Yılmaz: Tüm oyunlarımız kapalı gişe oynuyor

Opera sanatçısı Ali Yılmaz, aynı zamanda mizah içeren şiirlerin ve öykülerin de yazarı. Dördüncü kitabını çıkaran Yılmaz, kitabının imza gününü 1898 metre zirvede yaparak bir ilke de imza atmış. Yılmaz, kitaplarını ve sanat yaşamını 24 Saat Gazetesi’ne anlattı
RÖPORTAJ / SULTAN YAVUZ - Opera sanatçısı Ali Yılmaz, aynı zamanda mizah kitapları yazarı olarak da tanınıyor. Mizahın hem güçlü hem de ironik yanına vurgu yapan Yılmaz, bu işin temelini çocukluğuna dayandırıyor. Yılmaz, 1960 yılında Sivas’ta doğduktan sonra ailesi Ankara’ya taşınmış. Mizahla daha çocuk yaşta tanıştığını söyleyen Yılmaz, “Babam, ben doğduktan üç yıl sonra çıkarmış kimliğimi çünkü çok hastalandığım için öleceğimi düşünmüş. Doğumumla beraber başlıyor mizah” diyor. Müzik eğitiminin son yılına kadar şimdi Mamak Belediyesi’ne ait olan Ankara Devlet Konservatuarı’nda eğitim gören Yılmaz, konservatuuarın Beşeveler’e taşınmasıyla, buradan mezun olmuş. Kitaplarına malzeme olan konuların hep Mamak dönemine ait olduğunu vurgulayan Yılmaz, müzikle olan ilişkisini de şöyle anlatıyor: “Benden iki yaş küçük olan ablam Ankara Radyosu Çocuk Korosu’ndaydı, o nedenle kulak aşinalığım vardı. Babam Milli Eğitim Bakanlığı’nın Radyo Televizyon Eğitim Merkezi’nde çalışıyordu, bu nedenle o çevreyi tanıyor ve ben de bu sayede Özay Gönlüm, Ayten Gökçer gibi sanatçılarla tanışma şansı elde ediyordum. Ortaokuldayken konservatuar sınavı için başvurduğumda, ne yazık ki sınavı kaçırmıştım. Liseye devam ettim ama liseden sonra Çok Sesli Müzik Derneği’ne girdim. Cüneyt Gökçer’in jüride olduğu bir sınavla girdim ve iki yıl eğitim aldım. Piyanoyu da ilk kez orada gördüm. O zamana kadar türkülerle, bağlamayla büyümüştüm. 22 yaşında “Bahar Şarkısı” ile sınavı kazandığımda, o parçanın ses aralığı olarak tenor partilerinde tiz bir nota olduğunu öğrendim. Aslında kazanacağımı sanmıyordum, çünkü gelenler arya söylüyordu ya da o çevreden insanlardı. 350 kişi arasından dokuz kişi seçildik. Fakat hoca, bana, ‘Sen aryaları türkü gibi söylüyorsun, olmaz. Ya burası ya da gittiğin halkevini seçeceksin’ dedi. İki kültür arasında sıkışmış durumdaydım. Fakat ‘tamam’ diyerek halk oyunları ve müziğiyle ilişiğimi kestim. Zaten ilkokuldayken “Çocuk Saati” programıyla ders çalıştığım için, orada çalınan Vivaldi gibi sanatçıların eserlerine kulak aşinalığım vardı.” “Halk artık kendi müziğine sığınmaya başladı” Konservatuarın ardından 1987 yılında Devlet Opera Balesi’ne sınavla giren Yılmaz iki müzik türü için şunları söylüyor: “30 yıldır operadayım ve hâlâ aynı heyecanla giderim. Bence Türk Halk Müziği ve Klasik Batı Müziği ayrı kulvarlar, ben ayırıyorum. Batılılar 500 yıldır bu kültürle birlikteler, biz ise henüz 70 yıllık opera ve tiyatro geçmişine sahibiz. Tabii Osmanlı’dan gelen kimi kültürel özelliklerimizi de yadsımamak lazım. Mesela Batı müziğiyle uğraşan pek çok kişinin Türk Sanat Müziği ya da Türk Halk Müziği söylemek istediklerine şahit oluyoruz. Trekkingle uğraştığım için bir gün yürüyüşte Japonya’da büyükelçilikte çalışan bir adamla tanıştım. Yıllarca Türk Halk Müziği dinlemediğini, hatta nefret ettiğini söyledi. Fakat bir gece radyoda frekans takılı kalınca orada bu müziği duyunca, gözlerinden yaş akmaya başladığını ve bunca yıldır neden kendini bu müzikten soyutladığını sorguladığını söyledi. Bunun üzerine kendisine Türk Halk Müziği parçalarından oluşan bir mp3’ü hazırlayarak hediye ettim. Yani öyle bir kültürle yetişmiş, kendini başka bir forma sokmuş kişi, kendisiyle kalınca muhakeme etmeye başlamış. İnsanlar nasıl ki günümüzde köylere dönüyor, halk da artık kendi müziğine sığınmaya başladı. Oradaki duygu ve müzik alıp götürüyor çünkü. “Gönül Yarası” filmindeki “Abi bu müzikte ağlamak için dilini bilmen mi gerekiyor’ repliği gibi… Bizim genlerimizde bu var, yadsıyamazsınız.” Yazma Macerası Lisedeyken ablasının günlük tuttuğunu kaydeden Yılmaz, kendisinin de yazmaya başladığını o dönem yazdıklarını sonradan kitaplarına aktardığını belirtiyor. Şiir ve hikâye yazan Yılmaz, “O bölgenin insanları anlattım, daktlo bulup saman kâğıdına yazmışım” diyor. Evlerinde çok kitap okunduğunu kaydeden Yılmaz, Nazım Hikmet, Lenin kitaplarını okuduğunu, Ulus ve Akşam gazetelerinin ardından evlerinde daha sonra Milliyet okunduğunu ve burada Çetin Altan gibi ustaların yazılarını okuduğunu anımsıyor. İlk kitabını 1995 yılında çıkaran Yılmaz, son mizah kitabının yanı sıra bir aforizma ve şiir kitaplarına da sahip. Sahnede komik anılar Opera ve klasik müzik dinleyicisinin son on yılda ivme kazandığını ifade eden Yılmaz, “İki dakikada 3500 bilet satılır mı? Tüm klasik ve modern oyunlarımız kapalı gişe oynuyor, insanlar koşa koşa geliyor. Seyircinin alkışından ne kadar kalabalık olduğunu anlayabiliyoruz” diyor. Sahnede hep en iyi performanslarını gördüğümüz sanatçıların sahne arkası ya da sahnedeyken karşılaştıkları komik anılardan bazılarını da bizimle paylaşan Yılmaz, şunları anlatıyor: “Carmen oynuyorduk ve solist arkadaşımız en hareketli olması gereken kılıç sahnesinde- herhalde biraz dar yapmışlar- adımını atınca boydan boya pantolunu yırtıldı ve beyaz çamaşırı tamamen ortaya çıktı. Bende de pelerin olduğu için, açarak hareket ediyorum ve ‘Sakın seyirciye dönme’ diyorum. Karakter gereği hareket etmesi lazım ama düz oynamak zorunda. Profesyonellik başka şey tabii, hiç seyirciye dönmedi ve sahneyi bitirdi. Seyirci karşındasın, gülsen gülünmüyor. Bir kere de kendi sahnemizde oynanan bir oyunu izlemeye gitmiştim. Ben de her oyuna arkadaşlarıma saygıdan takım elbiseyle giderim, çocuklar da bana jest olsun diye protokolden yer vermişler, gelen giden selam verip öpüyor. Derken bir kadın geldi, ‘Ben de öpebilir miyim?’ dedi. ‘Gelen öpüyor, giden öpüyor, bu ne sevgi?’ deyince, ‘Operadan tanıdıkları için güzellik yaptılar’ dedim. ‘Olsun, öpmek istiyorum’ deyince, ‘Buyrun, öpün’ dedim.” Opera tüm sanatların bileşimi Aynı zamanda resimle de ilgilenen Yılmaz, kitaplarının kapaklarını da kendi yapmış. İspanyol Ressam Miro’nun tarzına benzetilen resimlerinin yanı sıra gravür de yapan sanatçı, “Ayrıntıyı yakalayabilmek önemli, opera tüm sanatların bileşimi olduğundan, nüansları yakalamanız kolay oluyor. Mizah da bu işin bir parçası, bizim ülkemiz Nasrettin Hoca’yı, Neyzen Tevfik’i bilir, kitaplarım da benim gözlemlerim. Bir şiirimde mesela ‘Takma dişli sevgilim” yazıyorum. Yeni çıkan kitabım üç bölümden oluşuyor. Hikâyeler, absürd anlatılar ve minimal öyküler. Kara mizah da diyebiliriz, gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinden örnek çok. Mesela adam balkonda koyun besliyor, güneşten çok etkilenen koyun kendini balkondan atıyor ve o sırada yoldan geçen birinin kafasına düşüyor. Ya da hastanede camdan aşağı su ısıtıcısı atıyor adam, o da yoldan geçen birinin üstüne düşüyor. Bunlar çok ironik, ben hikâyeleştirdim. Eskiden sözlü kültür geleneği varmış, o hikâyeleri de yazıya dökmek istiyorum.” Zirvede imza günü Yılmaz, yazan bir arkadaşının bir kokteylde Yazar Orhan Pamuk’la karşılaştığını ve usta yazarın kendisine bir tavsiyede bulunduğunu aktarıyor, “Sen, sen ol, kalemini hiçbir zaman kısıtlama. Nereye götürüyorsa yaz, üşenme. Bir yerde sana dur diyecektir.” Yılmaz, bu cümleleri çok mantıklı bulduğunu ve o şekilde yazdığını kaydediyor. Geceleri müzik eşliğinde yazdığını söyleyen Yılmaz, hayata hep pozitif baktığını da sözlerine ekliyor. Bunun, dağcılık sporuyla ilgilenmesinin etkisi olduğunu kaydeden Yılmaz, “Dağdaki oksijeni alın, siz de öyle olursunuz” diyor. Ali Yılmaz, Çamlıdere Aluçdere’de zirveye çıkarken, rehberlerinin kendisi için imza günü yapacağını öğrenmiş. Oturdukları kafede yapılacağını sanan Yılmaz’ı, zirvedeki sürpriz şaşırtmış. Bir metre karın içinde 1898 metre yükseklikte, Bilkentli öğrencilerin başı çektiği bir kalabalık grup ile birlikte imza günü yaparak bir ilke imza atmış. Kendisi için çok güzel ve mutluluk verici bir etkinlik olduğunu söyleyen Yılmaz, “Bunun daha önce yaşandığını sanmıyorum” diyor. Yeter Hanım’la evli olan Yılmaz’ın Beste Zelal isminde bir kızı, Ali Deniz adında da bir oğlu var.
Editör: TE Bilisim