Her şehit haberi geldiğinde yüreğim dağlanır, göz pınarlarım zorlanır. Kimselere görünmeden hıçkıra hıçkıra ağlarım. Kendi oğlumu, kendi kardeşimi, kendi yeğenimi kaybetmişim gibi kahrolurum. Ateş düştüğü yeri yakar derler. Öyle değil, şehit haberi tüm ülkeyi yakıyor, yürekleri kavuruyor. Gencecik Mehmet’çikler, vatanımızın gelecek umudu evlatlarımız, biz rahat uyuyalım diye dağları tepeleri mesken tutan yiğitler, kör ve kalleş kurşunlarla can verip duruyorlar. Hain PKK terör örgütü 1984’den buyana, 35 binden fazla insanımızı öldürdü. Kimini pusuya düşürdü, kimini mayına bastırdı. Çoğu yerde karakollara, konvoylara ve köylere saldırdı. Çoluk çocuk demeden bastı kurşunu. Yolları keserek asker sivil kime rastladıysa kaçırdı. Onları yıllarca mağaralarda sakladı. Bazılarını anında infaz ederken, bazılarına da olmadık zulümler yaptı. Zaman zaman büyük şehirlerimiz de baskınlar yedi. Patlayan bombalarla ve uzaktan tesirli bomba yüklü araçlarla günahsız insanlarımızın hayatlarına son verdiler. Şunu kesinlikle bilmeliyiz ki, hain PKK örgütü dış güçlerin maşasıdır. PKK’nın, benim Doğu ve Güneydoğu halkımın sıkıntılarıyla uzaktan yakından ilgisi yoktur. PKK başta İngiltere olmak üzere çoğu Avrupa ülkelerinin, ABD ve Rusya’nın emrinde olup, onların talimatlarıyla hareket etmektedir. Finansmanı ve silah gücünü bunlardan sağlamakta, üstlendiği Türkiye’yi karıştırma, bölme ve parçalama işini sadakatle sürdürmeye çalışmaktadır. Bu hain ve alçak örgütün, topraklarımızda da satılmış elemanları mevcut olup, Türkiye’nin başının belaya girmesi için ne mümkünse yapıyorlar. PKK’nın tehlikeli ve ciddi bir terör örgütü haline gelmesinde, dış güçler kadar bizim sağlıksız demokrasi ve siyaset anlayışımızın da rolü vardır. Kürt kökenli vatandaşlarımızın oylarını almak isteyen tüm partiler, yıllarca yangına körükle gitmişler, Kürtçülüğü sürekli okşayarak taviz üstüne taviz vermişlerdir. Bu tavizler sonucu, sık kapatılan Kürt partileri siyasi hayatımıza kolayca girmişlerdir. Örneğin HEP-DEP-HADEP-HDP ve şimdi de yeni kurulan KDP (Kürt Demokrat Partisi)… Önce şurada anlaşmak lazım. Anayasamızda etnik ve bölücü partilerle, laikliğe aykırı partilerin kurulamayacağı kesin çizgilerle yer alıyor. Alıyor ama bu hükümler nedense ve ısrarla uygulanmıyor. Eğer uygulansa sadece HDP değil, AKP de bu ülkede siyaset yapamaz. Biz Anayasa’nın yasaklarına uymayan partileri yok sayacağımıza, bir de onlara hazineden milyonlarca lira vererek destekliyoruz. Aklı başında ciddi bir hukukçu, bir devlet adamı bunun izahını bir yapsa ya. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu? Şimdi bir yandan oturmuş HDP’yi terörist parti ilan ediyoruz, diğer yandan kapatmanın yollarını arıyoruz. Bana göre HDP, Türkiye partisi olmamakta ısrar ediyor. Dağdaki teröristlerle uzak yakın ilgilerinin bulunmadığını, Türk bayrağının altında ve Anayasa’ya sadık olarak siyasi faaliyetler gösterdiklerini söylememekte direniyorlar adeta. (Biz PKK’ye karşıyız) diyemiyorlar bir türlü. Çocukları PKK tarafından dağa kaçırılan anne ve babalara ilgi göstermiyorlar, oralı bile olmuyorlar. Böyle siyaset, böyle milletvekilliği olmaz… Ama nereden bakarsanız bakınız,7 milyon oy almış bir partiden bahsediyoruz. HDP’ye oy vermiş 7 milyon insanı yok sayamayacağımıza göre, partilerini kapatıp yenilerinin kurulmasına göz yummak yerine, bu partinin millileşmesine ve Anayasa hükümlerinin dışında çalışmasının engellenmesine kafa yormalıyız. Tabii kafayı bu yönde çalıştırırken, AKP’nin de Anayasa çizgileri içine çekilmesini sağlamalıyız. Bu konularda netice alabilmek için siyasi çıkarları değil, devletin ve milletin genel çıkarlarını düşünmeliyiz. Bir parti kapatılacaksa eğer, o partinin ad değiştirerek ayni çizgi ve anlayışta siyaset yapmasının yollarını tıkamalıyız. Dini politikaya alet edene de, Kürt’çülük yapana da izin vermemeliyiz. Kürt olabiliriz, Laz olabiliriz, Çerkes, Boşnak, Gürcü-Kırgız-Özbek-Azeri-Arnavut- Çeçen-Arap-Bulgar-Yunan Türk’ü olabiliriz. Kökenimiz neresi olursa olsun hepimiz Türk’üz ve bu toprakların üzerinde yaşayan insanlar olarak bayrağımıza, Anayasa ve yasalarımıza sadakatle bağlı olmalıyız.. Bunları kesinlikle kabullendikten sonra ister Kürt olmuşuz, ister Laz, ister Boşnak vs… hiç fark etmez. Yeter ki birbirimize saygıyla, hoşgörüyle ve samimiyetle davranalım. Şimdi 13 şehidimize gelmek istiyorum. Yıllar önce sınırlarımız içindeki yollardan kolayca kaçırılıyorlar da, kamuoyunun şimdi haberi oluyor. Gerçi yakın bir tarihte CHP milletvekillerinden biri, peş peşe soru önergesi veriyor. Kaçırılan şehitlerin akıbetini soruyor devamlı. Ama İçişleri ve Milli Savunma Bakanları cevap bile vermiyorlar. Sözcü Gazetesi yazarı Saygı Öztürk de aynı konunun üzerinde birkaç defa duruyor ama, o da bir sonuç ve cevap alamıyor yetkililerden. Kaçırılan şehitler 3-5 gün bulunamasalar mesele yok, bir ay bulunamasalar hadi ona da normal diyelim ama nasıl olur da 5-6 senedir bulunamıyor. İşte şeffaf devlet olamamanın, her şeyin gizli kapaklı yapılmasının ve oy için çalınan komşu kapıların yanlış dış politikalar nedeniyle bir daha çalınamamasının sonucudur bu. Aradığımız teröristleri sınırlarımızdan törenle alıp Suriye sınırına geçiriyoruz. Ayaklarına mahkemeleri götürüp, suçlarını sıfırlıyoruz. Teröristleri destekleyen Barzani ve Şivaz Perver alçağıyla meğri-meğri şarkılarını söylüyoruz. İmralı’ya gidip terörist başıyla görüşüyoruz. Osman Öcalan’ı televizyona, hem de resmi TRT televizyonuna çıkarıyoruz. İmralı’dan mektup alıp, bundan siyasi çıkar sağlamaya çalışıyoruz. Öyle olunca da, telafisi mümkün olmayan sıkıntılara düşüyoruz. Bu yanlışlar silsilesinin bir hesabını veren çıkmayacak mı? 13 şehidimizi kurtaramamayı başarısızlık saydığımıza göre, bu başarısızlığın bir bedeli olmayacak mı? Çok hassas konular bunlar çok hassas. Testi kırıldıktan sonra yol gösteren çok olur. Onun için fazla bir şey söylemeye gerek yok. Sözün bittiği yerdeyiz. Ciddi ve güçlü devlet anlayışımıza verdiğimiz büyük zararın bedelini ödüyoruz. Sadece bu konuda mı..? Ne yazık ki çok konuda…