Utku ŞENSOY Atalar boşuna dememiş;“su uyur düşman uyumaz” diye! Türkiye’nin içinde bulunduğu saat diliminde coğrafyanın bu kesimindegeceyken ABD ayaktadır. Hal böyle olunca, pek tutarlı ve dengeli olmadığını her fırsatta sergileyen Washington’daki zat, zırt pırt tweet atıp doları zıplatıp, uykumuzun orta yerinde tepemizin tasını attırıyor!Karşınızdaki zat böylesine tutarsız olunca diplomatik bir dil kullanmakta haliyle zorlanırsınız. Bir kez daha hatırlayalım isterseniz gece gece neler yumurtladığını;“Türkiye uzun yıllar ABD’den yararlandı.(Allah Allah biz mi onlardan yararlanmışız?) Şimdi, ülkemizi büyük bir vatansever olarak temsil eden ve muhteşem biri olan rahibi tutuklu tutuyorlar. Masum bir adamın serbest bırakılması için hiçbir şey ödemeyeceğiz,(Size bir şeyler ödeyin diyen mi oldu ki?) Türkiye ile ilişkilerimizi azaltıyoruz.” Brehbreh! Devlet adamlığından bu kadar uzak ve sığlık tam da bu olsa gerek! Bakmayın bu zatın zart zurt atıp tuttuğuna, anketlerde dibe vuran popülaritesini“Papaz Brunsonyapay krizi”ile yükseltmek, krizi oya tahvil etmek gayreti içinde. 6 Kasım›daki Kongre ara seçimleri öncesi Cumhuriyetçiler ele geçirdikleri bu “nimetin” üzerine balıklama atlayıp, “papaz kaçtı” oynarken, Ankara ile ipleri gerip milyonlarca evanjelistin oylarını kapma derdinde. Trump yönetimi açısından hayati öneme sahip ara seçimlerde, 435 sandalyeli Temsilciler Meclisinin tamamı, 100 sandalyeli Senatonun ise üçte biri yenilenecek. Yani özetle 7 Kasım sabahına kadar benzer tweet’ lere alışmamız lazım. O tarihten hemen sonra Türkiye’nin iflasını ve partnerini tamamen kaybetmeyi asla göze almayacak olan ABD ve yatırımcıları hızla Ankara ile onarım/telafi sürecine başlayacaktır. ABD Aslında Ankara ile yaşadıkları “papaz krizi”Trump efendinin arayıp da bulamadığı kendisine altın tepside sunulan mükemmel bir iç siyaset enstrümanı. Ne yazık ki biz de ona bu imkanı vermekte hayli acemice davrandık. Neyse biz o zatı Beyaz Sarayı’nda bırakalım, istediği gibi tweet atıp, çok değerli görüşlerini yumurtlamaya devam etsin. Veciz sözle başladık öyle devam edelim; “Bin nasihatten bir musibet yeğdir”.Bu ABD’ den ne müttefik ne de stratejik ortak olur diyenlerin ülkemizde “gomonistlik” ile yaftalandığı yıllar pek de uzak değil. Bunu salt anti Amerikancılık olsun diye de söylemiyorum. Emperyal güçlerle raks etmenin sonucu baştan bellidir; “hüsran”! Washington, Moskova, Pekin ya da Brüksel hiç fark etmez. Kurtlar sofrasındaki güçler ile yer almanın mutlak bir bedeli olur. Genelde o bedeli her zaman daha kırılgan ve zayıf ekonomisi olanlar öder. Öncelikli kural;“buyurgan güçlere olabildiğince mesafeli kalmak ve herbiriyleçok dengeli matematiksel hassaslıkta bir diplomasi sürdürmek, asla yüzgöz olmamak ve hiç birine güvenmemek”! Aksi takdirde sofraya oturayım derken bir anda menüde yer alırsınız. Zira emperyalizmin ortak tanrısı paradır. Özetle bunlar insanı parası kadar konuştururlar. Varsa paranız petrolünüz Kaddafi gibi Paris’in orta yerine çadır bile kurmanıza izin verirler. Ama onun bile bir sınırı vardır egemen güçler adamı alaşağı ederler. AB: Peki yaşanan bu musibetin bize hiç mi yararı olmadı. Tabii ki de oldu. Almanya-Fransa başta olmak üzere Ankara Brüksel’i yani AB’ yiyeniden keşfetti. Gereksiz yere atılan köprüleri Merkel-Macron görüşmelerinin ardından yeniden inşa etmek, karşılıklı anlayış ve görüşlere saygıya dayanan “mesafeli yaklaşım”, Beyaz Saray’daki zata tilt olan AB ülkeleriyle yeniden işbirliği olanağı sağladı. AB ile ekonomik işbirliği uzun vadede Ankara’nın da Brüksel’in de yararına olacaktır. Kopenhag Kriterleri’nin rafa kaldırılmasını hazmedemeyen AB ile kazan kazan politikaları sürdürmek mümkün değil. Türkiye, teknoloji ürünlü ihracatının önemli bir bölümünü AB ülkelerine yapıyor. Ayrıca AB, Ankara’nın halen en büyük ve en önemli ticaret partneri. Dolayısıyla kalkınmamızın olmazsa olmazı AB ülkeleriyle yaptığımız ticaret. O zaman karşılıklı bazı adımlar atarak onlarla asgari müşterekte buluşabileceğimiz alanların hızla ve yeniden tespitinde yarar var. Aksi takdirde Brüksel bu yakınlaşmayı Birlik üyesi ülkelerin seçmenlerine anlatmakta zorlanır ise yeni dönem başlamadan son bulabilir. Bu Ankara’nın olduğu kadar Brüksel’in de zararına olacaktır. KATAR: Kısa bir süre önce tecrit problemi yaşayan Katar ile yaklaşım/partnerlik arayışları kısa vadede ekonomimize nefes aldırsa da, uzun vadede sorunlarımızın çözümüne büyük bir katkısı olmaz. Gelecek 15 milyar doları şüphesiz küçümsememek gerekir ancak mesele bu para istihdam yaratacak yatırımlara mı yönlenecek yoksa betona mı gömülecek. RUSYA/İRAN/ŞANGAY BEŞLİSİ: Rusya ve İran’la TL ile ticaret olumlu bir adım. Ancak Moskova ile ticari dengelere bakıldığında bu pek de kolay olmayabilir. Tahran ile ise yaşama geçirilmesi mümkün gibi görünüyor. Öte yandan Şangay Beşlisi de AB gibi derinliği olan kurumsallaşmış bir yapıya sahip değil. Bu bağlamda ABD ve AB gibi Batı’ya alternatif olarak görmek en azından bugün pek olası değil. Hedef ne olmalı? 2009 lu yıllar geride kaldı Sınır tanımazSoros paraları bile bu yeni dönemde çok daha dikkatli ve seçici. Uluslararası yatırımcı artık çok daha da ürkek bir davranış sergiliyor. Plaza-AVM-Rezidans ağırlıklı beton dönemi geride kaldı. Ancak 2018’in ilk 7 ayındaki tablo pek de iç açıcı değil. Kamu kiraladığı binalara 600 milyon lira ödeme yapmış. Keza kiralık araçlarda da tablo benzer. Kamu 300 milyon liralık araç kiralamış. Bakanlıklar, kamu kurumlarının temsil ve tanıtım giderleri de 85 milyon lira. Keza örtülü ödenek harcamalarında da benzer bir tablo mevcut. Artık zaman tasarruf zamanı!Enflasyon-faiz-kur çıpası gibi konularda ekonomi kurmayları zaten gereken değerlendirmeleri yapıp yeni uygulamaları yaşama geçiriyorlar. Bu konularda hamaset haddimiz değil. Ancak Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ ın sözünü ettiği; “Kamuda tasarruf” hedefi için, tüm kamu harcamalarına ciddi kısıtlama getirilmeli ve devlet dekemer sıkmayabaşlamalı. Zira vatandaş zaten kemerine yeni delik açmakla meşgul olduğu için ilave yükü kaldırmakta çok zorlanabilir. Devlet katı tasarruf ve mali disiplin vb ekonomik tedbirleriyle harcamalarını dizginleyemediği, doğru yatırımları yapamadığı takdirde, ağır dış borç yükü ve giderek büyüyen cari açık baskısı altında kırılganlaşan ekonomimizi raya oturtmakta zorlanırız. Öyleyse ne yapmalıyız?Tasarruf ederek, üreterek, borçlanmadan tüketerek, dış kaynakları uluslararası piyasalarda rekabet edecek düzeyde sanayi alanlarına yönlendirip, katma değerli ürünleri hedeflemeliyiz.Parolamız; “tasarruf ve istihdama yönelik üretim, olmalı”!