Utku ŞENSOY  Bir 8 Mart’ı, “Çalışan Kadınlar Gününü” hamaset ve karanfillerle geçiştirdik. 1857 yılında New York’ta tekstil sektöründe çalışan yüzlerce kadın düşük ücretlerine, uzun çalışma saatlerine ve insanlık dışı çalışma koşullarını protesto edip greve gitmesinin ardından kolluk güçlerinin sert müdahalesi sonucu 129 kadın işçinin yanarak ölmesinin anısıdır bu gün. 1970 yılında Birleşmiş Milletler tarafından “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak ilan edilmiştir. Aradan tam 162 yıl geçti. Ülkemizde kadının durumu günümüzde nasıl? Çalışan çalışmayan genel anlamda kadına yönelik baskı ve şiddetler o günün ABD’sinden daha mı iyidir? Ne yazık ki hayır! Bırakın erkeklerle eşit koşullarda mücadele haklarına sahip olmayı, ayrımcılık ve şiddete karşı eşitlik mücadelesi vermeye yeltenen kadınların evde ya da sokakta, seslerini duyurmak için en ufak çabalarındane tür muameleye maruz kaldıklarını hepimiz iyi biliyoruz. Günümüz Türkiye’sinde, kadına yönelik şiddet, kadın emeğinin, bedeninin sömürüsü, yoksulluğu, işsizliği, çocuk gelinleri, okula gönderilmeyen kız çocukları vb. sayın sayabildiğiniz kadar… Sadece bunlarla mı sınırlı? Aile içi şiddet, ensest, taciz, tecavüz, kadını yok sayan gerici politikalar… Ne yazık ki tüm bunlar kadının özgürleşmesi önünde büyük engeller olarak sürdürülmekte. Üstüne üstlük kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri dur durak bilmeden devam ediyor. Ülkemizde sayıları milyonlarla ifade edilen çocuk gelinler ile kocaları, babaları, erkek kardeşlerince katledilen binlerce kadınımızın dramına birkaç kurum ve STK’ların gayretleri dışında hepimiz seyirci kalıyor, bu sorunun çözümünde herhangi bir farkındalık yaratamıyoruz. Oysa yıllar öncesine gidecek olursak bu topraklarda günümüzdekinden çok farklı kültürler yeşermekte, hüküm sürmekteydi. Orta Asya’daki atalarımıza, orada Türk kadınının önemine ve değerine kadar geriye gitmeye gerek yok. Topluma asırlardır pompalanmaya çalışılan Ortadoğu- Arap kültürüne rağmen, Anadolu’dada Türk kadınının yeri eski dönemlerde çok daha saygın ve farklıydı. Yörük kızlarının çeyiz bohçasına önce Mor Cepken konurmuş. Kenarları sarı simgelerle işlenmiş, yelek biçiminde, mor renkli bir giysidir. Yörük kızları sevdikleriyle evlenirlerdi. Evli Yörük kadını, ihanete uğrayınca ya da kocası tarafından aşağılanıp dövülünce, bir şekilde Mor Cepkeni giyip herkesin görebileceği bir yere otururmuş. Bu “ben bu herifi boşadım” anlamına gelirmiş! Boşadığı kocası ise evinden dışarı çıkamaz, kahveye gidemez, kimse yüzüne bakmazmış. Karısına Mor Cepkeni çıkartamazsa kocası bir ömür dul kalmaya mahkum olurmuş. Zira kimse ona artık kızını vermezmiş. Göçebe Yörük kültürünün kadınlarına tanıdığı yüce bir hak olarak görmek lazım mor cepkeni. Erkeklerin ise korkulu rüyasıdır. "Mor Cepken», Karacaoğlan türkülerinde de geçer. Günümüzde Ege, Muğla, Antalya ve Toros Yörük’ lüğünde yaşlı kadınlar tarafından hâlâ bilinir.Mor renk ihanete uğramış, aldatılmış, aşkın rengidir. Göçebe Yörük kültüründe kadına tanınan hak ve özgürlüğe bakar mısınız? Bakmayın siz günümüzde kadının bazı çevrelerin sözde örf ve adetler, din, siyaset cenderesi altında ezmeye, baskı altında almaya çalışılmasına Aslında Anadolu kadınının dik duruş sembolüdür Mor Cepken. 1800 yılların sonlarında Nazilli kasabasının Aydın dağlarında, dağa çıkarak kadın hakları için savaşan “Gizemli Kadın Efe” de bunlardan biridir. Ege yöresinin unutulmaz bir eridir. Kadın sığınma vakfı “Mor Çatı” adı oradan gelir. Bizler dünyaya Mor Cepkeni yeterince tanıtabilseydik 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü “Mor Cepken Günü” olarak kutlayabilirdik.