Çileli bir coğrafyanın çocuklarıyız. Kaderimiz çile ile örülmüş. Senaryomuz çile ile yazılmış. Değerlerimiz çile ile yok olmuş. Sağcılarımız, solcularımız, yazarlarımız, sanatçılarımız; hepsi bu coğrafyanın çocuklarıydılar. Hepsi ülkenin ve milletin iyiliği için, ülkenin ve milletin kaderine güzel bir hikâye yazmak için var oldular, eserlerini bu minval üzerine verdiler. Sağcı değer, solcu değer diye bir kavrama eşlik etmiyorum. Değerin sağcısı ve solcusu olmaz. “Mintanım Şile bezinden” diyen “Memleketim, memleketim” diye hasret mısraları yazan Nazım Hikmet ne ise, “Kaldırımlar”, “insan bu, su misali; kıvrım kıvrım akar ya” sözleriyle başlayan Sakarya Türküsü’nün şairi Necip Fazıl O’dur bizim için. Türk ülküsünün mimarı rahmetli Alparslan Türkeş, Nazım Hikmet’in şiirini ilk defa kürsüden okuduğunda, o büyük şairin etrafına örülen yasak duvarlarını da yıkmıştı. O hasret şairimizin mintanı şile bezindendi, birçok değerimizin mintanları ise hep “çile bezinden” oldu. Büyük kayıplar verdik. 24 Ocak’ta kahpe bir saldırı sonunda kaybettiğimiz Uğur Mumcu’nun kaybı ne ise, sürgünüme imza atan bakanım Ahmet Taner Kışlalı’nın kaybı da o derece nüfuz etti benliğime. Bu arada yine kahpe bir saldırıyla hayatını kaybeden MHP’nin efsane Gümrük ve Tekel Bakanı Gün Sazak’ı da derin bir saygı ile anıyorum. Sosyal medyadan bir arkadaşım “düzgün liderleri de yazar mısın?” diye bir not atmış. Kimi yazayım? Kimi yazsam, karşıt görüşlerden bazılarının iftiralarına maruz kalacaklarını biliyorum. Onun için yazmadım. Ama şurasını rahatlıkla kaydedebilirim ki; bürokrasi hayatımda çok düzgün ve namuslu bakanlarla çalıştım. Rıfkı Danışman, Kâzım Oksay, Avni Akyol, Tevfik Koraltan, İlhan Aşkın, Cihat Baban ve değerini sonraları anladığım Mehmet Keçeciler. Sürgünüme imza atan bakanım için ayrı bir paragraf açmalıyım: O da Uğur Mumcu gibi kahpe bir suikastla aramızdan ayrılmıştı. Ahmet Taner Kışlalı, aydınlığa kapı açan bir değerdi, görüşlerine saygı duyulan bir entellektüeldi. Fransız asıllı eşinin bakan eşi olarak evinin merdivenlerini süpürmesi olay olmuştu. Eşi kendini hep “Müslüman-Türk” olarak bildi ve rabbine bu sıfatlarla kavuştu. Beni Bingöl’e tayin etmişti kendisine gücenmedim ve kin duymadım. Çünkü O da bu ülkenin yüksek değerlerindendi. Çünkü beni tanımıyordu. Sanırım; o dönemin adetleri üzere, partili bürokratlarının empozesiyle sürgünüme imza atmıştı. Arkadaşım düzgün liderleri sordu. Bun de iki düzgün siyasetçimizin adından söz etmek istiyorum: Demirel döneminin bakanlarıydılar. Ali Naili Erdem ve Turhan Bilgin’i ayrı bir düzlemde ele alıyorum. Onların devirlerinde milletvekili maaşları bu kadar yüksek değildi. Demirel döneminde çok önemli bakanlıklarda bulunmuş olan Ali Naili Erdem (halen aramızda, değerli fikirleriyle ışık tutmaya devam ediyor), mali yönden dara düşünce evinin halılarını satmış, Turhan Bilgin ise ölünceye kadar kira evinde oturmuştu. İsteselerdi Onlar da zengin olabilirlerdi. “Yetim hakkı” onlar için kutsal bir değerdi, o değere dokunmayı akıllarından bile geçirmediler. Vefat edenlere rahmet, kalanlara sağlık diliyorum.