Meclis’te grubu bulunan partilerden HDP hariç iktidar ve iki muhalefet partisinin oluşturduğu üçlü komisyon; mini Anayasa değişikliği konusunda yargı organlarının bağımsızlığı ile antidemokratik hükümlerin temizlenmesine ağırlık vereceği anlaşılıyor. Mevcut Anayasa’nın 138-142 maddeleri, yargıyla ilgili olarak bağlayıcı hükümler getirmesine rağmen mahkemelerin bağımsız olduğu söylenebilir mi? Hâkimler görevlerinde gerçekten bağımsız mıdırlar? Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanatlarına ya da örf ve adetlere göre karar verdiklerini kim iddia edebilir? Bunun çarpıcı örneklerini yaşamadık mı?.. Ki halâ da yaşıyoruz. Hiçbir organ, makam, merci veya kişinin; yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremeyeceği, tavsiye ve telkinde bulunamayacağı hükmünün hukukun üstünlüğüne gölge düşürmeyecek bir yeterlikte işlendiğini gördük mü? Balyoz ve Ergenekon kararları, adaletin katli olarak yargı tarihine geçmedi mi? Hani adalet mülkün temeliydi?.. Başta Yassıada kararları olmak üzere, mülkün temelleri yerle bir edilmedi mi? Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılmasıyla ilgili soru sorulamayacağı veya herhangi bir beyanda bulunulamayacağı kesin hükmüne karşın, bu düzenlemeleri hiçe sayanlara herhangi bir reaksiyon gösterildi mi? Hâkimlerin, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre görev ifa ettiklerini söyleyebilecek bir Allah’ın kulu var mı? Evet, mini Anayasa değişikliği olayı, birçok soruya gebe.. Umuyor ve diliyoruz ki, adalet mülküne kavuşur, hukuk ihlalleri ve boşlukları toplum bünyesinde silinip atılır, tam ve kesintisiz demokrasi, parlamentarizmle güç ve kudret kazanır. Bilinmelidir ki mahkemelerin siyasi vesayetten uzak bir şekilde sorumluluklarını yerine getirmesi, tartışmasız temel hak ve hürriyetlerin özünü oluşturur. Hiç kuşkusuz, yargı bağımsızlığı kadar, temel hak ve özgürlükler de parlamenter demokrasinin gerçekleşmesiyle orantılıdır. O nedenle toplum ve bireyler, adalet nezdinde, devredilemez ve vazgeçilemez hak ve özgürlüklerin asli sahibi olma özelliğiyle güç ve kudret kazanır. Bu, aynı zamanda, toplum sorumluluğunu da içerir. Kaldı ki, hiçbir sınırlama demokratik toplum düzenine ve laik Cumhuriyet ilkesine aykırı olamaz. Bu da yargının bağımsızlığının temelini oluşturur. Mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esasları çerçevesinde 2010 yılında kurulmuş bulunan Hâkimler ve Savcılar Kurulunun, bu görevini sağlıklı ve güvenli bir şekilde yerine getirdiği söylenemez. Siyasi kişiliğe sahip Adalet Bakanı’nın kurulun başkanı olmasının, bu organı adeta siyasete çekme manasına geldiği, değerlendirmesine herhalde kimse karşı çıkmayı düşünmez. Bu aynı zamanda Anayasa çelişkisi olarak da dikkat çekicidir. O nedenle bu hükmün mutlaka değiştirilmesi gerekir.: Bu konuda demokratik bir yapılanma, çağdaş hukuk yorumunun tabiri bir sonucu olarak düşünülmelidir. Sonuç olarak vurgulamaya çalıştığım önerileri şu başlıklar halinde özetlemek istiyorum: Mahkemelerin bağımsızlığı mutlaka sağlanmalıdır. Hâkimlerin, kararlarını her türlü telkinden ve tavsiyeden uzak bir şekilde verme iradelerine hiçbir şekilde gölge düşürülmemelidir. Mahkeme kararlarından önce hiç kimse ihsas-ı reyde bulunmamalıdır. Hâkimler ve Savcılar Kurulu, siyasi vesayetten uzak tutulmalı, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı, her türlü telkin ve gölgeleme şüphesinden mutlaka arındırılmalıdır.