Taner DEDEOĞLU  Resim, müzik, tiyatro her zaman onu toplum önüne çıkarttı ama o geçimini petrol arama firmasından sağladı. Tiyatro çalışmaları amatörden öte gitmedi, kara kalem çalışmaları maaşına ek oldu, yenilik peşinde koştuğu müzik anlayışı ile Altın Plak ve Kaset ödülleri kazandı, TRT’nin katı kurallarının yıkılmasına uğraş verdi.  Müzik ve resimde ustalık dönemini yaşayan Metin Milli ile Zaman Tüneline giriyoruz. Orta Asya’daki göçler sırasında, Hazar Denizi güneyinden Anadolu’ya gelen ‘Milan’ların bir kısmı Mardin’e yerleşir. Bu kol toprakla ilgilenmeyen, yönetim kadrosunda yetişen bir topluluk olarak şehir hayatında önemli bir isim yapar. Yasa çıkması ile de Milan’ın Türkçe karşılığı olan Milli’yi kendilerine soy ad olarak alırlar. Milli’lerden Şakir Bey, İkinci Meşrutiyete gönderilen Mardin’in ilk mebusu Ali Rıza Efendinin kızı Ayşe Hanımla evlenir, çiftin ikinci çocuğu, işadamı, ressam ve müzisyen Metin Milli de 14 Şubat 1945 te Mardin’de dünyaya gelir. Üniversite öğrenimine kadar Mardin’de kalan Metin Milli çocukluğunu şöyle anlatıyor: “Ağabeyim astsubay oldu, bekâr olduğu için annem onunla giderken beni de götürdü, Diyarbakır, Nusaybin, İzmir, Erzurum, Sarıkamış dolaştım durdum. Mardin Lisesini iftiharla bitirdim ve üniversite için ailem de benimle 1961 yılında Ankara’ya geldi. Ben Hukuk Fakültesi sınavını kazandım kayıt yaptırdım, babam bir yolunu bularak beni İktisadi ve Ticari İlimler Akademisine de kaydettirdi fakat benim idealim başka. Namık Erenoğlu isimli lise arkadaşımla asker olmayı kafamıza koyduk. BADEM ŞEKERİ! Silahlı Kuvvetlerin çeşitli eğitim kurumlarında görev alacak öğretmenler için, fakültelerden öğrenciler alınıyor.  Namık, Fen Fakültesine kaydoldu ben DTCF İngiliz Dili Bölümüne başvurdum.  Askeri öğrenci; askeri elbiseyi giyiyor, evinde kalıyor, kendi okuluna devam ediyor, mezun olunca da subay oluyor, böyle bir sistem… O zamanlar Kızılay’a çıkılır, bulvarda tur atılırdı, bembeyaz giysilerinden dolayı da denizci subaylara  ‘badem şekeri’ denilirdi, biz de badem şekeri olacağız ama babamın haberi yok. Ben her işlemi tamamladım hatta Dikimevine elbise için ölçü de verdim ama babam olmaz deyince iş kaldı, devam eden arkadaşım albaylığa kadar yükseldi.” “Badem Şekeri” olamayan Metin Milli’nin yaşamında yeni bir sayfa açılır.  Üniversiteye devam edecektir fakat işe de ihtiyacı vardır. Bir tanıdık vasıtasıyla girdiği iş onun lise yıllarındaki resim yeteneğini yeniden ortaya çıkartacaktır. Metin Milli bu dönemi şöyle anlatıyor: “ Tandoğan Meydanındaki MKE binası arkasında ‘900 üncü Ordu Donatım Ana Depo Komutanlığı’nda 1962 yılında işe girdim. Burası, ordumuza gelen Amerikanyardım malzemelerinin sayım, tasnif ve dağıtımını yapan bir merkez. RESİM VE TİYATRO SEVDASI Maaşım saat ücreti esasına dayalı olduğundan, aylık 31o lira, tabi ki yetmiyor, arayış içindeyim. Bir vesile ile kara kalem portre yapmaya başladım, vesikalık fotoğraf getiriyorlar, ben de bundan A4 den biraz büyük resim kâğıdına yapıyorum.  Burada çok genç yaşta kaybettiğim, oğlum Bora’nın annesi BercisHanımla tanıştım ve evlendik. Evimizi Oyak Mağazasından aldığımız, dört bordo koltuk, bir demirci halı, mutfak malzemeleri ile döşemiştik… Evlendim, çocuğum da oldu, ek gelire her zamankinden daha fazla ihtiyaç olduğundan, yine lise yıllarında girdiğim tiyatro işine yöneldim. Ankara’da o zamanlar Meydan Sahnesi, Başkent Tiyatrosu gibi birçok özel tiyatro salonu vardı, onların dinlenme günlerinde, hepsi hevesli, amatör, genç insanlardan oluşan bizler sahneye çıktık,‘Göç’, ‘Paydos’, ‘Karaların Mehmet’ gibi birçok eser oynadık.” Sürekli arayış içinde olan Metin Milli’nin yaşamı bir gazete ilanı ile değişir. Eşini işten çıkartacak kadar gelir elde ettiği yeni işini Milli şöyle anlatıyor: “İngilizcem iyi idi, son işimde de geliştirdim, o zamanlar için önemli bir özellik olan on parmak daktilom da var… Gazete ilanında bir Amerikan firması, sekreter arıyor, dikkatimi çekti, başvurdum. Sulama, Direnaj ve Barajlarda, Devlet Su İşleri adına fizibilite yapan bir firma. 1964 yılında 2200 lira maaşla buraya geçtim, bu para beni rahatlattı, eşim işten ayrıldı, askere gidene kadar burada kaldım, Mali ve İdari İşler Müdürlüğüne kadar yükseldim. MÜZİK BAŞLIYOR Müzikle de ilgim var ama kimse bilmiyor, en yakınlarım bile daha sesimi duymadı, hiçbir mecliste şarkı okumuşluğum yok ama içimde aşırı bir ilgi var.  Şef Nevzat Güyer yönetimindeki Anafartalar Musiki Cemiyetine devam ettim uzun bir süre, solfej ve repertuar çalıştım. Vatani hizmetimi 1970 yılında Personel Asteğmen olarak Kadirli de başladım, Ankara’da tamamladım. Oğlum doğmuş, evim Ankara’da ben çekmişim kurayı, Kadirli’ye… O zaman en büyük ve en zengin ilçe ama evimden uzak. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nazmi Karakoç’a ulaştım. İngilizcemi, daktilomu, resmimi, müziğimi anlattım, burada daha yararlı olacağımı söyledim, bir ayda Ankara’da Asker Alma Dairesine tayinim çıktı. Burada Hüseyin isminde çok çalışkan ve bilgili bir Tuğgeneral vardı, Askerlik Yasasını yeniden düzenliyordu, onun yardımcısı oldum. ASKERLİK SÜRESİ KISALIYOR Biz askerliğin kısalması için bir çalışma yaptık, MSB Ahmet Topaloğlu beğendi ve tasarı olarak meclise giden metin kabul edildi, askerlik süresi 24 aydan 18 aya indi fakat bizden sonra uygulanacak… Bu işte emeğim var ama bana faydası yok, yeni bir çalışma yaparak Hüseyin Paşama gittim. Paşa karlı olan her şeyi değerlendirir, tasarruf yapmak isterdi, bizim 97 inci dönem ve 101 inci dönem sağlık sınıfının da erken terhisini ben sağladım.” Askerliğinin son dönemlerinde yine bir gazete ilanı yaşamına yeni bir yön veren Metin Milli patronluğa giden bu yolu da şöyle anlatıyor: “Askerliğin son üç ayı, bir ilan gördüm. Yine bir Amerikan firması, TPAO ve Shell adına sismik araştırma, petrol araması yapıyor.  Mesai çıkışı verilen adrese gittim, firmanın İngiliz müdürü ve Türk Mali Müşaviri ile görüştüm, 1971 yılında Muhasebe Müdürü olarak işe alındım. Askerliğim bitene kadar mesai sonrasında, gece çalıştım, kısa bir süre sonra Mali Müşavirliği bana verdiler daha sonra da firmanın temsilcisi de ben oldum. Çalışanı olarak girdiğim büro benim iş yerim oldu ve 1994 yılına kadar burada kaldım. O günlerde yılbaşı hediyeleri dağıtılırdı, hepsi de birbirinin aynısı olan hediyeler. Ben bunlara bir yenilik katayım diyerek işe giriştim.  MÜZİK BAŞLIYOR Merhum Güneri Tecer ile iyi bir dostluk kurmuştuk,  o ve müzik çevresinden birçok kişi ile sık sık birlikte olurduk ama benim sesimi hiç duymadılar. Müzik piyasası kaset üzerine idi, arabalarda, evlerde hatta seyyar olarak her yerde kaset vardı. Yılbaşına çeşitli hediyeler arasında, benim bir konserim ve sonunda da yeni yıl mesajım olan bir kaset planladım. Bunu ilk açtığım sevgili arkadaşım Tecer, benim müzik yönümü hiç duymadığı için ‘boş ver uğraşma’ falan dedi… Sonra onun yardımıyla Selahattin Altınbaş’ı tanıdım, sazları topladık, Erkal Zenger’in stüdyosunda dört makamdan üçer şarkılı bir kayıt yaptık ve 1976 yı 77 ye bağlayan yılbaşındabu kaseti dostlarımla paylaştım. Güneri Tecer’in otomobilinde bu kaseti dinleyen Ankara Radyosunun ünlü hocası Ferit Sıdal’ın isteği ile TRT sınavına girdim ve Yetişmiş Kaşeli Sanatçı olarak yayınlarda yer almaya başladım. MÜZİKTEN ÖDÜLLER 1978 yılında klasik eserlerden oluşan bir LP yaptım. Bir taraftan da, Türk müziğinin lezzetini bozmadan, kendine özgü kuralları içinde batı müziği saz ve melodilerinden neler katabiliriz araştırması yapıyordum.  Bunu ilk deneyen İsmet Nedim olmuştu, daha sonra Yıldırım Gürses bu dalda eserler verdi ben üçüncü oluyorum, benden sonra Erdoğan Berker girdi, Zekai Tınca bu dalda besteler yaptı. İstanbul’da Metin Alkanlı ile tanıştım, 1982 yılında ‘Çiçekler Yasta’ adlı şarkıyla Merhaba 1 albümü çıktı,  Albüm satılıyor, Türkocağı Salonunda büyük konserlerimiz oluyor ama TRT’den yayın hakkımız yok. Bunun için büyük mücadeleler verdik ve ‘Hafif Türk Müziği’ diye adı hep tartışılan bir tür olarak kabul edildi, yayın hakkı verildi. 1983 de Merhaba 2 albümü, ‘Ben İşte Seversem Böyle Severim’, 1984 yılında Merhaba 3 ‘Şarkılara Sordum Söylemediler’, 1985 yılında da ‘Seviyorum İşte Var Mı Diyeceğin’ şarkısı ile Merhaba 4 albümü çıktı. Çeşitli kurum ve kuruluşlardan birçok ödül aldım, dört albümünden Altın Plak - Kaset ödülü kazandım. Türkiye Musevi Cemaatinin, Amerika’da teknik cihazlarla yapılan ölçüm ve değerlendirmeler sonucunda ‘ 1992 yılı en kaliteli ve sağlam ses ödül’ bana verildi. Sonuçta on beş albümümle, Türk Müziği repertuarına, TRT Denetiminden geçmiş 120 eser armağan etmiş oldum.” VURGUN LA VURGUN YEMEK Metin Milli, “gerçek vurgunu ben yedim” dediği olayı da şöyle anlatıyor: “Cemal Safi bir gün bana son şiirim dediği ‘Vurgun’u gösterdi, bayıldım. Bunu aldım, İstanbul’a gittim, yeni plak firmamın müzik direktörü Selçuk Tekay’la buluştum. Safi şiiri ona da göndermiş, beste çalışmaları başladı, ben de bazı önerilerde bulundum ve eser çıktı. Biz albümü hazırladık, firmam biraz bekleyelim diyor, basılmış kasetler raflarda duruyor. Ben yaklaşan bayram programı için bu şarkımı Ankara Televizyonu Müzik Eğlence Bölümü Müdürdü Bülent Varol’a dinlettim, o dayapımcı Aydoğan Ergezer’e, ‘bak yeni şarkı, programa alalım’ deyince, ‘Biz bunu çektik’ demez mi… Gerçekten çekim bandını getirdi,  firma bu şarkıyı Muazzez Abacı’ya da okutmuş, benim bekletilmem bundanmış. Başından beri içinde olduğum ‘Vurgun’ şarkısından 1987 yılında ağır bir vurgun yedim… Daha sonraki yıllarda TRT yönetimi bana ambargo uyguladı, ben de İstanbul Kalamış’taki Belvü Gazinosunun işletmecisi ile ortak oldum, işler iyi giderken,  mal sahibi İş Bankası, ortağımla bir olup beni ‘aradan’ çıkarttılar… Değişen zaman ve teknoloji ile petrol işim de bitti,  15 Albüm yaptım, yedi kişisel sergi açtım ve şimdi, Bodrum da yaşamımı sürdürüyorum.”