Kadın cinayetleri, medyada nasıl veriliyor? Akademisyen ve meslek örgütleri bu konuda ne düşünüyor, ne öneriyor? Akademisyenler medyada genel olarak, “iktidarın dili” olarak eleştirdikleri durumun, şiddetin sosyal değil adli vaka olarak görülmesi, gazetecilerde vasıfsızlık, bilinçsizlik ve bilgisizlikten kaynaklandığına işaret edip şiddetin medyada haklılaştırıcı-özendirici bir algıyla verildiğinin altını çizdiler. Meslek örgütleri ise cinsiyetçi dil kullananın üyeliğinin sonlanabileceği, ombudsmanlık oluşturulabileceği, medyanın karar mekanizmasında yer alanların eğitilmesi gerektiğini vurguladılar

Eylem Yılmaz / İSTANBUL - Özgecan Aslan, Emine Bulut, Ceren Özdamar, Şule Çet, Fatma Altınmakas, Pınar Gültekin, İpek Er… Bu isimler alınmayan önlemler, uygulanmayan yasalar nedeniyle erkekler tarafından öldürülen kadınlardan bazıları… Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun hazırladığı rapor verilerine göre, yedi ayda 182 kadın erkekler tarafından öldürüldü. 100 ölüm ise şüpheli olarak kayda geçti. Sadece temmuz ayında trafik kazaları da dâhil 36 kadın öldürüldü. Ölenlerin sayısı, içinde olan hayat karşısında ruhsuz, buz gibi kalıyor. Geride kalan bir evlat, bir anne, bir baba başka kadınların da ölmemesi için ve en çok da katilin cezalandırılması için çağrılar yapıyor. Ne var ki Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasını tartışıyor; cinsiyet eşitliği ve kadın hakları konusunda bir ilerleme kaydetmiyor, şimdilik vaat de etmiyor. Peki, bu cinayetlerde medyanın rolü nedir? En son yaşanan Pınar Gültekin cinayeti nasıl verildi? Jandarma Uzman Çavuş Musa Orhan'ın tecavüzü sonrasında intihar ederek yaşamına son veren İpek Er’i medya nasıl verdi? Önce Pınar Gültekin’in öldürülmesini medya nasıl işledi buna bakalım. Gültekin'in 16 Temmuz 2020 tarihinde kaybolmasının ardından 21 Temmuz 2020 günü Muğla’nın Menteşe İlçesi kırsal Yerkeşik Mahallesi’ndeki ormanlık alanda cesedi bulundu. Katil Cemal Metin Avcı, kısa sürede yakalanınca ifadeleri basına yansıdı. Basının öne çıkardığı ifade ise, Avcı’nın Gültekin ile ilişkilerinin olduğunu iddia etmesiydi. Bununla, “Genç kadın, evli adamla birlikte” hikâyesi yaratılarak adeta cinayet meşrulaştırıldı. Sosyal medyada, “Evli adamla ne işi var?” linçi beraberinde geldi. Öyle ki bunun doğru olup olmadığı asla tartışılmadı. Katilin cinayetini meşru gösterme çabasına medya da ortak oldu. Böyle bir ilişki de zaten yoktu… İpek Er'in ölümünde ise şiddetin magazinleştirilmesinin ötesinde bir yaklaşımla karşı karşıya kaldık. Birçok medya kuruluşu Er'i 20 gün boyunca alıkoyup tecavüz eden Musa Orhan'ın Jandarma Uzman Çavuş kimliğini saklama yoluna gitti. Orhan'ın ana akım medyada fotoğrafı buzlandı, soyadı da gizlendi. Oysa genel kuraldır ki suçu tespit edilen kişinin hele ki tecavüz, cinayet gibi durumlarda fotoğrafı da kullanılır, kimliği de gizlenmez. Burada medyanın suçu işleyenin devlet görevlisi olması nedeniyle böyle bir sansür ihtiyacı duyduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Peki, medya niçin bu tavrı sergiliyor? Cinsiyetçi dili neden terk etmiyor? Meslek örgütleri bu konuda ne yapabilir? Konuyu, akademisyenler Yasemin İnceoğlu, Ceren Sözeri, İdil Engindeniz ve gazeteci Rana Şenol ile konuştuk. Meslek örgütlerinin ne yapması gerektiği ve medyada kadının yeri konusunda ise Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Turgay Olcayto, Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin, Türkiye Gazeteciler Sendikası Başkanı Gökhan Durmuş ve DİSK-Basın İş Başkanı Faruk Eren değerlendirmelerde bulundu. “Kaygı tamamen ticari” İletişim Bilimci, Akademisyen Yasemin İnceoğlu, aynı zamanda “iktidar dili” olduğuna dikkat çektiği medyada cinsiyetçi dilin değişmemesinin en temel nedeninin kadınlara yönelik güç ilişkilerinin yeniden üretilmesi ve meşrulaştırılması olduğunu belirterek şunları söyledi: “Öncelikle bu cinsiyetçi söylemdeki egemen dil, yani eril dil, buyurgan ve kadını aşağılayan bir iktidar dilidir. Bu dili, illa ki erkeklerin kullanması gerekmez, bu dilin değişmemesindeki en temel sorunlardan biri kültürel nedenler, ekonomik alandaki kadınlara yönelik eşitsizlikler, devlet politikaları ve tabii ki eşitsiz güç ilişkilerinin medya eliyle yeniden üretilmesi ve meşrulaştırılmasıdır. Eğer kadınları iradi ve inisiyatif sahibi olmayan, zayıf ve bağımlı bir figür olarak resmederseniz ve kadına yönelik şiddeti sosyal sorun değil de adli bir vaka olarak mor göz, kırık kaburga vs. türü fiziksel şiddeti ön plana çıkaran şekilde habercilik yaparsanız doğal olarak, özendirici olursunuz. ‘Aile meclisi kararı’, ‘Namusumuzu kirlettin anne’, ‘Yasak ilişki yaşıyordu’, ‘Bakire çıkmadı diye kızını kesip öldürdü’ türünden başlıklar adeta şiddeti haklılaştırıcı ve dolayısıyla özendirici bir algı oluşturmakta.” Ceren Sözeri’nin konuya ilişkin değerlendirmesi ise şöyle: “Daha fazla okuyucu çekmek için daha fazla ayrıntı vermek, olduğundan daha abartılı göstermek gibi okunurluğu arttırıcı yollara sapılıyor. Bunlar gazeteciliğin mesleki deformasyonu olarak nitelendireceğimiz şeylerdir. Bunlardan biri de fotoğraf kullanımıdır. Gültekin cinayetinin popülerleşmesinin bir sebebi fiziki güzelliği ve çekilen fotoğrafların estetik değerinin olması. O fotoğrafa bakan aslında sizi yakınınızda, sizin temas edebileceğiniz ya da öykünebileceğiniz haberler her zaman daha ilgi çekici olur.” Hrant Dink Vakfı Medyada Nefret Söylemi İzleme raporlarının danışmanı, Akademisyen Dr. İdil Engindeniz, “Gazeteciler de bu toplumdan bağımsız değil” diyerek devam ediyor: “Sendikasızlaşma ve benzeri medyanın sahiplik yapısının değişmesi gibi durumlar neticesinde gazeteciler daha vasıfsız hale gelmeye başladı. Bu, daha çok ana akım için geçerli. Alternatif medyada da bilinçsizlikten kaynaklanan sorunlar oluyor. Kadın cinayetlerinde bunu çok iddia edemeyiz ama eşcinsellerle ilgili haberlerde hatalar oluyor. Henüz bazı kelimeleri kullanmaya alışkın değiller. Bilgisizlikten kaynaklı sorunlar. Ana akım medyadan bahsettiğimizde eskisi gibi iyi haberci, iyi gazeteci niteliğinin aranmamasından dolayı bir istihdam sorunu olarak düşünülebilir. Var olanların da çeşitli etik ilkeleri dikkate alamayacak durumda çalışıyor olmalarından bahsedilebilir.” Amerika’nın en büyük ulusal kanallarından biri olan ABC News’te çalışmış, uzun yıllar TRT muhabirlerine ders vermiş Gazeteci Rana Şenol, şu açıklamayı yapıyor: “Medya etiğinin yeterince ciddiye alınmaması durumu söz konusu. Batı ülkelerinde meslek etiğine uyacaksın ki saygın bir yayın kuruluşu olarak ciddiye alınasın. Biz de ise medya kuruluşlarında şu zihniyet hâkim: Sansasyonel haber yapayım ki reyting alayım. Yani bizimkilerin kaygısı tamamen ticari. Saygınlık falan, bunlar o kadar da önemli değil. Bir de yaptırım yok. Bizimki gibi ataerkil toplumlarda, içselleştirilmiş -o yüzden de çoğunluğa masum gibi görünen- cinsiyetçi dil kalıpları medyada sıkça kullanılıyor ve bu ayrımcı dil, amacı bu olmasa da kadına yönelik şiddet döngüsüne çok büyük katkıda bulunuyor maalesef. Medyanın dille ilgili, cinsiyetçi söylemlerle ilgili farkındalığını artırması şart. Bir diğer konu ise şiddetin pornografikleştirilmesi. Özellikle kadın cinayeti haberlerinde cinayetin işleniş şekliyle ilgili aşırı detay verildiğinde, o vahşet artık vahşet olmaktan çıkar, pornografik bir anlatıya dönüşür. Bu bazı hasta ruhlu kişileri aynısını yapmaya teşvik edebilir. Medyada kadınlarla ilgili haberlerde kullanılan fotoğrafların neyi anlattığı da çok önemlidir. Kadına yönelik şiddet ve kadın cinayeti haberlerinde neden hep şiddete uğrayan veya öldürülen kadının boy boy fotoğraflarını görüyoruz? O fotoğraflar habere ne gibi değerli bir katkı sağlıyor? Bunlar hiç sorgulanmıyor medyada. Oysa mağdurun fotoğraflarını kullanmak yerine kadına şiddetin artmasındaki nedenleri tartışabilirler. Caydırıcılık açısından haberde suça ve suçluya odaklanılması gerekirken, maalesef ülkemizde yapılan, kadına şiddet ve kadın cinayeti haberlerini magazinleştirmek.” “Çözüm, güçlü meslek örgütleridir” Peki, bu sorun nasıl düzeltilebilir? Kurum içi eğitim bir çözüm olabilir mi? Uygulamada neler yapılabilir? Meslek örgütlerinin hâlihazırda yaptıkları yeterli mi? Örneğin, cinsiyetçi bir dil kullanan ya da şiddeti pornografileştiren bir haberi yapandan yayınlayana kadar varsa meslek örgütlerinde üyelikleri iptal edilmesi doğru bir yöntem olabilir mi? Akademisyen Engindeniz’e göre meslek örgütleri daha fazla müdahil olmalı: “Bu çok doğru bir yöntem olur. Gazetecilerin en iyi eleştirmenleri kendi meslektaşları olmalı. Böyle olunca sistem çok daha hızlı toparlanıyor. Ama bu Türkiye’de olmaz derim. Çünkü gerçekten ağırlığı olan bir meslek örgütü kalmadı. Meslek örgütleri, yayın kuruluşları ve akademisyenlerin ortak bir şeyler yapabilmesini çok arzu ederim. Çok yapısal sorunlar var, büyük değişim yaratmaz ama bu kadar rahat da hareket edilmemesi sağlanabilir. Kadın cinayetleri haberlerinin hep takibinin yapıldığı bir gerçek. Mahkeme devam ederken de sonucu da haberler geçiliyor. Böyle bir haber takibi çok sık görülen bir şey değil aslında. Ancak sadece katil ağzından yazılıyor haberler. Kaynakları çeşitlendirmek için çok fazla uğraşılmıyor. Kurum içi eğitimlerde kesinlikte meslek örgütleri işin içine girmeli. Bilinçsizlik ve farkında olamama halini kurum içi eğitim ortadan kaldırabilir. Meslek örgütleri gerçekten bir şeyler yapmaya çalışıyor ama bir taraftan akademide bile ‘Toplumsal cinsiyet mi çalışıyorsun?’ şekilde tepkiler ortaya çıkıyor. Çözüm, güçlü meslek örgütleridir. Sorun devletin sosyal devlet olmamasından da kaynaklanıyor.” “Örgütler, yanlış habercilik pratiklerini kamuoyunda sergilemeli” Sorunun bir zihniyet sorunu ve bunun hemen değişmesinin mümkün olmadığına işaret eden İnceoğlu, meslek örgütlerinin yanlışı teşhir edebileceğini belirterek şunları söyledi: “Öncelikle bu bir zihniyet sorunu. Bu dilin, tutumun değişmesi hemen olacak bir şey değil, bu ciddi bir etik sorun aynı zamanda, ancak etik dediğimiz zaman bir vicdani yükümlülükten bahsediyoruz, cezai müeyyide uygulamakla bu sorunun önüne geçmek mümkün değil. Aslında Bianet’in kadın odaklı habercilik anlayışında yer verildiği üzere; kadın hak savunucularının faaliyetleri ile kadın hak ihlallerinin izlenip haberleştirilmesi önemli. Demokrasilerde önemli bir mekanizma da teşhir etmektir, uyarmaktır, ikaz etmektir. Örgütler meslek ahlak ilkelerini hatırlatarak, yanlış habercilik pratiklerini kamuoyunda sergilemelidirler. Ancak böylelikle farkındalık oluşabilir, okuyucu, izleyici tepki vermeye başlar, bilinçlenen kamuoyunun vicdanını bu dil rahatsız ettikçe tepkiler doğar böylelikle medya yayıncılık/yayımcılık politikalarını gözden geçirmek zorunda kalır. Yoksa yasa çıkararak, cezai yaptırımla ne yazık ki hiçbir yere varılamaz.” “Sivil toplumla birlikte çalışılmalı” Sözeri, konuya ilişkin önerilerini şöyle aktarıyor: “Yapılması gereken şey sivil toplumla birlikte çalışmaktır. Toplumsal cinsiyet konusunda bilinçli olan kadın gazetecilerle ve sivil toplumla birlikte gitmeli bu süreç. Erkekler bu tür haberleri okudukları zaman kendilerinin korunaklı olduğunu hissediyorlar. Onlar için cesaretlendirici de oluyor. Kurumların kendi etik kodları olmalı. Eskiden ‘Doğan Yayın İlkeleri’, Gazeteciler Cemiyeti’nin ‘Hak ve Sorumluluklar Bildirgesi’ vardı. Şimdi bunlar çok geçersiz hale geldi. İş dönüp dolaşıp bir editörün, bir muhabirin başına patlıyor ve herkesin eli temizlenmiş oluyor. Kadınların öldürülmesinin esasen politik bir mesele olduğunun altı çizilirse, doğrudan cinnet getiren bir erkek olarak değil de sistematik bir sorun olduğu ve siyasetçisinden bireyine kadar herkesin sorumluluğunun bulunduğu vurgulanırsa sorunun çözümüne katkı sunulmuş olacaktır.” “Medya kuruluşlarında karar mekanizmasında yer alanların eğitilmesi gerekiyor” Aradaki farkı daha iyi görmek açısından ABC News’teki pratiklerini de paylaşmasını rica ettiğimiz Şenol’un açıklamaları, uygulandığı an değişimin kapısını açacak türden: “ABC News’de hangi haber üzerinde çalışıyor olursak olalım kullandığımız dile dikkat etmek zorundaydık. Her yayın kuruluşunda olduğu gibi, mesleki etik ilkeler kutsal kitabımızdı. ‘Politically correct’ olmak çok önemliydi. Politik doğruculuk (ya da siyaseten doğruculuk da deniyor sanırım) nasıl bir şey? Farklı ırk, dil, din, kültür ve cinsiyetten kişileri incitmemek amacıyla, dili özenle kullanmak, ifadeleri dikkatlice seçmek. Buna hassasiyet göstermeyen yayın dünyasında hayatta kalamazdı Amerika’da. Hangi haberi yapıyor olursan ol, öncelikle politically correct bir dil kullanacaksın. Haberin en az üç farklı kaynaktan teyit edilmesi vs. gibi başka kurallarımız da vardı. Türkiye’de somut, pratik uygulamalar ve birtakım yaptırımlar gerekiyor. Ama en önemlisi eğitim. Haber kuruluşlarında karar merciinde olanların eğitimi. Biz hep muhabirlerin eğitimine odaklanıyoruz ama muhabirler kadar neyin nasıl haber olacağına ve o manşetin son haline karar veren editörün de, sayfa sorumlusunun da televizyonsa prodüktöründen haber masası şefine kadar herkesin eğitilmesi gerekiyor. Meslek içi eğitim çok yaygındır batıda. ABC’de herkes geçerdi bu eğitimlerden, CEO’sundan editörüne, yeni başlayan muhabirine kadar. Ne oldum demeden yaptığın işte kendini sürekli geliştireceksin. Türkiye’de meslek kuruluşları yeni başlayan muhabirleri eğitiyor belki ama medya kuruluşlarında asıl karar mekanizmasında yer alanların eğitilmesi gerekiyor.” Gazeteciler Cemiyeti: Cinsiyetçi dil kullananın üyeliği sonlandırılır Akademisyenler kurum içi eğitimden meslek örgütlerinin üyelik uygulamalarına kadar birçok öneriyi dile getirdi. Peki, meslek örgütleri ne diyor? Meslek örgütü başkanlarının tamamına yakını erkeklerden oluşuyor. Bu nedenle kendilerine medyada kadının yerini de ayrıca sorduk. Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin şunları söylüyor: “Temel problemlerin ilki, meslek içi eğitimin eksik olması. Eskiden usta çırak ilişkimiz vardı ve haberin önemini onlardan öğrenirdik. Şimdi atamayla gazeteci alınıyor. Ayrıca toplumsal eğitim eşitsizliğinden gelen sorun var. İlkokuldan itibaren kadının önemini, değerini, hayatımızdaki yerini anlatmamız lazım. Maalesef burada da eksiğimiz var. Üçüncü en önemli neden ise gazete yönetimlerinde ve mesleğimizde yeterince kadın olmamasıdır.” Medyanın kendi içindeki kadın yeri konusunda Bilgin, en önemli sorunun karar alıcı konumunda kadınların bulunmayışı ve koruma refleksleriyle yaklaşıldığını belirterek sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu bizim eksiğimiz. İki şeyden kaynaklanıyor. Birincisi mesleğe kadın gazetecilerin girişinin az olmasından. Burada aile baskısından kaynaklı bir sorun var. İkincisi mesleğe giren hanımlara abla, kardeş gibi korumacı bir bakış açısıyla bakılması. Bizim mesleğimizde de kadına her işi yapabilir gibi eşit bir bakış maalesef yok. Bu nedenle meslek örgütlerinde de örneğin bizde yönetim kurulunda bir kadın var. Ülkedeki bütün meslek örgütlerini saysanız yönetimde kadın gazeteci yok. Bizim mesleğimizdeki bu eksiklik hem örgütlenmeyi etkiliyor hem de özellikle medyada daha az kadın sesi duyuluyor. Erkek egemen bir yönetimde ne kadar istense de gazete yöneticilerimiz de, örgüt yöneticilerimiz de değiştiremiyorlar. Bu çok ciddi bir sorun. Kamuoyunu oluşturmak medyayla mümkün oluyor. Burada ne kadar çok kadın yer alırsa Türkiye’de kadına karşı şiddetin o kadar azalacağına inanıyorum. Daha önce cinsiyetçiliği nedeniyle bir kişinin üyeliğini sonlandırmıştık. Eğer tekrar olursa yine üyeliği hemen sonlandırılır.” TGC: Üyelik iptali tartışılabilir Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Turgay Olcayto ise şu açıklamayı yapıyor: “Bizim on yıl önce çıkardığımız bir çeşitlilik kılavuzu var. Medyanın çocuğa, kökene ve kadına bakış açısını içeriyor. Biz de kullanılan dil hep eril bir dil. Sansasyonel olsun diye özellikle kadını ortaya atarak şiddeti kullanıyorlar. Bu çok yanlıştır. Okuduğumuz zaman ‘tahrik’ filan deniyor. Zaten tahrik sözcüğü bizim ülkemizin en önemli sözcüklerinden biri. Adam cinayet işliyor ama hâkim karşısındaki ‘Tahrik etti’ diyor, indirim alıyor. Bunlar uluslararası alanda geçerli olmayan şeylerdir. İstanbul Sözleşmesi’ne bile karşı çıkanlar var. Bu tip haberleri üretenlerin üyeliklerine son vermek o kadar kolay değil. Bizim 3 bin 800 üyemiz var. Her kesimden de insan var. Bunu Onur Kurulu’nda tartışmak gerekiyor. Çok uzun bir iş. Zamanında kadınlara karşı çok çirkin bir dil kullanan bir arkadaşımızı atmıştık. Bizim kadın komisyonumuz var. Onlar çalışma yapıp bize iletiyorlar. Ama ne yaparsak da sonuç değişmiyor. Çünkü patronaj öyle bakıyor, iktidar öyle bakıyor. Çok fazla bir şey yapamıyorsunuz.” DİSK-Basın İş: Ortaklaşa ombudsmanlık kurulabilir DİSK Basın-İŞ Başkanı Faruk Eren, çözümün ombudsmanlık olabileceğine işaret ediyor: “Türkiye’de medyanın ezici çoğunluğunun ortak hastalıkları var. Büyük bölümü devletçidir, cinsiyetçidir, ırkçılığa varan milliyetçidir. Bunların toplamında zaten erkek egemen ve ikiyüzlü bir yayın söz konusudur. Örneğin, kadın cinayetlerine duyarlı bir yayın yaparlar ama ertesi gün bir kadını aşağılar, o dili yeniden üretirler. Bunun medyada çalışanların eğitimiyle düzeleceğini sanmıyorum. Biz bu dili kullananlarla ilişkimizi keseriz. Ama bu örgütlenme gücüyle de alakadır. Ne kadar örgütlüyseniz o kadar güçlü oluyorsunuz. Meslek örgütleri bu konuda doğrudan bir tavır almalı. Belki ortaklaşa ombudsmanlık kurulabilir. Özellikle kadın meselesi gündeme geldiğinde kadın meslektaşlarımız çalışma yapabilir. Gazeteciler tıpkı basın kartı konusunda olduğu gibi cinsiyetçi dil konusunda da bir mücadele alanı yaratmalı. Bu dili kullanan teşhir edilmeli.” Eren, örgütlerin tamamın başkanının erkek olması ve medyada kadının yeri konusunda ise; “Bu medyanın erkek egemen yapısından kaynaklanıyor. Bu konuda da mücadele etmek gerekiyor. Bu sorunu meslek örgütleri de aşmalı” diyor. TGS: Bu dilin değişiminin erkeklerin yer açmasıyla olabilir Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Başkanı Gökhan Durmuş, medyadaki cinsiyetçi söylemin değişmemesi konusunda sendika olarak hayata geçirdikleri projeleri anlatarak bilgi veriyor: “TGS Kadın ve LGBTİ+ Komisyonu 2013’ten bu yana dilin değiştirilmesine ilişkin birçok çalışma yaptı. Komisyon olarak önce kadın ve LGBTİ gazetecilerin dilinin değişmesi için atölyeler düzenledik. Önce kendi dilimizi ve farkındalığımızı geliştirdik. Ardından sendika olarak yaptığımız toplu iş sözleşmelerine bu farkındalığı yerleştirdik, işverenleri zorunlu kıldık. Ardından rehberler hazırladık, kadın ve LGBTİ’lerin sorunlarına yöneldik. Biliyoruz ki değişime önce kendimizden başlamamız gerekiyor. Özeleştiri vermemiz gerekirse yeterli değil tabi ki. Ancak şunu da göz ardı etmememiz gerekiyor. Medya sektörü toplumdan bağımsız değil. Gazeteciler de toplumun bir parçası. Bu konuda toplum ne kadar eril olursa medyanın dili de o kadar eril oluyor. Sadece medyanın dilini değiştirmemiz mümkün değil, toplum olarak değişim dönüşüm gerekiyor. Şunu da eklemek lazım Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, basın sektöründe çalışanların yarısı kadınlardan oluşuyor. Ancak karar alma mercilerine baktığımızda rakam bir anda düşüyor. Bu da dilin değişiminin erkeklerin yer açmasıyla olabileceği anlamına geliyor. Bugüne kadar böyle cinsiyetçi bir dil kullanan üyemiz olmadı. TGS üyeleri içerisinde yaşarsa da gerekenin yapılacağından hiç şüphem yok.” Son olarak Durmuş’a da meslekte kadının yeri ve tüm meslek örgütü başkanlarının erkek olmasıyla ilgili görüşlerini soruyoruz. Durmuş, herhangi bir engelleme olmadığını vurgulayarak; “TGS’nin üye sayısının neredeyse yarısını kadın gazeteciler oluşturuyor. Yöneticilerinin de genel merkezde yarısı, İstanbul şubede yüzde 60’ı, Ankara ve İzmir şubelerinde yarısı kadın gazetecilerden oluşuyor. İstanbul ve Ankara şube başkanlarımız kadın meslektaşlarımız. Geçmişte genel başkanlık görevi yürüten kadın bir meslektaşımızda var tarihimizde. Bugün açısında bakacak olursak ise herhangi bir engelleme söz konusu değil. Zaten yukarda verdiğim rakamlarda bunun göstergesi. Önümüzdeki süreçlerde neler olur birlikte göreceğiz.” diye konuştu.
Editör: TE Bilisim