Yusuf KANLI Kıbrıs Türk halkının neredeyse yüzde yetmişini oluşturan ulusalcı, milliyetçi, muhafazakar kesimlerinde birkaç temel özellikte birlikteliğin yanı sıra bazı konularda da ayrışmalar vardır ve bu ayrışmalar sayesindedir ki yekpare bir milliyetçi kesimden bahsetmek mümkün değildir. Daha sonra hepsi bir birinden daha milliyetçi, ulusalcı olduğu yarışına giren Türk kurtuluş savaşı dönemi mandacıları gibi, Kıbrıs Türk halkı arasında da eskiden beri mandacılar, muhtariyet talep edenler ve hatta “yamacılar” olmuştur. İsimlere gerek yok, Kıbrıs Türk onurlu yaşam mücadelesinde bir şekilde katkıları olmuş ve çoğu bugün tarih olmuş kişilere yönelik karalama anlamına gelecek sözler söylemenin zamanı değil. Ancak, bir dönemde İngiliz yönetimi devam etsin diyenler olduğu kadar “ya taksim ya ölüm” sloganına inanıp adanın Türkiye ve Yunanistan arasında bölünmesini isteyenler de olmuştu. 1960’da da, 1967’de de, 2004’de de ve şimdi de adanın bir bölümünü Rumlara ve Yunanistan’a bırakarak bir bölümünün Türkiye ile birleşmesi rüyasını görenler hep oldu. Şartlar öyle getirdi, Kıbrıs Türk mücadelesinin başına Rauf Denktaş geçti, akıllı bir siyaset ile bağımsız bir devlete doğru evirildi direniş hareketi. Türkiye’nin yanlışları kadar uluslararası konjonktür de yardım etti, 1983’de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile taçlandı, yeni bur ufka açıldı mücadele. Kıbrıs Türk mücadelesinde sayısal açıdan küçük de olsa azınlık kavramıyla barışık ve hatta kişisel ikbal uğruna veya ulusal cenahtaki bazı kişilerle husumeti olup tüm davaya ihanet edecek kadar gözü dönmüş ve Rum sevici olmuş bir kesim de hep var oldu Kıbrıs Türkü arasında. Etnik köken, dil, din ve kültür farklılıklarını, hatta ikinci sınıf muameleyi hazmedip bir anlamda kendilerini Rumun alt kümesi gibi gören dünün Elçilleri de hep var olmadı mı? Bugün devlet parasıyla sendika ağalığı yapan ama o devlete düşmanlığını, düşmana aidiyetini her fırsatta sergileyen Şener Elçil’e ve “işgal” söylemine kızıp laf edenler, maalesef aynı zamanda Kıbrıs Türk mücadelesinin en temel talebinin eşitlik, adalet ve özgürlük yanı sıra ve hatta onlardan da önce “onurlu ve hür yaşama” olduğunu unutmakta, “kendi kendini yönetme” talebinden ve hakkından vazgeçebilmekte, müstemleke olmayı hazmedebilmekteler. Bazı kesimlerce “Ne yama, ne ilhak” duruşunun anlaşılmamakta ısrar edilmesi ve sanki Türkiye karşıtlığıymış gibi sunulması üzüntü verici olduğu kadar içinde bulunulan sığlığı da göstermektedir. Gerek siyasi, savunma gerekse de ekonomik çıkarları açısından Türkiye’nin Kıbrıs’ın tümünde veya bir bölümünde kendine hasım bir yönetim olmasını hazmetmesi, mümkün değildir. Bu nedenle adadaki, çözüm her ne olacaksa olsun muhakkak görüşmelerle ortaya çıkmalı ve Türkiye ile 1960 sisteminde olduğu gibi “koşulsuz en çok kayırılmış ülke statüsü” dahil, adanın tümünde veya bir bölümünde Yunanistan’ın ne kadar hak ve ayrıcalığı varsa Türkiye’ye de aynı haklar ve ayrıcalıkları içermelidir. İşte bu günlerde ulusalcı, milliyetçi kesimde yaşanan kırılma noktası budur. Türkiye Kıbrıs Türk halkının anavatanıdır. Adada iki devletli çözüm olsa ve uluslararası tanınmaya sahip Kıbrıs Türk Devleti kurulsa bile, Türkiye’siz Kıbrıs Türkü kırılgan, savunmasız ve yok olmaya mahkum bir azınlıktır. Garanti sisteminin önemi, Türkiye’nin adadaki askeri mevcudiyeti en az Akdeniz’deki ulusal çıkarları kadar gerek Kıbrıs Türkü gerekse de Türkiye için yaşamsal önemdedir. Adada bulunacak çözümün temel unsurları her şartta sadece Kıbrıs Türk eşitlik hakkını, yönetime etkin katılımını içermek zorunda değil, aynı zamanda mantıklı, anlamlı ve etkin Türk askeri varlığını ve operasyonal haklarını da içermelidir. Ne belli bir alana hapsolunmuş güya askeri üs verilerek ne de bir başka otoriteden üs bölgesinden çıkışına izin alma zorunda olunan bir düzenleme garanti sisteminin yerini alamaz. Rum tarafının başta egemenlik paylaşımı ve yönetimde Kıbrıs Türklerinin etkin katılımı şartları olmak üzere, garantiler ve sair nedenlerle adada federal bir çözüm sağlanması mümkün olmadığına göre, konfederasyon veya iki devlet seçenekleri gündeme gelmektedir. Konfederasyon seçeneğinde zaten AB üyeliği olacaktır. İki devlet seçeneğinde de güvenlik açısından AB çatısı şattır. Güney devleti AB üyesi olarak Yunanistan’a ve vatandaşlarına ne haklar verecek ise, aynı hak ve imtiyazlar Türk halkına ada ile sınırlı olmak şartıyla verilmeli, Rum-Yunan halkının ve sermayesinin kuzeyi istilası engellenirken, kuzeydeki devletin geleceği de etkin Türkiye güvenliği ile sağlanmalıdır. Hidrokarbon meselesi, kıta sahanlığı konusu ve sair başlıklar adanın iki halkı, Yunanistan ve Türkiye arasında oluşacak barış iklimiyle çok daha kolay çözülebilecektir.