Birsen GÜRDİL Asırlar boyu çeşitli topluluklara, kavimlere, beyliklere ve hatta devletlere mesken olmuş Anadolu, bugün dünyanın en zengin antik yapılarına sahiptir. Ülkemizin bu tarihi zenginliğini bizden önce fark eden açgözlü batılılar, çeşitli yollardan paha biçilmeyen eserlerimizi çalarak yurtdışına çıkarmışlardır. Nazi orduları da işgal ettikleri ülkelerde ellerine geçirdikleri tarihi eserleri, emsalsiz tabloları paketleyip paketleyip ülkelerine taşımışlardır. Bu sanatsal soygunculuğu Hitler bizzat kendisi istemiştir. Tarihi eser kaçakçılığının büyük paralar getirdiğini gören bir Alman askerinin birliğinden kaçıp, Türkiye’ye gizlice girip hazine aradığı da romanlara konu olmuştur. Hasan Gören adlı yazar bu olayı, “Altı yaprak üstü bulut” adlı eserinde gözler önüne sermiştir. Türkiye’de Truva hazinesini bulup, yurtdışına kaçıran Schliemann’ın ekibinde doktor olarak görev yapan Marcos’un torunu olan Jürgen adlı Nazi askeri, elinde dedesinden aldığı define haritası ile Bulgaristan’daki birliğinden kaçıp gizlice Türkiye’ye giriş yapan böyle gözü dönmüş soyguncu bir Alman askerinin maceralarını anlattığı Altı yaprak, üstü bulut adlı eser halen kitap marketlerde satılmaktadır. Define avcıları, tarihi eser hırsızları ne yazık ki yurdumuzu adeta soyup, soğana çevirmişlerdir. Gerçi son yıllarda devletimizin olumlu girişimlerle pek çok tarihi eserleri ana vatanlarına dönmektedir. Kazmayı nereye vursak tarihin fışkırdığı bereketli topraklarımızda geride bıraktığımız günlerde de paha biçilmez tarihi eserler bulunmuştur. Son olarak ta Hatay’da teleferik projesinin yapımı sırasında bulunan tarihi kalıntıların milattan önce 3’üncü yüzyıla ait olduğu tespit edilmiştir. Bozulmamış bir şekilde gün yüzüne çıkarılan mozaiğin, “Neşeli ol, hayatını yaşa” yazılı oluşu o yıllarda bu topraklarda yaşayan insanların ne kadar mutlu olduklarını göstermiştir. Bugün Türkiye genelinde ortalama 12 bin 280 arkeolojik, 266 kentsel, 159 tarihi, 438’i sit alanı olmak üzere 13 bin 175 sit alanı ve 97 bin korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı bulunmaktadır. Bu rakamlara da yenileri eklenmiştir. Müze bakımından özel sektörün açtığı bu tarihsel yerlerin sayısı 200’ü geçmiştir. Bugün Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı arkeolog, müze araştırmacı, sanat tarihçisi, Hititolog ve arkeolog 200’e yakın personel bulunmaktadır. Ülkemin muhtelif yerlerinde kazılar devam etmektedir. Yabancı gezginler, ülkemizi yalnızca güneş, kum, deniz değil, tarihi eserlerimizi de görmek için tercih ediyorlar. Türkiye’yi esasen rakiplerinden ayıran tek özellikte zengin müze ve tarihi eserlerin çokluğudur. Bu arada Erzurum’da, Pasinler İlçesine bağlı Ovaköy Mahallesi’nde bulunan bir kümbet daha önce defineciler tarafından talan edilince, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü o bölgede başlattığı kazı çalışmalarında müzelere taşınacak çok değerli objelere rastlamışlardır. 12 kişilik ekibin gayretli çalışmaları sonucu bulunan bir sandukanın Sultan Alaaddin’e ait olduğu anlaşılmıştır. Selçuklu Sultanı 2. Alaaddin Keykubat, bilindiği gibi Erzurum civarında hayatını kaybetmişti. Kümbette bulunan pek çok insan kemiklerinin, İstanbul’da DNA testine tabi tutulacağı, bu arada zehirlenerek öldüğü bilinen 2. Alaaddin’in bu durumu da kesinleşecek ve DNA testiyle belirlenmiş olacaktır. Aynı Kümbette, 2. Alaaddin’in annesi Gürcü Hatun’un da kemikleri bulunmuştur. Soyguncu batılıların ikinci dünya savaşı sırasında büyük soygunlar yapıp, işgal ettikleri ülkeleri soyduklarını göz önüne alan devlet yetkilileri herhangi bir oyuna gelmemek için, 1942 yılında savaşın kapılarımıza dayandığı günlerde zamanın Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün emri üzerine İstanbul-Topkapı Sarayı’nda bulunan kutsal emanetler ve paha biçilmez antika eşyalar, 391 sandık içinde, 48 vagonla Niğde’ye taşınmıştır. Ak Merkez ve Sarı Han’a yerleştirilmiştir. 1943 yılında Adana’da Churchill ile buluşmak üzere yola çıkan Cumhurbaşkanı, Niğde’ye uğrayıp üç binada muhafaza altına alınmış olan kutsal emanetler ve sarayın paha biçilmez eserlerini bizzat ziyaret edip, sıkı korunması için ilgilileri uyarmıştır. Tarihi eşyalarla Niğde’ye gelen saray görevlisi 30 ailenin dahi bu taşınmadan bilgisinin olmadığı, üç binada korunan emanetlerin bekleyicisi görevliler dâhil binaların içinde ne olduklarını bilmedikleri anlaşılmıştı. Kutsal emanetler ve saray eşyaları, 1947 yılında aynı gizlilik içinde Niğde’den alınarak, İstanbul’da eski yerlerine yerleştirilmiştir.