Yusuf KANLI Öncelikle, Bayramınız kutlu olsun. Hangi ruh halinde olursanız olun, kapatın gözlerinizi. Duyun Nazım Hikmet’in, büyük şairin, dizelerine hayat veren Edip Akbayram’ın sesini kulaklarınızda: “Çocuklar inanın, inanın çocuklar, Güzel günler göreceğiz güneşli günler, Motorları maviliklere süreceğiz, Güzel günler göreceğiz güneşli günler…” Bu günler geçecek. Yarın güzel günler, güneşli günler göreceğiz, inanın. Hani hep deriz ya, yazının bir anlamı da tarihe not düşmektir. Bugün söyleneni, söylenemeyeni, söylense başa dert açanı, açmayanı yazıp tarihe not bırakmak gerekir. Kolay değil. Şimdiye kadar, savaş dönemleri dahil, ilk kez bir dini bayram tüm dünyadaki varlığı birkaç gramı geçemeyen ölümcül bir virüs saldırısı tehdidi altında sokağa çıkma yasağı ile yaşandı. Çok mu önemli? Elbette. Yarın bu günler unutulacak. Kim ne derse desin bu ulusun genlerinde yürüklük var, yerleşik toplum düzenine geçmiş olsa da maalesef hala daha yazılı hayata geçebilmiş değil. Yanlış anlamayın yörük geçmişimizi horlama niyetinde değilim, aksine ne kadar büyük bir zenginlik o muhteşem geçmişe sahip olmak. Siyasete bulanmanın anlamı yok. Yalın gerçeklerden bahsedelim. Camiler birkaç gün sonra açılacaklar. İyi mi olacak, kötü mü? Covid-19 tedavisi tamamlanıp evine gönderilen Karslı hemşerim gibi danayı kesip millete şükran yemeği veren ve hepsinin bulaş olmasına yol açan bir kültürde, istenildiği kadar önlem alınsın, sıkıntılı günler kaçınılmaz. Bayramda niye evlere kapatıldık? Şikayet eden yok, uymayan da çok. Enteresan. Bayramda Türk usulü yanaklardan, ellerden öpülerek, hararetle kucaklaşarak, diz dize oturup güzelim börekleri baklavaları hüpleterek geçecek dört gün sonrasında vaka sayısında nasıl bir artış olacaktı acaba? Her şeyin bir tek vaka ile başladığını, tedbirler azaltıldığı anda aynı korku tüneline tekrar sokulacağımızı anlamak, kavramak lazım. Bakın Rum kesimindeki duruma. “Sıfır vaka” diye ayağa kalktı kapıların açılması taraftarları, “Adada her iki tarafta da sıfır vaka… Bugün artık yeni bir gün” diye muştuladı bazı arkadaşlar. Kapılar çok şükür daha açılmadan, azalan kontroller sekiz vaka sonucunu doğurdu hemen. Meraklısına, hani Çin’de de sıfır vaka diye seviniyorlardı ya. Vuhan’da 51 yeni vaka görüldü hafta sonu. “Acele eden, ecele gider” yazar ya o ölümcül kum kamyonlarının arkasında, unutmamalıyız, ne kadar acele önlemleri kaldırırsak o kadar sorunu açarız kendi başımıza. Ekonomi bastırıyor. Otelciler, gazinocular, kerhaneciler bastırıyor açılsın sınırlar, uçsun uçaklar, bitsin kısıtlamalar diye. Kontrollü ve adım adım kalkmalı kısıtlamalar elbette. Ama, ikinci dalgayı boş verin ithal yeni vakaları düşünmek ilave tedbirler almak gerekmez mi? Ankara, İstanbul sokakları boştu bayram süresince. “Yazlıklara, köylere bir aydan önce dönmemek şartıyla gidebilirsiniz” kararı ile rahatlayan 65 yaş üstü grup bir de bayramda 65 yaş altı halka sokak yasak iken belli saatlerde “yürüme mesafesinde kalmak şartıyla” sokağa çıkma izni verilmesi ile coştu adeta. Bu arada Mart 11’den bu yana evde kapalı yaşama mecbur kalan kronik hastalıktan mustarip vatandaşlar, daha da kötüsü zaten psikolojik durumu bozuk olanlar, sınırlarının son aşamasını çoktan geride bıraktılar. Her ne kadar tüm haber bültenleri bu aralar sadece Covid-19 vakalarından oluşsa da, kontrolü yapılmayan, ihmal edilen veya bulaş korkusuyla hastanelere kontrollere gidemeyen kronik hastalardaki kötüleşme, Allah korusun kayıplar önümüzdeki dönemin kabusu olabilir. Bu bayram sakindi. Malum uyuşturucu gibi toplumda etki yaratan serilerin yeni bölümleri çekilemeyince ya eski seriler ya da 1980lerden kalma, çoğu anlamsız ve gerçekten korkunç Yeşilçam filmleri “nostalji” adı altında ekranları doldurdu. Netflix, Amazon gibi yabancı, ve Blue gibi yerel platformlar güzel performans gösterdiler. Evlere gelen giden olmadı. Herkes telefonla birbirinin bayramını kutlama çalışınca, telefon şebekeleri çöktü her zaman kötü olan Türk Telefon internet altyapısı iyice çuvalladı. Mesela hızda ciddi azalma var diye bayramdan önce yaptığım şikayet hala daha giderilmediği gibi, nemrut sesli bir görevli “Bu şartlarda sokağınızda kontrol yapamıyoruz, elektronik kontrollerde sorun yok” gibi abes bir cevapla, devletin “halk hatalıdır, doğru söylemez, horlanmalıdır” geleneğinin özelleştirilen Türk Telekom’da aynen devam ettiğini de gösterdi. Bu arada hız meselesi zaten yaklaşık üç ayda bir Türk Telekom ile muhabbetimizin öznesi durumunda. Onlar düzeltmemeye, ben düzeltme talebinde ısrardan vaz geçmemeye kararlıyız. Her şikâyetten sonra kısa süreli düzeliyor ama sorun belli ki yapısal olduğundan kısa sürede tekrarlıyor. Sağ olsunlar, hayata renk katıyorlar. Bu günler de geride kalacak. Bir gün unutacağız yaşadıklarımızı. Pencereden başımızı dışarı uzatıp sanki uzak diyarlara gidip-gelmiş gibi hissetmeye çalıştığımızı, ya da yüzde maske, suratımızda plastik bir koruma perdesi korkarak markete gidip, en yakın arkadaşlarımızdan bile metrelerce ötede durmaya çalışmamızı ya da kalabalık diye onlarca dakika market önünde bekleyip bir şey alamadan eve dönüşlerimizi, daha da kötüsü hem fahiş fiyata hem de ya içi geçmiş, ya kurumuz meyve sebzeyi bize kakalayan market zincirlerini unutacağız elbette. Kötü anıları unutmak iyidir de belki de ruh sağlığımız açısından. Ancak, arada bir tarihe düşülen notları okuyup hatırlamak da gerekmez mi? Doğrusu ben ne Migros’u, ne Beğendik'i ne de bu dönemde yaşattıkları insafsızlıkları hiç unutmayacağım desem de yarın ne kadarını hatırlayacağım, ya da daha doğrusu hatırlamak isteyeceğim, bilemiyorum. Tarihe not düşmek Yıllardır, birlikte yazdığımız, tartıştığımız Gazeteciler Cemiyeti’nin ifade ve basın özgürlüğü ihlalleri raporlarının medyadaki çok sevdiğimiz, yakın arkadaşlarımız dahil neredeyse kimsenin sayfalarda, ekranlarda yer verilmemesine ya da yüzeysel ve içerikten yoksun şöyle bir değinilmelerine sitem ediyorlar. Binlerce sayfayı, yüzü aşkın aylık, üç aylık, yıllık ve dönemsel raporlara verdiğimiz emeğin sanki takdir edilmediği algısıyla yakınıyor arkadaşlar. Halbuki durum hiç de öyle değil. O raporlar zaten sorunları çözmeyi değil, sorunlarla ilgili duyarlılık yaratmak, sorunlara parmak basmak ve hatta sorunların nasıl çözülebileceğine yönelik politika önerilerinde bulunmak maksadıyla hazırlanmakta ve yayınlanmaktadırlar. Nitekim, sayısı fazla olmasa da gazetecilerin yıpranma hakkını geri kazanmaları veya birçok yasada medya kuruluşları ve gazetecilere hak kaybı doğuracak düzenlemelerin kaldırılması veya yumuşatılması dahil birçok gelişmede Gazeteciler Cemiyeti ancak bu raporlar sayesinde katkıda bulunabilmiştir. Ancak, bu raporların en büyük önemi bir gün bugünün ifade ve basın özgürlüğü durumunu kapsamlı olarak inceleme yapılmak istenirse ortaya çıkacaktır. 2014 Mart ayından bu yana gün be gün Türkiye’deki tüm ifade ve basın özgürlüğü durumu sıfat eklenmeden, mümkün olduğunca en az yorumla ve açık kaynaklar temel alınarak bu raporlarda yer almaktadır. Elektronik arşivler, gazete ve TV arşivleri örneğini birçok olayda gördüğünüz gibi artık ulaşılmaz ve hatta fiziki olarak ölü olsalar bile, o açık kaynakların bildirimleri raporlarda geride bırakılan dönemin tanıkları olarak beklemektedirler. Tarihe not düşmek. Vazifemiz bu…