2004 Annan Planı döneminden bu yana Kıbrıs Rumlarında bir takvim alerjisi vardır. Niye bu takıntı? O dönemde olduğu gibi istemedikleri bir anlaşmanın, üstelik de Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine “boşlukları doldurma” yetkisiyle belki de Türklerin istediği bazı iyileştirmeler de yapılarak kendilerine dayatılabilmesi olasılığı Rumlarda ciddi bir fobi oluşturdu. Fobi... Kolay iş değil. Tedavisi gerekir ama hem zor hem de çok uzun bir iş. Tamam ister sağdan ister soldan sayılsın Kıbrıs Rumu en fazla 800,000 kişi ama o kadar uzun süredir megalomani içerisinde yüzüyorlar ki tedavi olmaları mümkün değil. Yoksa avuç içi kadar adada, üçte birleri kadar bir diğer toplumla güç ve egemenlik paylaşımı içerisinde bir federal düzenleme yapılabilmesi nasıl 50 yıldır mümkün olamıyor? Ciddi bir kabiliyet gerektirmiyor mu bu durum? Hele bir de 1968’den bu yana etkilisi etkisizi onlarca uluslararası arabulucunun, onlarca özel temsilcinin iki taraf arasında bir mucizevi anlaşma sağlanması gayretlerini de dikkate alırsak, Kıbrıs Türk lideri Mustafa Akıncı’nın 48 yıl sonra “Şimdiye kadar görülmemiş büyük ilerleme sağlandı 6 başlığın dördünde, Genel sekreter bile bu durumun altını çiziyor” diye abuk sabuk bir övünme içerisine girmesi çok komik değil mi? Bahsedilen dört başlıkta “eşi daha önce görülmeyen ilerleme” ise tam bir yalan rüzgarı. Ne farklı ilerleme? Hugo Gobi belgesi ne idi? Butros Gali fikirler dizisi, hani 100 paragraftan 95’i kabul edilmişti ya, ne olmuştu? Yoksa Annan Planı yarım yamalak bir dokümandı, çözüm anlaşması değildi de biz mi hayal görmüştük? Değişik zamanlarda aynı şeyler değişik şekilde söylenirse farklı durum oluşmaz. Şimdiki durumun farkı acaba her dört başlıkta da karşılık alınmadan Akıncı ve ekibi ne gibi ileri ödünler daha verdiler de bizden gizliyorlar? Gerçi onlar konuşmasa da Rum liderler konuşmadan duramıyorlar, her fırsatta basına bilgi sızdırıyorlar biz de dolaylı olarak her şeyi Rum perspektifinden de olsa gayet net görüyor ve anlıyoruz. Dostum Tahsin Ertuğruloğlu “Çözüm dileniyoruz” dedi diye linç edilmeye çalışıldı. Doğrudur, Politis’i, Filelefteros’u tercümeler yoluyla da olsa takip ederseniz, hele bir de arada bir Rum kaynaklarla konuşma imkanınız varsa durumu Rum perspektifinden gayet net görürsünüz. Durum şudur: Rum kesimi ne kadar naz yapsa da, ne kadar ayak sürüse ve ne olmazları talep etse de Türk liderliği o kadar çözüm açlığı, başarı açlığı içerisindedir ki kişisel hırsları tatmin uğruna, belki bir uluslararası ödül alma adına her türlü adımı atabilir. Durum gerçekten öyle midir? Doğrusu BM binasında gerçekleşen üçlü toplantıdan genel sekreterlikçe medyaya sağlanan Genel Sekreter Ban Ki-Moon’un karşısında oturan mahvolmuş tüccar suratlı Akıncı ve “muzaffer komutan” suratlı Nikos Anastasiades fotoğrafını görünce herkes vaziyeti anlayabilir. Üstelik, Rum basınında o fotoğrafın resim altında Anastasiades ekibinin diplomasiye, etikete sığmayan yorumlarının verilmesi Kıbrıs Türk liderine büyük bir saygısızlık olmuştur. Evet, Akıncı bizim liderimizdir ve biz oylarımızla seçilen cumhurbaşkanını en sert şekilde eleştirebilir, saygı sınırlarını bile zorlayabiliriz. Ancak Rumların öyle aşağılık çamur atma, aşağılama, hor görme tavırlarına tahammül etmemiz mümkün değildir. Kıbrıs ağzıyla, “Hadi ordan sende!” cevabını vermemiz lazımdır. Üstelik, Akıncı’nın üçlü görüşmeyi alabilme, beşli görüşmenin yolunu açabilme amacıyla sınırlı da olsa güvenlik başlığını görüşmeye açması, Türkiye garantörlüğünün sadece Kuzey Kıbrıs ile sınırlı olabileceğini gayri resmî olarak masaya sunması akla ziyan bir durum. Ancak, ne demişler, yiğidi öldür hakkını ver... Akıncı hiç bir şey elde edemedi mi New York’ta? Hadi gerçekçi olalım biraz. Akıncı fiili durumun altını çizip herkese “ya şimdi ya da asla” durumunu göstermedi mi? Gerçi hep derim öyle bu son fırsat falan lafları etmek boşuna. Kıbrıs sorunu olduğu, mevcut durum kabul edilmez bulunduğu ve en az ir tarafın daha iyi bir düzen olabilir beklentisi yaşadığı sürece Kıbrıs çözüm arayışı da bir şekilde devam edecektir. 48 yıldır olan da o değil mi? Kıbrıs Rum kesimi ir tek gün barış istedi gerçekten de biz mi fark etmedik, kullanamadık fırsatı da çözüm kaçırdık? Biz çözüm talep ettik, onlar talep eder gibi yaptılar Kıbrıs çözüm sürecinin biri bitti diğeri başladı geçti 48 yıl. Belki daha ne on yıllar geçecek, belki ansızın sürpriz bir gelişme olacak birkaç hafta içerisinde çözüme kavuşabileceğiz. Ama, mevcut durumda takvim yok, nihai tarih verilmedi falan demek yanlış olur. 1- BM Genel sekreteri Ban 31 Aralık 2016 günü elveda diyor. Yen genel sekreter gelecek. Yeni genel sekreter Kıbrıs dosyasını aynı şekilde devam ettirecek mi? Dosyayı öğrenmesi için zaman gerekecek. Mevcut özel temsilci Eide ne Rum tarafında ne de Türk tarafında kredibilite sahibi değil artık. Adam önüne gelen kandırmış, başarılı görünmek için düpedüz yalan söylemiş. Onunla devam etmek en azından sürecin sağlığı açısından sakıncalı. Yeni özel temsilci kim olacak? Demek ki, mevcut genel sekreter ve ekibi görevi tamamlamadan bu iş hal yoluna sokulmalı. Dolayısıyla son tarih belli: 31 Aralık 2016. 2- 2018 yılı Rumların başkanlık seçimi yılı. Şubat ayında seçim var. Şimdiden Vatandaşlar İttifakı Başkanı Yorgos Lillikas’ın AKEL’in ve Klisenin desteğiyle Anastasiades karşısında ciddi bir alternatif olacağı konuşuluyor. Faşizm kokan yaklaşımlarıyla Lilikas seçim kampanyası dönemini muhakkak ki zehirleyecek, çözüm şartlarını daha da zorlaştıracaktır. 2017 başından itibaren de Rum tarafında seçim dönemi bir anlamda başlayacağından 2016 sonu o açıdan da bazı teknik konular tamamlanmasa, referandumlar Mart ayına falan sarksa da, en azından siyasi çözüm metninin tamamlanması açısından son tarihtir. Peki, takvim verilmedi mi? Esasında hızlandırılmış görüşmeler yapılması ve Ekim ayında yeni bir üçlü zirvenin gündemde olduğu açıklamaları herhalde bir takvime işaret etmektedirler. Anlaşılması gereken bu Salı günü başlayacak olan yeni hızlandırılmış görüşmeler süreci birkaç hafta sürecek ve ay sonundan önce tarafların dört başlıkta-yani güvenlik ve toprak hariç diğer tüm konularda-aralarındaki farklılıkları en aza indirerek Ekim sonunda Camp David veya Burgenstock s-tarzı ada dışı bir “kapalı daimi zirve” aşamasına, ciddi bir al-ver sürecine girecekler. Toprak dahil güvenlik hariç tüm konularda al-ver süreci de başarılı olur ise, saha kenarında bekleyen Türkiye, Yunanistan ve İngiltere de oyuna dahil olacak, ve belki Kasım başı gibi o Camp David veya Burgenstock tarzı ikili süreç beşli son evreye taşıyacak süreci. O son evrede bitmeyen tüm konuların yanı sıra güvenlik ve garantiler de görüşülecek ve süreç eş zamanlı referandumlara doğru evirilecek. Tabii bu olumlu bekleyiş. Olur ya her şey Akıncı’nın umduğu gibi giderse Mart ayı üçüncü Pazarı iki tarafta eş zamanlı referanduma gidilip, oradan da iki evet alınması durumunda sorunu tarihe gömmek mümkün olmayacak. Herhangi bir aşamada süreç tıkanır ise ne olacak peki? 1- Belli bir süre geçtikten sonra yeni süreç başlayacak; 2- Türkiye’nin ima ettiği gibi “Tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna” aşamasına gelinecek. Hangisi olur bunların? Kimse KKTC’yi tanımaz ise, statüko da devam etmeyecek ise, Türkiye ilhak seçeneğini düşünür mü? Yoksa KKTC bir şekilde tanıtılır, bağımsız yoluna devam edebilir mi? Zaman gösterecek...