Yusuf KANLI / Aaah, Alpay aaah... Ne güzeldi o ilk gençlik yıllarında muhteşem sesinden “Eylül’de gel, okul yoluna” şarkısını dinlemek... “Eylül’de gel… Eylül’de okul yoluna. Konuşmadan yürüyelim, gireyim koluna. Görenler dönmüş hem de mutlu diyecekler; Ağaçlar sevinçten başımıza konfeti gibi; Yaprak dökecekler.” Şimdi önce “Mart’ta gel” sonra da “Nisan’da gel” Cenevre yoluna şarkısı söylenecek bir süre... Ardından ne gelecek? Olmadı Mayıs’ta, varsın olsun Haziran’da, Temmuz, Ağustos sıcaktır siesta yapalım, hadi gel Eylül’de şarkılarını söyleyeceğiz, orası malum... Ne verip ne aldığımızı boş verin, adamlar hiç bir bedel ödemeden en kutsallarımızı görüşülebilir yaptılar. “Toprağı en son görüşürüz, ancak her şey bittikten sonra” demiyor muyduk? “Garanti hariç diğer konular bitmeden ve ancak garanti başlığıyla beraber toprak başlığını görüşürüz ama harita vermeyiz. Harita verir ve çözüm sağlayamaz isek, bunun yansımaları Kuzey Kıbrıs’ta ekonomik ve sosyal kaos olur” demiyor muyduk? “Güvenlik ve garantiler kırmızı çizgimizdir, Türk garantisi olmayan çözümü kabul etmeyiz. Her şey görüşülüp anlaşılmadan garanti konusunu gözden geçirmek için bile görüşmeyiz” demiyor muyduk?  Ne değişti? Politik eşitlik sağlandı, dönüşümlü başkanlıkta uzlaşıldı da bizim haberimiz mi yok? Çapraz oy garabetine rağmen, KKTC topraklarında seçme-seçilme hakkına sahip %20 Rum yerleşmesini kabul etmesine rağmen Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ve ekibinin, yönetime eşit ve etkin katılım sağlandı mı? KKTC’de %20 seçme seçilme hakkına sahip Rum, %20 de çapraz oy sayesinde KKTC liderlik seçimine Rum etkisinin olmasına izin, demek ki Kuzey Kıbrıs’ta seçimlerde Rumlar %40 oy hakkına sahip. Herhangi bir demokraside %40 herhangi bir siyasi partiyi iktidar yapabiliyor ise, %51 cumhurbaşkanı seçmeye yetiyor ise, kim iktidar olacak Türk topraklarında? Güney’de Rum devletinde Rumlar iktidar, Kuzey’de “Türk” devletinde Rum işbirlikçileri iktidar... Bunun neresi çözüm veya barış? Bu düzen olsa olsa yeni savaşın fitilidir, o kadar. Romantik hayallerle bir yere varılmaz, uyanın büyük bir krize kapı açıyoruz çözüm adına Rum tarafına kayıtsız şartsız teslim olarak.  Romantizm güzel şey… Ama... Buluğ dönemi, ilk gençlik zamanı, kafalar dumanlı dağlar gibi bulutlarda, her şeyi her an yapabilme kuvveti damarlarda, hülyalarda… Aynı zamanda ne problemler, bunalımlar, savrulmalar, hezeyanlar... Kaldı mı şimdi, bilemem. Gride bırakalı o zamanları ve o dostlukları çok oldu. Yokluk zamanında Kıbrıs’ın “Egg Shampoo” çıktığında, ne büyük memnuniyetti o, kafaların yeşil sabundan kurtuluşu, kepek sorununa göreceli çözüm, ışıldayan, sağlıklı saçlara kavuşmak? Markası neydi hatırlayamam şimdi ama cebimize koyduğumuzda ilk defa o küçücük, yumuşacık kağıt mendil paketini ne büyük mutluluk duymuştuk? Her şey göreceli. Yoklukta sıradan bir şampuan, bir paket kağıt mendil ne büyük nimet olabiliyor? Veya, varlık içinde köyler, kasabalar, yer altı su kaynakları ve hatta adanın ekonomik çıkar alanındaki hidrokarbon yatakları nasıl hovardaca “empati” içerisinde peşkeş çekilebilir daha dün acımasızca beni, seni bu adadan silip, yok etmek isteyen Niko’ya?  Niye Mart, Nisan? 2014 olmadı 2015, olmadı 2016... Aralık 2016 olmadı, Ocak çuvalladı, şimdi 2017 Mart, Nisan... Gören de sanki gerçekten Kıbrıs görüşmelerinde bir başarı umudu varmış, iki taraf müşterek bir uzlaşıya varabilecekmiş de birkaç detayda şimdilik pürüz varmış ama Türkiye, Yunanistan ve dahi İngiltere sihirli bir dokunuş yapacak, “Kıbrıslılar tarafından Kıbrıs için çözüm” sağlanıverecekmiş gibi... Kolay gelsin... Şimdiki gündem Türkiye’deki referanduma göre tarihlendirilmiş. Mart 5-10 tarihleri arasında Türk, Yunan ve İngiliz dışişleri bakanları katılımıyla iki lider beşli konferansta Cenevre’de buluşacak, AB temsilcisi arka koltukta “gözlemci” olarak oturacak, ve Kıbrıs Türk ve Rum liderlerine “Aman iyi yoldasınız... Devam edin... Bakın anlaşırsanız size şöyle elmalı şekerler, böyle boncuklar, kolyeler, falan filen börekler, çörekler alacağız” diyecekler ve dosyayı tamamlayıp, son rötuşlar, veya en son büyük al-ver için Nisan’ın üçüncü veya dördüncü haftasında tekrar ve bu sever üç garantör ülkenin liderlerinin de katılacağı bir zirve toplanması davetinde bulunacaklar... Peki niye Mart, niye Nisan’ın ikinci yarısı? Niye Mart’ta bitirilmiyor bu mesele eğer bitecek aşamaya gelmişse? Mart ayında dışişleri bakanları seviyesinde toplanacak çünkü Nisan’da referanduma gitmekte olan Türkiye’ye yeterince baskı yapıp, büyük ödün alınabilmesinin imkansızlığı görülüyor. Nisan ayı Pazarında anayasa referandumu yapıldıktan sora ise sanki “cülus” talep eder gibi, Kıbrıs’ta ödün istenecek Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan. Milliyetçi oylar nedeniyle referandum öncesinde veremeyeceği ödünü sanki referandum sonrasında Erdoğan verecekmiş gibi bir eğreti beklenti içerisinde Amerikalısı da, İngilizi de Yunanlısı da... O kadar basit yani bu tarihlendirme... Çocuk oyuncağı... Basit zaten Kıbrıs meselesini halletmek... Ne demişti zatı-ı muhterem CNN Türk televizyonunda sirkatin söylerken? “Rumların da kabul edebileceği önerilerde bulunmak, toprak tavizinde bulunmak ve Kıbrıs sorununu çözmek...” Mantık buysa, arşın da orada.... Arşın ne mi? Doğru zamane gençliği arşını da unuttu. Osmanlı döneminin kumaş ölçme birimi. Üç ayak uzunluğunda... Hadi, şimdi de ölçü birimi olarak ayak ne? 12 inç veya 30 santimden biraz uzun bir ölçü... Dağıttık konuyu yine ama ne yapacaksın meret Kıbrıs dosyası hep dağınık zaten. Arşın, bu durumda, Kıbrıs Türk halkı – ve tabii Kıbrıs Rumları olacak.  2004 ihaneti 2004’de yine bir anlaşma yapılmış, daha doğrusu görüşmeciler anlaşma yapamayınca BM sekretaryası kalan yerleri doldurmuş, kendince bir anlaşma metni ortaya çıkarmıştı. Kıbrıs Rumları arşına vurdu o belgeyi, bekledikleri ende ve boyda olmadığını, arzu ettikleri ölçüde Kıbrıs Türkünü esir alamadıklarını görüp reddettiler 24 Nisan 2004 referandumunda. Eşzamanlı Türk kesiminde yapılan referandumda o zamanın teslimiyetçi zihniyeti emlak kuponlarından kestiği uyduruk villa resimleriyle “Aha da bu evleri vereceyik evinden, yerinden olanlara” diye halkı kandırıp, kocaman bir evet almışlardı. Güya “evet” derse Kıbrıs Türkleri Avrupa Birliği çözüm olsa da olmasa da “aç açık bırakmayacaktı” onları. Bir hafta sonra Rumları tam üye olarak kulübe aldılar, Türkleri dışarda Rum devletine daha da muhtaç, koyulaştırılmış izolasyon altında bıraktılar, ama dönemin başbakanı “Rumlar tutuncaya kadar elimizi uzatmaya devam edeceğiz” deyip altın bir tanınma fırsatını elinin tersiyle itip, halkına ihanet etmişti. Durumlar değişti. Hem de çok değişti. 2004’de güçlü evet oyuna rağmen ayazda bırakılan Kıbrıs Türk halkı tekrar boş söze kanacağa benzemiyor. Ne Türkiye garantisinden ne de siyasi eşitlikten vaz geçebilecek durumda değil. Zaten son kamuoyu yoklamaları da o kadar net durumu ortaya koydu ki Akıncı apar topar İstanbul’a gidip kapı kapı dolaşıp Türk televizyonları üzerinden hem KKTC hem de Türk halkını “Vallahi billahi satış yok, biz dürüst bir çözüm anlaşması yapmaya çalışıyoruz” mesajı verdi ama mesajı verirken bile sirkatini sergiledi, amacın olması gereken çözümü değil, Rumların kabul edeceği, yani Kıbrıs Türkünü Ruma kul köle edecek bir çözümü hedeflediğini açıkça söyledi. Niye mesela Türkiye AB’ye üye oluncaya kadar garantinin devam etmesini, dört özgürlüğün Türk vatandaşlarınca Yunan vatandaşları gibi kullanılacağını talep ettiğini söyleyemedi? Mehmet Ali Talat ile eski Rum lideri Demetris Hristofyas arasındaki dört özgürlükle ilgili yakınlaşma belgesi büyük bir gazetecilik başarısıyla Afrika gazetesinde yayınlanmadı mı geçen hafta? Mevcut bir yakınlaşmayı bile sahiplenemiyor mu Akıncı? Rum tarafı kaynıyor, bu nasıl olur diye adamlar isyan ediyor ama Akıncı ve ekibinden ses yok... Beyler Londra gezisinde çözümün maliyetini konuşuyormuş. Birisi dalga geçiyor ama kim? Olur, Mart’ta gidelim Cenevre’ye. Nisan’da liderleri de götürelim. Daha niye dönüşümlü başkanlık dediğimizi, garantörlüğün Kıbrıs Türk halkı için ne kadar yaşamsal önemde olduğunu kabul ettiremedikse Rum kesimine, Kıbrıs meselesi hala daha bir “işgal ve istila meselesi” olarak algılanıyor, 1963 günahları, 1963-1974 mezalimi reddediliyor, bir özür dilenmiyor ise, ne mene barış olacak bu? Rum kesiminde açık ve resmi olarak uygulanan Türklere karşı işlenen suçlarda cezasızlık siyaseti ne zaman sona erecek? Bırakın Atlılar, Sandallar, Muratağa katliamını işleyenleri, Talat’a Rum kesiminde, ABD elçisinin de katıldığı bir toplantıda bomba atanlara ne oldu, cezalandırıldılar mı? Ciddiyet nerede? Siyasi eşitlik, iki kesimlilik, iki toplumluluk temelli çözüm nerede?