Sualtına huzurlu yolculuk

HABER VE FOTOĞRAFLAR / SULTAN YAVUZ ÖZİNANIR (ANKARA) - Sualtını çoğumuz belgesellerden ve filmlerden biliriz. Birbirinden renkli ve ilginç canlılar, batıklar, amforalar, hazine sandıkları, köpekbalıkları, yunuslar, balinalar, geceleri ışık saçan deniz canlıları... Bazılarımız ise bu büyülü dünyayı yakından görerek temas etme ayrıcalığına sahiptir. İşte o şanslı dalgıçlardan biri de çocukluğundan beri dalışla içli dışlı olan Asutay Akbayır. Sualtı Taarruz Birliği (SAT)’ın kurucularından Deniz Komandosu Yüksel Akbayır’ın oğlu olan Akbayır’ın çocukluğu, babasının gazetelerde çıkan tatbikat ve operasyon haberlerini okumakla geçmiş. Tüple dalış yapacağı günü iple çeken Akbayır nihayet dileğine kavuşmuş ve 13 yaşındayken ilk donanımlı dalışını babası ile birlikte İskenderun Arsuz’ta gerçekleştirmiş. 1987 yılında ise kendisi de Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde açılan özel balıkadam kursundan mezun olarak profesyonel dalış hayatına adım atmış. 1996 yılına kadar Türkiye’nin pek çok yerinde sayısız dalışlar gerçekleştiren Akbayır,  daha sonra Ankara’daki ilk ticari dalış merkezi olan Aqua Club Dalgıç Okulu’nu kurmuş. Teknik derin dalış alanında uzman ve eğitmen olan Akbayır, 150 metre derinliğe  gerçekleştirdiği dalış ile Türkiye’de en derin teknik dalış rekorunu, öğrencisi Gözde Kuşakçıoğlu ile birlikte elinde tutuyor. Babası Yüksel Akbayır, bir SAT komandosu olarak tüm hayatı boyunca dalmanın risklerini gördüğü için, oğlunun profesyonel bir dalgıç olmasını istememiş. Oğlu Asutay Akbayır ise bir an önce tüple dalacağı yaşın gelmesini bekliyormuş. Akbayır, dalışa başlamasının hikâyesini şöyle anlatıyor: 13 yaşında daldı “Benim dalışa merak sarmam, babamı izleyerek başladı. 1970’li yıllarda babam tüple denize dalarken, ben de tüpsüz olarak maske, palet ve şnorkelle onu yüzeyden takip ediyordum. 13 yaşımdayken İskenderun Arsuz’ta bir liman inşaatı esnasında dalgıçların sualtı inşaatına katkı sağladığını gördüm. O zamanlar Türkiye‘de dalış malzemesi bulmak çok zordu ve bu benim için çok iyi bir fırsattı. Babamdan beni daldırması için rica ettim, o da limandaki dalış malzemelerini kullanmak için yasal bir izin alarak bana deneme dalışı yaptırdı ve maceram böyle başladı. O ilk dalışım, bugünkü manada turistik bir dalış değildi. İki-üç metrelik, dibi kum olan bir bölgede hiç bir şeyi göremediğim bir dalıştı. Üstelik tek tüpümüz vardı. O gün babamın bana dediği cümleyi hiç unutamam, ‘Sen yıllardır dalıyormuş gibisin”. Babam haklıydı, çünkü yıllardır dalmanın hâyalini o kadar çok kurmuş ve o kadar çok gözlem yapmıştım ki, ilk dalışımda hiç yabancılık çekmemiştim. O ilk dalışımda bir de antik amfora bulduğum anı hiç unutamam.” Deniz olmayan yerde dalış okulu Deniz olmayan bir şehirde dalış merkezi kurması önceleri yadırgansa da Akbayır, Aqua Club Dalgıç Okulunu kurmanın çok öngörülü bir hamle olduğunu ifade ediyor, Ankaralı dalgıçlaların daha önce farklı şehirlerdeki dalış merkezlerine eğitime gittiğini söyleyen Akbayır şöyle konuşuyor : “Ben 1996 yılında Ankara’nın ilk ticari dalış merkezini kurdum. Ondan önce Ankaralı dalgıçlar yakın olduğu için genellikle Karadeniz’deki bir okula gidiyorlarmış. Biz, insanların denize olan özlemlerini fark ettik ve bu okulu kurmanın Ankaralı dalgıç adayları için çok büyük bir avantaj olacağını düşündük. Burada öğrencilerimize sadece teorik dersleri vermiyoruz aynı zamanda havuz çalışmalarını yaptırıyor ve denize dalmaya hazır hâle getiriyoruz. Türkiye rekorunu iki kişi birlikte kırdık Karışım gaz teknik derin dalış branşında 150 metre derinlik ile başından sonuna kadar her anı kayda alınmış ilk Türkiye rekoru bana ve öğrencim Gözde Kuşakçıoğlu’na ait. Gözde’yi on iki yıl yetiştirtikten sonra, kendi yapacağım rekor denememde yanımda olmasını rica ettim çünkü bu dalda kadınların da ne kadar iddialı olabileceklerini göstermek istiyordum. Bu sayede suyun altında hem birbirimizi kolladık hem birbirimizi derin su kameralarıyla görüntüleyebildik, hem de planlamaları birlikte yaptık, yani bu rekor ikimize aittir.” Akbayır, dalışın, tüplü ve tüpsüz olarak ikiye ayrıldığını, tüplü dalışın da turistik ve teknik olarak sınıflandırıldığını söylüyor ve teknik dalgıçlığı da şöyle anlatıyor: “Biri sportif ya da turistik dediğimiz keyif amacıyla yapılan ve insanların maksimum 30 metreye kadar indiği bir dalıştır. Burada insanların üzerinde bir tüp, bir soluma cihazı, üşümemek için de bir dalış kıyafeti ile maske ve palet gibi basit cihazlar bulunur. İkinci olarak, benim de dâhil olduğum diğer branş, teknik dalgıçlıktır. Teknik dalgıçlar özel donanımlar ve farklı gazlar kullanarak çok daha derin dalışlar yapabilirler ve bu derinlikte arama kurtarma çalışmaları gerçekleştirebilirler.” Vurgun yemek tarihe karıştı Günümüzde şarkı sözlerine bile ilham olan “vurgun yemek” ise Akbayır’a göre tarihe karışmış. Kullanılan teknoloji ile vurgun yemenin çok zor olacağına dikkat çeken Akbayır şunları anlatıyor: “Vurgun yemek tarihe karıştı. Artık öyle gelişmiş aletlerle dalıyoruz ki, bu olayı yaşamak çok zor. Vurgun yiyebilmeniz için dalış bilgisayarlarınızın göstergelerine ve uyarılarına aldırmamanız, dalış arkadaşınızın ve liderinizin ‘Çıkalım’ işaretine uymamanız ve derslerde öğrendiğiniz tüm kuralları ihlal etmeniz gerekir.” Tüplü sualtıcılık yüzde seksen matematikten ibarettir. Hangi derinliktesiniz, hangi gazı soluyorsunuz, ne kadar süredir oradasınız… Bunları bilmek ve hesaplamak durumundasınız.” Ne kadar erken, o kadar iyi Dalış yapmaya erken başlamak gerektiğinin altını çizen Akbayır, Türkiye’deki yaş sınırlamasından duyduğu tedirginliği belirtiyor. Akbayır; “Dünyada sekiz yaşındaki çocuklar iki metre derinliği geçmemek kaydıyla ve özel ekipmanlarla anne babaları veya hocaları ile birlikte havuzda deneme dalışları yapıyorlar. 10-11 yaşlarında on iki metreye kadar tüplü, 13-14 yaşlarında ise 21 metreye kadar dalabiliyorlar ve 15 yaşında da yetişkinlerle aynı haklara sahip oluyorlar. Türkiye’de ise on dört yaşına gelmeden bir çocuğun tüplü dalış yapmasına izin verilmiyor. Ben 14 yaşındayken askeri okulda elimde gerçek silahla eğitim görüyordum fakat günümüzde 14 yaşından evvel tüplü dalış yapılamıyor. Yetkililerimizden bu konudaki ağır yaş kısıtlamasının biraz esnetilmesini ve çocuklarımızın daha erken yaşlarda bu aktivite ile tanışabilmelerinin önünün açılmasını rica ediyoruz. Orfoz görmek isteyenler Kaş’a Dalış yapan insanların, sualtı dünyasının farklı yanlarını görmek konusunda tercihleri olduğunu savunan Akbayır, Türkiye’nin sualtı çeşitliliği konusunda zengin olduğunu belirtiyor. Akbayır, “Ne görmek istediğinize bağlı olarak dalış yeri de değişiyor. Mesela bizim sularımızda nesli tükenmek üzere olduğu için koruma altına alınan muhteşem orfozları görmek istiyorsanız Kaş’a bekliyoruz. Mağara ve kovuklardaki sarkıt ve dikitleri görmek isteyenleri Alanya’ya, Kemer’e, Demre’ye götürüyoruz. Dünyanın en güzel mercanlarından biri olan kırmızı mercanları görmek istiyorsa Ayvalık’a davet ediyoruz, batıklara meraklıysa ‘Çanakkale’ye gelin’ diyoruz, ‘Ben her şeyin bir özetini görmek istiyorum’ diyorsanız, Bodrum’a gidin derim çünkü orada arkeolojik bulgular da var, batık da var, orfoz da var, deniz yıldızları, mürenler, mercanlar, süngerler de var. Kızıldeniz ise en fazla canlıyı görebileceğiniz, dünyada en iddialı dalış bölgesidir.” diyor. Gece dalışı Akbayır gece dalışlarını da şu sözlerle özetliyor: “Gece suyun derinliklerinde bulunarak hem bir heyecan tadarsınız hem de bir başarı duygusu hissedersiniz. Kabarcıklarım yukarıya giderken, planktonlara çarptıklarında ortaya çıkan ışıma âdeta bir Samanyolu’na benzer, işte o şeridi izlemeyi seviyorum. İspanyol Dansözü, ışık saçan canlılar ya da gece avlanan balıklar gibi gündüz olmayan canlıları görürsünüz.  Daha önce gündüz daldığınız aynı bölgeyi farklı bir perspektiften görmüş olursunuz.” Köpek balıkları tehlikeli değil Yaygın kanının aksine, köpekbalıklarının insanlara bilinçli olarak saldırmadığını ve bu algının belli sebeplerle üretildiğini ifade eden Akbayır, “Tam tersine, insanlarda köpekbalıklarını rahatsız etme güdüsü vardır. Hâl böyle olunca, köpekbalıkları haksız yere saldırgan olarak nitelendirilir. Benim  köpekbalıklarıyla birlikteyken çekilmiş yüzlerce fotoğraf ve videom var, hepsi de yanımızda, ayağımızın altında dolaşıyorlar. Bu arada Jaws filmi gibi yapımları ticari amaçlı görüyorum, bu tür filmler gerçekçilikten çok uzak. Siz sualtında bir canlıyı zıpkınlamazsanız, elektrik vermezseniz, elinize bir demir çubuk alıp sürekli itip, kakmazsanız o canlı da sizi ısırma ihtiyacı hissetmez. Üzerimizde kauçuk-plastik karışımı bir kıyafet var. Bir köpekbalığının dişinden çok daha sert olan çelik, alüminyum dalış tüpleri ve ağırlık kemerleri var. Köpekbalıkları, sadece insanları başka bir canlı sandıklarında ısırırlar. Örneğin bir sörfçü, köpekbalıklarının yaşam alanında sörf yapacağım diye inat ediyorsa, köpekbalıkları da o  sörfçüyü aşağıdan baktığında bir foka benzetip saldırabilirler. Siz ışıl ışıl pırıldayan takılar takıp aşağı inerseniz, köpekbalıkları parlayan şeyleri balık sanıp onu yemeye çalışabilirler, bunun gibi dikkat edilmesi gereken bir çok kural var. Biz onların mekanlarında misafiriz onlar ise ev sahibi bunu çok iyi anlamak ve oyunu onların kurallarına göre oynamak lazım.” Yunuslarla dans Yıllar içinde çok sayıda dalış yapan ve pek çok anı biriktiren Asutay Akbayır, kendisini en çok etkileyen anıyı da bizimle paylaşıyor, Akbayır, “En büyük hayalim yunuslarla dalmaktı ve bu olayı Kızıldenizin Gubal bölgesinde yaşadım. 12 fertlik bir  yunus ailesi  etrafımızı sardı, muhteşem bir senkronizasyon içinde etrafımızda yüzmeye başladılar. Düşünün, bunlar parklardaki yunuslar değil, tamamen vahşiler ve yüzümüze kadar yaklaşıyorlar ama dokunmamıza da izin verniyorlar. Günümüzde yunuslar hakkında yapılan araştırmalarda yunusların dahi insanoğlunun doğada oluşturduğu yıkım sebebiyle iyi ve kötü huylu iki tür oldukları ve kendi aralarında gruplaştıkları kabul ediliyor. Bu çok acı çünkü onlar bizimle oynuyor ve su altındaki hareketlerimizi dahi taklit ediyorlardı, çok etkilenmiştim... Gerçek bir sualtıcı olarak tükettiğimiz her canlı ile kendimizin de tükendiğini çok iyi anlamalı ve “sualtının elçileri” olarak dalmalıyız, aksi takdirde bizden sonraki nesiller sualtında çamur ve çöpten başka bir şey göremeyecekler…”