Olamaz, dediğimiz şeyler oluyor, inanılmaz işler de olduruluyor. Kimbilir, daha nelere tanık olacağız, neler göreceğiz! Hangi aklı evvelin aklına girmişse girmiş.. ANITKABİR bahçesine renkli ve plastikten bir çocuk bahçesi yaptırılmış? Üstelik, yapan firmaya Anıtkabir Komutanlığı da “Teşekkür” lavhası astırmış(!) Vay be! Allah için söyleyin dostlar, “Bir gün gelecek, başımıza böyle şeyler gelecek” denseydi buna inanır mıydınız? Yoksa, “Kafayı mı yedin sen be kardeşim?” diye tepki mi gösterirdiniz. Atatürkçü bir gazeteci olarak, yıllardan beri, Anıtkabir Derneği üyesiyim. Bu derneğin başında Türk Silahlı Kuvvetleri’nde general rütbesine erişmiş yürekli subaylar vardır. Üyeler de Atatürk ilke ve devrimlerine sıkı sıkıya bağlı olan asker, sivil çağdaş ve uygar gönüllü aydınlardır. Ben böyle biliyor ve bu gözlemime yürekten inanıyorum. Üstelik, Anıtkabir Genelkurmay Başkanlığı’nın özel koruması altındadır. Bu özel görev için özel atanmış bir “Anıtkabir Komutanı” vardır. Anıtkabir, denince bizlerin tüyleri diken-diken olur. Gözlerimiz dolar. Bu bir putseverlik değil, tam bir sevgi-saygı örneğidir. Çünkü orada, yedi düvelin işgal ettiği vatanımızı esaretten kurtaran en Büyük Türk, Gazi Mustafa Kemal Atatürk yatmaktadır. Yani, bizler Mustafa Kemal’in askerleriyiz. Yani bizler, Millet olarak, Atatürk çocuklarıyız. Peki, şimdi soruyorum; böyle anlamlı bir mabede çocuk parkı yapmak ve yaptırmanın anlamı nedir? Dünyanın her köşesinden gelen saygın insanların önünde eğildiği Atatürk’e böyle bir şeyi kim nasıl reva görebiliyor? Anıtkabir’de bu oluyorsa başka yerlerde kimbilir neler olur, neler oldurulur? Okullardan, Stadyumlardan, Caddelerden, Meydanlardan ve akla gelmeyen pek çok yerden Büyük Kurtarıcının adını demek ki bilerek, belli amaca hizmet için sildiler. Öyle ya! Geçenlerde bir haber kanalında izlemiştim; Karadeniz’in küçücük bir ilçesinde, Atatürk Anıtı görünmesin diye, törenlerde çelek konulan alana çöp kamyonlarını çektirmişler. Anıt görünmüyor. Hem ekranlara yansıdı, hem yazılı basına.. Rize’de, meydandaki Atatürk Anıtı yerine, büyük bedenli bir bardak yaptırıldığını duyduk, Devlet yetkililerinden çıt çıkmadı. Çoğu yerde Büyük Kurtarıcı’nın adını taşıyan Liselerin yerine İmam Hatip Mektepleri açıldığını ekranlardan iğrenerek izliyoruz, ama hep birlikte susuyoruz. Daha ne olsun be kardeşim? Bir düşünün; Kurtuluş Savaşını yürüten Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin şimdiki Başkanı, bu ülkeyi çağdaş uygarlığa taşıyacak Cumhuriyet ilkeleri üzerine yemin etmesine rağmen, “Laiklik ilkesi bu Anayasa’dan çıkarılmalıdır” demedi mi? Yine susmadık mı? Şimdiki Başkanı genç nesil pek tanımaz. Bizim kuşağın üniversiteden mezun olduğu yıllarda bu adam Milli Türk Talebe Birliği’nin başkanı olarak ünlü Kanlı Pazar’ı yönetmişti. Aynı şahıs Boğaziçi’ne demirleyen ABD gemilerini protesto eden Atatürkçü, Tam Bağımsızlıkçı gençlere, yani Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına saldırmıştı. O devrimlere ve devrimcilere saldırırken, o yılın 19 Mayıs tarihinde Deniz Gezmiş ve arkadaşları Samsun’dan Ankara’ya kadar Tam Bağımsızlık için yürümüşlerdi. Alışmış bu tür alışkanlıklarını bırakmazmış. Bakın, hala aynı yapıda. Kurtuluş Savaşı veren meclisin başkanlığını yaparken, Osmanlı döneminde Meclisi Mebusanı kapatan Padişah Abdülhamit için doğum günü partileri düzenledi. Dahası, 15 Temmuz darbesinde bombalanan TBMM kulisinde asılı bulunan Mareşal üniformalı MUSTAFA KEMAL ATATÜRK halısını fırsattan yararlanarak kaldırttı. Bu hareket bile intikam duygularını açığa çıkarmıyor mu? Ulu Hakan, Abdülhamid Han’ı bizlere tanıtacakmış. Sahi, tarihe mal olmuş Mithat Paşa gibi değerli bir Devlet adamını Arap çöllerine süren ve orada boğduran kimdi beyefendi? Namık Kemal gibi bir büyük Vatan Şairini Kıbrıs’a süren ve orada çürüten kimdi? Bırak onu bunu da söyle arkadaş, Kıbrıs’ı durduk yerde İngilizlere kim verdi? Yıllardır Türkiye bu açık ihanetin tarihteki yerine oturması için uğraş verirken sen kimin doğum gününü kutluyorsun? İstiklal Marşımızın büyük şairi Mehmet Akif Ersoy’u bile canından bezdiren kimdi? Meğer bu hazırlık, FETÖ terörünü henüz atlatamayan mevcut siyasi yönetimin de ortak kampanyası imiş! Yandaş medya yine aynı yerden yönlendiriliyor. Algı operasyonu sürüyor. Yani yazılı ve görsel medyada da “Ulu Hakan Abdülhamit Han” kampanyası başladı. Parelel yönetim işte budur! Kardeşim, Osmanlı’yı yönetirken Yıldız Sarayı’ndan sokağa bile çıkmayan bir Padişah için bu ne sevgi böyle? Ama bir ay önceden belliydi. Askeri Hastaneleri kapatma kararı sonrası Haydarpaşa’da bulunan GATA’nın adı ne olmuştu? Sultan Abdülhamit Hastanesi... Yani, Yenikapı uzlaşması falan sırf gösterişmiş, kafa aynı kafaydı. Osmanlı topraklarını batıran, yani iktidarında yitiren biri mevcut yönetimin göz ağrısı, ideal atasıydı. Bunu içime sindirmeme imkan yok. Irkçı falan değilim. Ama Oğuzların Kayı Boyundan gelen bir Türk boyunun tarihsel ve kültürel birikimi hala yaşantımda vardır. Tarih boyunca oluşan kültürel gelenekten asla sapmayan biri olarak, atalarımın Rumeli’den nasıl sürgün edildiğini, nasıl büyük bir kıyımdan kurtulabildiğini dinleyerek büyüdüm. Rahmetli Dedem acı duyarak ve inleyeerek anlatırdı: “93 Harbi’nde, Rumeli topraklarındaki bütün çeteler Türkleri hedef almışken, benim babam ve belli sayıdaki akrabalarımız (Balkanlardaki 94 köy) oradan kaçmayı başarmış. Babam, (gelen gelebildi evlat, gelemeyenlerin sayısı gelenleri 40’a 50’ye katlardı. Sırplar bastı vurdu, Rumlar bastı vurdu, Bulgar çeteleri hiç acımadı kesti, Ruslar pusu kurdu, ne kadın dedi ne kız, ne çocuk dedi, ne ihtiyar tam kıyım vardı) diye anlatırdı. Benim soyadım da Rumeli topraklarından geliyor. Dedim Ninesi’nin adı Zeynep. ( 5 ay önce vefat eden rahmetli kızımın ilk adı da Zeynep idi; Zeynep Öyküm!) Balkanlardaki çetelerin biri gidip biri geliyor ve Türk köylerini basarak halkı kurşuna diziyor. Erkekler cephelerde; köylerde sadece kadınlar, çocuklar ve çok yaşlı ihtiyarlar var. Zeynep nine, Karabalilar kabilesinin en büyük ailesinin temsilcisi olarak, yedi köyü bir araya topluyor. Ellerinde dört adet dolma tüfek, beş-altı tane Piştov tabanca, aayrıc a baltası, keseri,diğreni, küreği kimin nesi varsa ellerinde; kadınlar çeteleri bekliyor. Ertuğrul Köyenin girişine köylerden getirilen malzemelerle engellere yığılıyor. Ve gün doğarken Bulgar ve Rus askerlerinden oluşan bir sürü çete üyesi köyü sarıyor. Zeynep Nine ilk gelen çete üyesini tek kırma tüfeği ile vuruyor. Ama ikinci atış için tüfeğini doldururken, at üstündeki Rus Zabiti geliyor ve kılıcı ile silahı tutan Zeynep Ninenin kolunu kesiyor. Nine, kopan kolunu sol eliyle almak için tetikteki parmağını itiyor,, sağ elinden oluk gibi kan gelirken sol eliyle Rus Zabitine ateş ediyor ve vuruyor. Bu müthuş moral oluyor ve kadınlar, “Solak karı vurdu, Solak karı vurdu” diye haykırarak çetecilerin üstüne atılıp püskürtüyorlar. Bizim aileye o günden sonra “Solak kadının kızanları” deniyor. Bizimkiler Kırklareli’ne göçüp yerleşince, 1934 yılında soyadı kanunu çıktıktan sonra Nüfus Müdürü, aile lakabımızı sormuş, dedem de “Bize Solak kadının kızanları derler müdürüm” demiş. Uzun olmaması için soyadımız Solak olmuş. Dedeciğim bunları anlatır ve bunların sarayında keyif süren Abdülhamit döneminde olduğunu vurgulardı. İsmail Kahraman ne derse desin, yandaş medyaya ekrana çıkarılan gerici akademisyenler ne anlatırsa anlatsın, beni ikna edemezler. Balkan Savaşı›ndan sonra işgal edilen Trakya topraklarında, Yunan işgali nasıl yaşandı biliyor mu bu konuşanlar? Örneğin, o sırada 11 yaşındaki rahmetli anacağım bir desti su, bir somun ekmek ve bir kesekağıdı kokulu-tuz (ezilmiş biber ve tuz karışımı bir katık türü) ile iki küçük kardeşini yanına alıp köyden 5-6 km uzakta, çalılık bir dere yatağında tam bir hafta neler çektiğini bu Abdülhamit hayranları nereden bilecekler ki? Ama ben biliyorum, her duasından sonra özel olarak Atatürk ve arkadaşları için ayrıca minnet ve şükranlarını sunardı. Irzını, namusunu, hayatını ve geleceğni kurtaranların kimler olduğunu biliyordu çünkü! AKP’liler, FETÖ darbesini kendileri için müthiş kullanıyorlar. O yandaş kanalları seyredenler, bu işin nasıl yapıldığını da hemen anlayabilir. Merkez kanallardaki programlara bile her nedense, en az iki-üç AKP militanı konuşmacı alınıyor. Olayı bilen biri konuşmaya başlayınca, her cümlesinde sözü kesiliyor ve birden oörtalık karışıyor. Konu dağılıyor, adamlar hemen laiklik karşıtı propagandaya giriyorlar. Ve Tek Parti döneminde inananlara zulmedildiği iddiaları ile ortamı geriyor. Moderatör bayan aniden ürküyor veya deneyimli yönetici bile adeta olay çıkacak diye korkuyor. Bir KHK yürürlüğe sokuluyor, binlerce, onbinlerce kamu görevlisi, öğretmen, sağlıkçı, zabıt katibi falan işten el çektiriliyor, kurumuyla ilişikleri kesiliyor. Evde çoluk çocuk aç kalmış, FETÖCÜ okullarda okuyan çocuğu varmış diye içeri atılmış olanlardan haber alınamıyormuş, bir kargaşadır gidiyor ki, at izi-it izi falan hikaye kalıyor. Yahu bu olayların asıl sorumlular kimler, nerededirler? Bilen yok, açıklama yok. Tutturdular bir Fetullah Gülen tartışması, iyi iyi de bu meczubun yetkili uzantıları kimler? O söylenen hükümet listesinde kimler var? Onları kimler koruyor? Orada suskunluk var. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, arada bir kılçık atıyor; örneğin, İçeri alınıp salınan, evraklarında ve ifadalerinde bazı suç aletlerinin cümleleri siliniyor ve kim bıraktı bu adamı, diye soruyor. Başbakan veya AKP grup başkanvekillerinden biri neredeyse FETÖCÜ diye suçlamaya kalkıyorlar. Pes! Milli Güvenlik Kurulu kararı var, soruşturulmamış ama herkes susuyor. Yav hepinizin imzası var, ama çıt yok. Sonunda olan oldu, yine sustular. SÖZCÜ gazetesinde, hafta başında tam sayfa bir fotoğraf karesi yayınlandı. Meğer, ABD gezisine giden AKP heyeti, tek sıra olmuşlar Pensilvenya’da FETÖ huzurunda adeta tekmil vermişler. Başları açık olan AKP’li bayanlar bile başlarını bohçalamış, hep birlikte namazlar kılınmış, el etek öpülmüş. Ne olacak şimdi? Yoksa bu fotoğrafın tarihi de milattan önceye mi dayanıyor? Hadi söyleyin Allah aşkına,AKP içinde FETÖ karşıtı kaç kişi vardı? Örneğin, geçen günlerde ABD’ye gidip, dosyaları ABD yetkililerine teslim eden Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, bu adamı ziyarete gitmiş mi gitmemiş mi? Çünkü ben hatırlıyorum, 4-5 yol önce İçel CHP Milletvekili İsa Gök’ün soru önergesine çok kızmış ve Meclis kürsüsünden şimdi tukaka edilen bu meczup için övücü söz bırakmamış ve onu yürekten korumuştu.Ya Bülent Arınç, o da hükümette iken gidip görmedi mi? El etek öpmedi mi? Şimdi “Abdülhamit Han bir büyük deha, O görmediğini gören bir büyük Hakandı- Ulu Hakan Yıldız’da kendisine göre bir yönetim kurmuştu, şimdi de Cumhurbaşkanımızın Başkanlık Sistemi tam da bununla örtüşüyor” diyen sözde akademisyenleri yandaş kanallara sürenler, günümüzün aydınlarını içeri tıkmakla bu işin içinden çıkamazlar. Türkiye’de kim ne kadara ismini ve izini silmeye kalksa bile Atatürk’ün izi de, gerçek dehası olan eserleri de milletin gönlüne taht kuran sevgisi de silinemez. Gerçek olan yol, akıl yoludur. Ne yaparlarsa yapsınlar yolumuzdan sapmayız biz!