Mültecilerin medyada temsili konuşuldu

İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi (İGAM)’ın, Gazeteciler Cemiyeti ortaklığıyla ve Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu’nun fonlarıyla yürüttüğü “Mülteci Hakları için Medya ve Sivil Toplum İşbirliği Projesi”nin Ankara paneli Sheraton Otel’de gerçekleştirildi. Etkinliğe çok sayıda yerel ve ulusal medya mensubunun yanı sıra, akademisyen ve sivil toplum örgütü temsilcisi katıldı

SULTAN YAVUZ -  İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi (İGAM)’ın, Gazeteciler Cemiyeti ortaklığı ve Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu fonlarıyla hayata geçirdiği “Mülteci Hakları için Medya ve Sivil Toplum İşbirliği Projesi”nin Ankara paneli Sheraton Otel’de yapıldı. Etkinliğe İGAM Başkanı Metin Çörebatır, Avrupa Sivil Koruma ve İnsani Yardım Genel Müdürlüğü (ECHO) Bölgesel Bilgilendirme Sorumlusu Müdürü Mathias Eick, Türk Alman Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim üyesi Prof. Dr. Murat Erdoğan, İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim üyesi Prof. Dr. Ayhan Kaya ve Özyeğin Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim üyesi Doç. Dr. Deniz Şenol Sert ile çok sayıda basın mensubu ve sivil toplum örgütü temsilcisi katıldı. , Basın mensuplarına mültecilerle ilgili haberlerin kalitesinin nasıl artırılabileceği ve uluslararası mülteci hukuku ile ilkeleri çerçevresinde yapıcı haberciliğin nasıl yayılabileceği konusunda bilgi veren ve medyadaki mülteci temsilini tartışmaya açan etkinlikte, açılış konuşmasını ECHO Bölgesel Bilgilendirme Sorumlusu Mathias Eick yaptı. Avrupa Birliği (AB)’nin mülteciler konusunda verdiği destekleri anlatan Ecik, şunları söyledi: “ECHO Avrupa Komisyonu bünyesindeki yapılardan bir tanesi, biz de Türkiye ve diğer kurumları temsil ediyoruz. Türkiye’de 13 farklı uyruktan insana ev sahipliği yapıyor. Kalplerini ve evlerini mültecilere açıyor. Bu sadece Avurpa’da değil, küresel ölçekte bir insani yardım olarak tanınıyor ve takdir ediliyor. 2015 yılındaki görüşmelerle AB, Türkiye’nin mültecilik meselesini tek başına üstlenemeyeceğine karar verdi,hepimize görev düşüyordu. Bir taraftan üye devletlerle birlikte gelişmeleri koordine etmeye çalıştı, bir yandan da destek ve görev üstlendi. Türkiye’de mültecilerin az bir kısmı kamplarda, yüzde doksanı ise dağınık olarak kamp dışında yaşıyor. Kampları, diğer ülkelerdeki kamplarla kıyasladığımızda örnek teşkil ediyor ama kamp dışındakiler nasıl yaşıyor? Bu noktada merak edilen durum bu. Türkiye’deki iletişim ve bankacılık, etkili devlet yapısı ve yasal yapılarınız bize bu konuda çok yardımcı oluyor, mesela Kongo için aynı şeyden bahsedemeyiz. Burada fırsat ve koşullar iyi durumda...” [caption id="attachment_148213" align="alignright" width="355"] Avrupa Sivil Koruma ve İnsani Yardım Genel Müdürlüğü (ECHO) Bölgesel Bilgilendirme Sorumlusu Müdürü Mathias Eick[/caption] Kızılay Kart Mültecilere günlük maliyetlerinin bir kısmını karşılama fırsatı vermek ve nasıl harcayacaklarına kendilerinin karar vermesini sağlayacak Kızılay Kart uygulamasını hayata geçirdiklerini kaydeden Eick, konuya ilişkin şunları paylaştı: “Aile ve Sosyal Hizmeter Bakanlığı, Göç İdaresi ve Kızılay ile koordineli çalışarak, ayda 120 lira vermeye başladık ama bu meblağ bir aileyi geçindirmez. Yüzde 95’i bunu kira için kullanıyor. Yardımların çoğu da kadınların liderlik ettiği ailelerden oluşuyor. Bir buçuk milyon kişi bu programa katıldı. Aldıkları parayı yine kendi mahallerinde ve Türk dükkanlarında harcıyorlar. Yani bu para yine Türk toplumunun ekonomisi içinde kullanılıyor. Böylece mülteciler artık yük olarak görülmüyor, çalışan, okula giden, kirasını ödeyen insanlar algısı gelişiyor. Bunların hepsi entegrasyon süreci için yapılıyor. Türkçe dil kursu ve eğitim programlarına da katılıyorlar. Belki Türkiye’de kalmayacaklar ama yine de eğitim önemli, yetişkin olduklarında iş bulabileceklerini biliyorlar. Ülkelerini yeniden yapılandıracak olanlar da bu eğitimli nüfus olacak.” [caption id="attachment_148214" align="alignleft" width="368"] İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim üyesi Prof. Dr. Ayhan Kaya[/caption] Kaya: “Türkiye’de mültecilik Suriyelilerle başlamadı” Açılış konuşmasının ardından, moderatörlüğünü Türk-Alman Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim üyesi Prof. Dr. Murat Erdoğan’ın yaptığı panelin ilk konuşmacısı, İstanbul Bilgi Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Prof. Dr. Ayhan Kaya oldu. Kaya, Almanya’daki gurbetçi Türkler üzerinden yola çıkarak medyada mülteci temsilini anlattı. Kaya, medyada mülteci algısına dair şunları söyledi: “Medyayı her zaman önemsedim. Suriyeliler, Avrupa ve Amerika’da yaşanan göçmenler bağlamında bakıldığında hükümet liderleri tarafından araçsallaştırıldıkları, sayısallaştırıldıkları bir korku nesnesi haline getiriliyor.Karşılaştırma yapılırsa, bugün belkide İslamofobiyi, nasıl sağ popülist siyasetin yükselmesi sebebiyle tartışıyorsak,Türkiye’de de mültecilik meselesini ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve nefret söylemi bağlamında konuştuğumuzu düşünüyorum. Uyum sözcüğünün çok kullanılmadığını geriye dönüş ifadesinin ise çok kullanıldığını görüyorum. Geri dönüş ve entegrasyon bağlamında düşünüldüğünde bir uyumsuzluk var. Geçmişten bugüne Türkiyede çok uzun yıllardır var olan bir konu mültecilik. Suriyelilerle başlamadı, Çerkesler gibi bir çok grup oldu. ‘Aylan Bebek’ örneğinde Avrupa ‘kriz’ derken, biz geleneğimiz nedeniyle ‘kriz’ sözcüğünü kullanmadık. Meselenin kamusal bir sorumluluğu var, bu bağlamda medya bizim geleneğimizi hatırlatması açısından önem taşıyor” dedi. [caption id="attachment_148215" align="alignleft" width="493"] Özyeğin Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim üyesi Doç. Dr. Deniz Şenol Sert[/caption] Sert: “Gazetecilerin medyada bir kamuoyu oluşturma gücü var” Panelistin ikinci konuşmacısı Özyeğin Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Doç. Dr. Şenol Sert ise etik meselesine dikkat çekerek, Amerikalıların Yahudilere olan bakış açısından yola çıkıp, mültecilere olan bakış açısının evrenselliğine değindi. Söylemlerin aynı olduğunun altını çizen Sert, son yıllarda akademide nicel olarak artan göç konusunun, niteliksel olaral zayıf kaldığından bahsetti. Göç Araştırmaları Derneği kurarak, burada etik konusunu irdelediklerini belirten Sert şunları ifade etti: “Altın kuralımız ‘zarar vermeme ilkesi...’ Sivil toplumda belli etik kodunun oluştuğunu görüyoruz ama kötü tarafı Türkiye’deki medyada konuya bu açıdan bir ilgi olduğuna dair işaret yok. Haber yapılmasın demiyoruz, bizim de haber alma hakkımız var ama önemli olan haberi verirken ‘zarar vermeme’ ilkesini unutmamak. Ne yazık ki mültecilik konusunda gelişmeyen bir bakış açısına sahibiz. Göçmen karşıtı söyleme karşı yeni bir söylem bulmamız gerekiyor. Sizin medyada bir kamuoyu oluşturma gücünüz var.” [caption id="attachment_148216" align="alignright" width="500"] İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi (İGAM) Başkanı Metin Çörebatır[/caption] Çörebatır: “Hukukİ düzenlemelere ihtiyacımız var” Panelin son konuşmacısı İGAM Başkanı Metin Çörebatır da Türkiye’nin mültecilik konusundaki hukuki durumuna atıfta bulunarak, kalıcı ve yeni çözümlerin bulunması gerektiğine işaret etti. 2011 yılında başlayan Suriyeli mültecilerle beraber çözüm anlamında bir kriz yaşandığına değinen Çörebatır, hem devletin hem de Avrupa Birliği ile sivil toplum kuruluşlarının bu anlamda çözüm odaklı çalıştığını ancak bu çözümlerin güne kurtarmaya yönelik olduğunu belirtti. Kalıcı çözüm için ilgili devletlerin, medyanın ve sivil toplum örgütlerinin Türkiye’ye hukuki bir düzenleme için yapıcı tenkitte bulunmaları gerektiğini ifade eden Çörebatır, entegrasyonun önemli olduğunu ve bunun, mültecilerin yeni bir hayata normal bir şekilde başlayabilmelerini ve ççocuklarına bir gelecek sağlayabilmelerini tanımladığını söyledi. Çörebatır şöyle konuştu: “Türkiye’nin içinde bulunduğu hukuki durum nedeniyle, mültecilere ‘misafir’ dedik, ‘ensar-muhacir’ kavramlarını kullandık, ‘geçici koruma altında’ dedik ama bu kavramların haklar açısından bir karşılığı olmuyor. Bu insanlar ayakta kalabilmek, çocukları için gelecek sağlamaki eğitim ve sağlık imkanına ulaşmak için çok büyük çaba sarfediyor. Türk hükümetinin bu anlamda büyük bir maddi yardımı var ama hâlâ ‘mülteci’ diyemiyoruz ve o nedenle de haklarını tanımıyoruz. O zaman da günü kurtaran çözümler buluyoruz. Adımlar, olaylardan sonra atılıyor ve bu çerçevede mültecilerin hayatından çalmış oluyoruz. Sosyal uyum dediğimizde karşımıza dağ gibi sorun çıkıyor. Kalıcı çözümleri düşünmek lazım ve en önemlisi hukuki düzenlemelerle başlamak. Sivil toplum ve medyanın, Türkiye’nin Cenevre Sözleşmesi ile onayladığı ‘coğrafi kısıtlamaları’ kaldırması yönünde ikna edici bir telkinde bulunması gerekiyor.”
Editör: TE Bilisim