Utku ŞENSOY 90’lı yılların başında Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle sona eren soğuk savaş döneminin ardından, yeni küresel düzenin ne olacağı konusunda çok farklı görüşler ortaya atılmaya başlandı. Bunların başında, Yeni Dünya Düzeni, Tarihin Sonu, Yeni Orta Çağ, Devletlerin Amipleşmesi ve Kaos geliyordu. Samuel Huntington, Francis Fukuyama’nın Tarihin Sonu tezine yanıt olarak savunduğu Medeniyetler Çatışması tezi, en iddialı görüş olarak o dönem büyük ses getirdi. Medeniyeti; dil, tarih, din, gelenekler ve kurumlar gibi ortak objektif unsurlarla ve insanların kendilerini sübjektif olarak tanımlama biçimleriyle açıklayan Huntington, medeniyetlerin dar anlamda geniş kimlik tanımlaması olduğunu savundu. Temel özellik; Din! Medeniyetlerin doğup, büyüyüp yok olacaklarını, siyasal olmaktan çok, kültürel varlıklar olduğunu iddia eden Huntington, medeniyetlerin temel özelliğinin ise din olduğu görüşünü ortaya attı. Bu bağlamda, dünyada sekiz medeniyetin bulunduğuna dikkat çeken Huntington, Batı (Yahudi-Hıristiyan), İslam, Çin, Hint, Ortodoks medeniyetler arasındaki ilişkilerin ağırlıklı olacağına dikkat çekti. Medeniyetler Çatışması Huntington’ ın, Medeniyetler Çatışması görüşü özellikle 11 Eylül 2001saldırılarının ardından Amerika Birleşik Devletleri’nin dünyayı yeniden şekillendirme politikaları çerçevesinde gündemdeki yerini korudu. Zira Huntington’a göre, demokratik Batı ile komünist Doğu’nun siyasi çatışması olarak nitelenen Soğuk Savaş’ın ardından sorunların ve çatışmaların temel kaynağı artık ideolojik ve siyasal değil; din ve kültür farklılıkları olarak yaşanacaktı! NATO ve OECD benzeri Batı’nın birçok kurumu içinde yer almasına rağmen, Türkiye’ nin özellikle son dönemde “sıfır sorun” diye yola çıkıp uluslararası alanda yaşanan olumsuzlukları salt “Ankara’nın siyasi hamle beceriksizliği” ya da “diplomatik başarısızlığı” olarak görülebilir. Ancak, Huntington’ ın dikkatini çektiği “medeniyet farklılığından” kaynaklandığını da unutmamak lazım. Yaşanan son S-400 / F-35 krizine bu pencereden bakacak olursak, medeniyetler çatışması-savaşı için kolları sıvayan Washington’un, Rusya-Çin-İran cephesine karşı yürüttüğü saldırgan politika, son dönemdeki Ankara-Moskova yakınlaşmasıyla Türkiye’ye karşı şantaj ve tehdit söylemleri boyutuna ulaştı. ABD’nin F-35 kozu Uluslararası camiadaki en önemli oyun kurucu Washington’ın büyük kozu olan silah sanayinin en gelişmiş teknolojik sembolü F-35 savaş uçakları, yalnızca konvansiyonel savaş alanının değil, ABD’ nin ticari savaşının da en etkili silahı. ABD her biri 90 milyon dolarlık bu uçaklardan proje ortağı 13 ülkeye 4 bin 500 adet satmayı hedeflemesi meselenin ekonomik boyutunun ne denli büyük olduğunun bir göstergesidir. Farklı medeniyetlerin savunma sanayilerini çarpıştıran S-400 ve F-35 silah sistemleri kapışmasının tam ortasında kalan Türkiye’ nin, önümüzdeki aylarda bu köşeye sıkışmışlığında atacağı adımlar ve yapacağı diplomatik hamleler büyük merak konusu. Rakip dünyaların iki önemli kutbunun Türkiye konusunda karşı karşıya geldiği çıkar çatışmasında Ulusal Güvenlik ekibi içinde konuşlanan Neocon ve Evanjelik şahinleri, Trump’a Ankara ile gerilimi arttırma politikasından taviz verdirmiyor. Türkiye aleyhtarı lobilerin cesaretlendirdiği bu şahinlerin, en önemli argümanı, NATO üyesi Türkiye’nin hem F-35’e hem de Rus savunma sitemine sahip olamayacağı. NATO üyelerinde Rus savunma sistemi yok mu? Var tabii ki de! NATO üyeleri Yunanistan, Bulgaristan ve Slovakya Rus yapımı S-400 sistemlerinin bir önceki versiyonu olan S-300 hava savunma sistemine sahip ülkeler olarak dikkat çekiyor. Hatta ABD de teknolojisini öğrenmek amacıyla geçmişte S-300 hava savunma sistemlerini satın aldı. Öte yandan, 1998 yılında, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi› nin S-300 almaya karar vermesi üzerine Türkiye’nin baskılarıyla ortaya çıkan krizin ardından, Yunanistan’ın devralıp Girit’te depoladığı 16 fırlatma rampasından oluşan 4 batarya, 2013 yılındaki bir tatbikatta denendi ve buna hiçbir NATO üyesinden itiraz gelmedi. Beyaz Saray Ankara’nın S-400 alımına neden bu kadar yaygara kopartıyor? S-400 paravanı arkasında Washington Ankara’dan önemli tavizler almayı hedefliyor. Akdeniz’ de doğalgaz aramasından tutun da KKTC’de asker bulundurma, Atina ile Kıbrıs ve Ege konularında uzlaşma, sözde Ermeni soykırımını kabullenme, Irak-İran-Suriye, Ortadoğu konularında Amerikan politikalarının taşeronluğu gibi çok geniş bir yelpazedeki konularda Ankara’nın kayıtsız şartsız Washington’un emrine amade olmasını arzuluyor. Konu, Rusya’nın 2,5 milyar dolarlık satışını sekteye uğratmak ya da Türkiye’nin S-400 savunma sistemine sahip olmasının çok ötesinde ABD’nin yenidünya düzeninde bu bölgede “izni olmadan” yapılan her tür hamleye müdahil olma hevesindendir. Washington kendisinden habersiz bölgede kuş uçurmama hayalinde! 2016 sonrası farklı tanımlamalar yapılan bu yeni düzende ABD için “Stratejik Ortaklık” filan hikaye! Washington’ un tek düsturu; “ya bana koşulsuz biat edip uysal bir çocuk gibi söz dinleyeceksin ya da atacağın adımların askeri-ekonomik ve siyasi sonuçlarına katlanmak zorunda kalacaksın”. Washington ile işbirliği bu kadar zor da Moskova ile her şey çok mu kolay? Tabii ki de değil! Bunun kolay olmadığını, acı reçetesini yakın geçmişteki uçak krizi ile yaşamadık mı? Rus ambargosunun domatesimiz ve turizmimiz üzerindeki olumsuz etkilerini unutmadık. Aşağı tükürse sakal yukarıya tükürse bıyık! Kısaca Medeniyetler savaşının tam ortasında iki farklı dünya arasına sıkışan Ankara’nın işinin gerçekten de zor olduğunu söylemek kehanet olmasa gerek. Uluslararası arenada atların tepişmesinde Arap baharında olduğu gibi iktidarların siyaseten bedel ödemesi söz konusu olsa da, esas bedeli ülkedeki ve mutfaktaki yangınla yediden yetmişe tüm yurttaşların ödediğini unutmayalım.