Doğrusu çok da övünülecek bir konu değil. Ülkesini seven bir insanın ülkesinin cumhurbaşkanı ile aynı düşünmemesi, hatta cumhurbaşkanının çok ciddi yanlışlar içerisinde olduğuna inanması hiç de hoş bir durum değildir. Ama demokrasilerde bu gibi “nahoş” durumlar son derece normaldir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin birçok kararında altını vurgulayarak belirttiği gibi ifade özgürlüğü sadece iktidarın, kamuoyunun genel beğenisi olan konularda takdir toplayacak ifadeler kullanmayı kaplamaz. Aksine ifade ve basın özgürlüğü bilhassa iktidarların ve kamuoylarının tiksinebilecekleri, nefret edecekleri hatta mümkün olsa yasaklayabilecekleri yorum ve değerlendirmelerin yapılabilmesi ve bu yorumlardan dolayı kişinin cezalandırılmamasıdır. Bir başbakanın tamamen siyasi değerlendirmelerle bir cumhurbaşkanını “çözüm dilenmek” ile suçlaması tabii ki ne doğaldır, kabul edilebilirdir ne de ast-üst ilişkisine sığar. Tabii, başbakan ile cumhurbaşkanı arasındaki ilişki ast-üst tipi bir ilişki midir? Bu da ayrı ele alınmalıdır. Bence kurumsal olarak bir astlık ve üstlük olsa da, her ikisinde de siyasi kimliklere sahip kişilerin oturduğu iki makamın arasında en azından iki düzeyli bir ilişki olmalıdır. Birinci düzeyde devlet işlerinde ast-üst ilişkisini, nezaketi ve devlet adabını dikkate alan bir ilişki modeli, diğerinde ise siyasi hasımlar arasında, edep çerçevesinde yarışmayı da içeren bir “siyasi rekabet” düzeni. Bir başbakan cumhurbaşkanını elbette ki eleştirebilmelidir. Bu eleştiride “dilenme” gibi ifadeler hoş olmayabilir, ama “mide bulandırıcı da olsa” hakaret içermediği sürece ifade etmeye çalıştığı konuyu arzu ettiği kelimelerle ortaya koymak herkes için geçerli ama başbakanlara yasak mı olacak? Siyasi değerlendirmelerle konuya bakmak yerine ilkelerle hareket etmek gerekir. Sayın cumhurbaşkanına yönelik bu ifadenin kullanılmasını “sıkıntılı” görsem de, ben de başka kelimelerle neredeyse aynı suçlamayı getirmiyor muyum? Rum kesimi ile yapılan görüşmelerde Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ve görüşmeci ekibinin hayati çıkarlarımızdan hovardaca ödünler vermekte oldukları Rum gazetelerinde çarşaf çarşaf yazılırken, benim ve diğer gazetecilerin ulaştığı Rum kaynaklar övünerek detaylı şekilde bu ödünleri anlatırken, Türk heyeti hep sus pus. Görüşmeler ilerledikçe haklı duruşlarını anlayacakmışız gibi bir abuk yaklaşımla sadece kendine yakın birkaç yağdanlık gazeteciyle konuşmayı tercih edip ne onlara ne de başkalarına anlamlı tek kelime kimseye bilgi vermeyen Akıncı ve ekibi Rum tarafının yakışıksız oldu bittilerine de ses çıkarmamaktadır. Hani moratoryum vardı? Hani ne biz araştırma gemisi gönderecektik, ne de onlar son verdikleri sondaj faaliyetlerini falan tekrar başlatacaklardı? Üçüncü tur ihaleye çıktı adamlar. Ne imiş? Nikos Anastasiades efendi Kıbrıs Cumhuriyeti egemenlik haklarını Akıncı ile görüşmezmiş. Onurlu ve mantıklı bir görüşmeci heyeti o anda görüşmelerden çekilmesi gerekmez miydi? Eğer egemenlik paylaşımı bu görüşmelerde yok ise, neyi görüşüyoruz? Güzelyurt’u vermeyi, topraklarımızı %20’ye çekmeyi, azınlık haklarını kabul etmeyi, silahsız ve müdahale haksız garanti sistemini mi? Başbakan Özgürgün’ün de Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu’nun da Ankara’nın da ve tabii onurlu barış isteyen herkesin de adada “çözüm” adı altında Ruma teslim bayrağı açan görüşmeci heyeti eleştirmesi hakaret değil, olsa olsa vatana hizmettir. Doğrudur. Yılsonuna kadar çözüm olacağı iddiası hakkında bazı kişiler şüpheli, bazı kişiler de ümitlidir. Anastasiades yılsonuna kadar çözüm için çiddi engeller olduğunu söylerken Akıncı çözümün “yarın, hatta yarından da yakın” olduğunda ısrar ediyor. Bazı kesimler Rum tarafında, istek olmadığını, odaklandıkları tek konunun olabildiğince fazla mal-mülk ve toprak konusunda ödün almak, verebildikleri en az anayasal haklarla Kıbrıs Türklerini kandırarak güya çözüme varıldığı imajını yaratmak olduğuna inanıyor. Türk tarafında milliyetçi kesimler durumdan çok endişeli, Rum tarafında ise hem merkez sağ hem de merkez sol “resmi” olarak süreci desteklerken, aşırı sağ ve sol unsurlar karşı duruyor. Merkez sağ ve sol ise hiçbir ödün vermeden tüm isteklerini elde etmeye odaklanmış, Akıncı’nın empati hastalığı nedeniyle de amacını gerçekleştirebileceğinden umutlu görünüyor. Akıncı bile, arada bir anlamlı bilgi kaçırdığı zamanlardan birinde geçen hafta kabul etti. “Rum tarafında henüz adanın gerçeklerini dikkate alan uzlaşmacı bir tutum hayata geçirilemedi” dedi. Farkında yanı sayın Akıncı da yürüdüğü yolun ne kadar tehlikeli olduğunu. Yarın önümüze birileri bir çözüm planı koyarlar ve “Zaten siz ses çıkarmadınız Rumların şu bu taleplerine” derlerse ne yapacağız? Dış siyasette karşı durmamanın, ses çıkarmamanın “sessizce kabul” anlamına geldiğini de mi bilmiyor Akıncı ve ekibi? Şimdi kısa bir tatilden sonra 23 Ağustos ile 14 Eylül arasında yedi görüşme daha yapacaklarmış iki lider. Mal mülk, toprak konuları ele alınacak, daha önce konuşulan ancak yeterli yakınlaşma olmayan konular da ele alınacakmış o 7 toplantıda. Sonra iki lider New York’a gidecekler. Anastasiades Kıbrıs Cumhuriyeti’ni BM Genel Kurlunda temsil edecek, Akıncı ise “ikili temaslar” yapacakmış. Sonra? Eğer Anastasiades’in “Kıbrıs Cumhurbaşkanı” takıntısı aşılır ise belki üçlü bir görüşme, yok aşılamaz ise BM genel sekreterince bir tur dolayşı görüşme yapılacakmış. Sonuç? BM Genel Sekreteri ya yeterli ilerleme sağlandı, garanti konusunu da görüşecek garantörlerin (İngiltere, Türkiye ve Yunanistan) de katılacağı beşli bir toplantı çağrısı yapacak, ya da “Bu defa da olmadı, buraya kadar” diyecek deniliyor. Anlaşıldığı kadarıyla Ankara ikincisini daha mümkün ve olumlu gelişme olarak görürken, Akıncı birinciyi istiyor, Anastasiades’in ise “statükoyu devam ettirmek ama bu arada çözüm isteyen lider” imajını da korumaktan başka bir gündemi yok.