Mehmet Necati GÜNGÖR Ben, dindarın kravatlısını severim. Yeşil takkeli olanına mesafeliyimdir. Kravatlı dindarla takkeli dindar arasında fark vardır. Kravatlı dindar, dinini öğrenerek, hazmederek yaşar. Dinin kitabını okur. Ahlâkını, bütün iyi vasıflarını o kitaptan alır. Aydınlığa koşar. Haram yemez. İnsan haklarına tecavüz etmez. Aklından ve vicdanından başka kimseye tabi olmaz. Çünkü, okuyup anladığı kitapta Yüce Yaratıcı ona birçok yerde “aklını işlet” ikazında bulunmuştur. Aklını işletir, Allah’ın ipi dururken başkalarının sarkıttığı ipe sarılmaz. Komşu hakkına, kul hakkına riayet eder. Çevreyi kirletmez. “Tabiat, Yüce varlığın nesillere armağanıdır, iyi korunmalıdır” düsturu çerçevesinde hareket eder. İbadetini gösteriş için yapmaz. Topluma, insanlığa ve uygarlığa yararlı nesiller yetiştirmek için uğraşır. Doğaldır, yapmacık değildir. Öteki, Yüce Yaratıcı’nın kitabını duvara asmıştır. Nakış işlemeli bir bezin içinde saklar, kapağını açmaz. Açsa da Arapçasından bir şey anlayamayacağı için sadece gerektiğinde ölüler için okur. Oysa  Kur’an diriler için indirilmiş bir kitaptır. Onu hayatınıza almazsanız, Allah’ın huzuruna hangi yüzle varacaksınız? Takkeli bunları düşünmez. Nasılsa onun adına düşünen, ahkâm kesen, yol gösteren birileri vardır. Yolunu onlar çizer, onlara tabi olur, onların çizdiği yolda yürür. Vekâletini onlara vermiştir. Aklını onlara kiralamıştır. Ondan din için,  toplum için yarar beklemek, her şeyi tersten okumaktır. Ben, dindarın kravatlısını severim. Aydınını, bilime inananını, sanatseverini, tabiatseverini severim. Camide kravatlıları görünce sevinirim. Onlar bana güven verir. Bilinçlidirler, insaflıdırlar, iz’anlıdırlar. O yüzden; Dandarın kravatlısını severim. Yeşil takkelisinden ise korkarım.