum tarafının barış istediğini, adayı, egemenliği, evi, barkı toprağı bizlerle paylaşmaya razı olacağını hiç düşünmedim; gün ortasında rüya görmedim. Güneyde, malum 1 Ekim’de Kıbrıs Cumhuriyeti yıldönümü kutlamaları yapılır. O da yanlış esasında, Kıbrıs Cumhuriyeti o tarihte kurulmadı, gerçek tarih 16 Ağustos 1960 ya, neyse... İşte o kutlamalar çerçevesinde Kuzey’deki en sadık Kıbrıs Rum kesimi taraftarı Şener Levent de DİKO, EDEK, Vatandaşlar İttifakı ve Yeşiller Partisi’nin düzenlediği bir etkinliğe konuşmacı olarak davet etmişler. Sorun var mı? Buraya kadar yok. Cumhurbaşkanları giderken vatandaşlar niye gitmesin öyle toplantılara. Ne katılmak bir paye, ne de katılmamak. Ama, birileri ayakları altına gaz bombaları atılırken “barış adına ses çıkarmamayı” düşünebilirken, Levent doğrusu ya adam gibi, gazeteci gibi davranmış, durumu olduğu gibi üstelik de “birinci elden yorumla” okuyucuya sunmuş. Doğru, gazeteci haberin konusu olmamaya çalışmalı der meslek büyükleri ama bu gibi durumlar doğrusu istisna. Adam haber olmaya falan çalışmamış, haber gelmiş ona çatmış. Yapacak bir şey yok onu üçüncü bir bakış açısıyla vermekten başka. Levent de tam da onu yapmış, hem de alkışlanacak bir maharetle. İzah ettim, Levent şaşmış kalmış gecenin başında sunulan filmde Rumların Kıbrıs sorununun 1960’lı yıllarını “Türklerin isyanı” olarak görmelerine. Şaşkınlık içinde bu gün bile “Bizi terörist olarak görüyorlar” diye isyan ediyor duruma. Tabii salondaki Türklerin duruma şaşmasına şaması lazım insanın. Nasıl oluyor da yetmişine merdiven dayayan Levent ve arkadaşları Rumların bu duygularını, sapkınlıklarını görememişler bu güne kadar? Sonra? Şaşmışlar Kıbrıs Cumhuriyeti kutlamasında Yunan marşı çalınmasına. 1 Ekim tarihinde Yunanistan tankı topuyla üstelik de bayrakları dalgalandırılarak yapılan kutlama kanına dokunmuyor da yunan marşı mı fazla geldi? Hadi canım sen de, uyan balık kavağa çıktı! Dostum, meslektaşım, aziz Levent... Kardeşim, 1 Ekim tarihini bir araştırsan, neyi ifade ettiğini bir öğrensen... Bak çok daha kötü şaşıracaksın 1 Ekim’de Rumların esasında neyi kutladıklarını öğrenince. Kardeşim 1 Ekim 1964’de seni ortak hükümeti kovmalarının yıl dönümünü Kıbrıs Cumhuriyeti milli günü olarak kutlayan anlayıştan ne bekliyorsun? Sonra, Levent şaşmış kalmış “seçici gazetecilik” yapmasından Rum gazetecilerin. Efendim hem “işgal ve istila” hem de “Enosis” konularına değinmiş, Rum basınında Enosis ile ilgili dediklerinden tek kelime çıkmamış. Günaydın Levent kardeşim. Onlarda da satılık kalem elbette vardır ama sana rastlamamış. Ve Şener Levent patlatıyor gerçek haberi... Sormuş Levent Rum katılımcılara akşam yemeğinde, “Diyelim Türkiye garantörlükten vazgeçti, Türk askerinin tümü de adadan gidiyor.. Omorfo ve Maraş dahil bazı köyler iade edildi size.. Ve diyelim Türk tarafı dönüşümlü başkanlıktan da vazgeçti.. Bu durumda iki bölgeli, iki toplumlu federal çözümü kabul eder misiniz? Beni hayrete düşüren bir yanıt verdiler: Hepsi de ‘Kabul etmeyiz’ dediler… Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devamı olmayan iki bölgeliliği içeren hiçbir çözüme ‘evet’ demezlermiş... Ben de sanırdım ki, Kıbrıslı Rumlar için en büyük sorun işgal sorunuydu... Türkiye ile Türk askerinin adadaki varlığı… Yanılmışım!” Şener Levent’e teşekkür etmek lazım. Belki Akıncı da okumuştur yazdığını, tedbir alıyordur karınca kararınca “Yanılmışım” diyeceği gün tam bir felakete dönüşmemesi için. Duydunuz eminim. Ekim ayı buyunca iyice yoğunlaştırılmış görüşmeler yaptıktan ve toprak ile güvenlik haricindeki dört başlıkta pürüzlerin çoğunu hallettikten sonra iki lider ve ekipleri ada dışında, büyük olasılıkla Cenevre veya bir başka İsviçre kentinde, gözlerden uzakta, kapalı bir ortamda toprak meselesini ele alacaklar, ondan sonra da Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin de katılacakları çok taraflı konferansta güvenlik ve garantiler meselesine nokta konulup, Mart ayında da bir anlaşma metni iki tarafta eş zamanlı referanduma sunulacak imiş. Niye ada dışı görüşme? Toprak görüşülürken sızma olur ise kuzey Kıbrıs’ta hayat felce uğrarmış. İsviçre’de toplanınca sızma olmayacak mı? Tavuk yumurtlamaya tövbe mi edecek? Rum tarafı konuşmadan, basına sızdırmadan durabilir mi? Üstelik 2018 yılı Şubatında cumhurbaşkanlığı seçimi olacak ve Anastasiades “Ödün vermeden tüm taleplerimizi almış lider” imajıyla seçime girmek istiyor. Zaten, toprak ile güvenlik başlıklarını niye ayırmak için o kadar uğraştı? Rum halkı için olmaz ise olmaz toprak. 100 bin Rumun geri dönebileceği miktarda toprağı geri almak, Türklere bırakılacak toprağa 50 bin Rumun dönmesini sağlamak ana hedef değil mi? “Omorfo (Güzelyurt) verilmeden olmaz” söyleminin altında bu yatmıyor mu? Peki Rumların istediği veya istediğine yakın, kabul edebilecekleri oranda toprak ödünü yapıldıktan sonra Anastasiades güvenlik başlığında esneyecek mi? Türklerin güvenlik ihtiyacını görüp en azından Akıncı’nın dediği gibi Kuzey Kıbrıs ile sınırlı Türk etkin ve fiili garantisini kabul edecek mi? Peşin söyleyeyim, karşılığı kalmamış ödünü niye versin? Peki sizce bu süreçten kazan-kazan bir sonuç mu çıkar yoksa kaybet-kaybet kaçınılmaz kader mi?