Fransız Kültür Merkezi (Institut Français) Türkiye’nin düzenlediği “Edebiyat Salonu” etkinliğinin bu ayki konuğu, “Kirpinin Zarafeti” adlı romanıyla tüm dünyada yankı uyandıran Fransız yazar Muriel Barbéry oldu. Barbéry’in yayınlarının konuşulduğu etkinlikte, 2021 yılında Kırmızı Kedi yayınlarından çıkacak olan son romanı “Tek Bir Gül”ün çevirisini yapan Ekin Özlü Akseki de kendisine eşlik etti
NAZ AKMAN/ANKARA - Fransız Kültür Merkezi (Institut Français) Türkiye’nin düzenlediği 2021 yılının ilk “Edebiyat Salonu” etkinliğinde, “Kirpinin Zarafeti” adlı romanının dünya çapında başarısıyla tanınan Fransız yazar Muriel Barbéry ağırlandı. Çevrimiçi gerçekleştirilen edebiyat buluşmasında, “Gurmenin Son Yemeği”, “Elflerin Yaşamı”, “Garip Bir Ülke” ve henüz Türkçeye çevrilmekte olan son romanı “Une Rose Seule” kitaplarının yazarı Barbéry, yayınları hakkında bilgiler verdi. Yiğit Bener’in moderatörlüğünü üstlendiği “Edebiyat Salonu” etkinliğinde Barbéry’ye, 2021 yılında Kırmızı Kedi yayınlarından çıkacak olan son romanının çevirisini yapan Ekin Özlü Akseki de eşlik etti. 1969 yılında Fas’ta doğan Barbéry, ailesinin edebiyat öğretmenleri olduğu Touraine’de büyüdükten sonra Normal Sup’ta okuyarak, Normandiya’da felsefe alanında eğitim aldı. İlk romanını 2000 yılında kaleme alan Barbéry’nin “Gurmenin Son Yemeği - (Une Gourmandise)” isimli kitabı 12 dile çevrildi. 2006 yılında çıkan ikinci romanı “Kirpinin Zarafeti- (L'Élégance du hérisson)” dünya çapındaki başarısının ardından Türkçe dahil 30’dan fazla dile çevrildi, dünya çapında altı milyon kopya satıldı, birçok edebiyat ödülü kazandı ve sinemaya uyarlandı. “Kirpinin Zarafeti” Fransa’nın en çok satanlar listesinde 30 hafta boyunca ilk sırada yer aldı. Dokuz yıllık çalışmanın ardından, 2015 yılında “Elflerin Yaşamı” isimli kitabı ile geri dönen Barbéry’nin bu romanı ayrıca 2019’da, Petrus karakteriyle çay (Japonya) ve şarap (Fransa) olmak üzere iki karşıt dünyayı içeren bir roman olan “Garip Bir Ülke (Un Etrange Pays)” ile devam etti. Henüz altı ay önce basılan son romanı “Tek Bir Gül - (Une Rose Seule)”, jeo-botanikçi Rose’un hiç tanımadığı babasının öldüğünü ve kendisine bir mektup bıraktığını bildiren bir noterin çağrısıyla geldiği Kyoto’da geçiyor. Roman, kökenlerinin manzarasının kalbine yerleştirilen bir kadının, hiç tanımadığı şehri adımlarken yaşadığı küçük öykülerle başkalaşımını anlatıyor. Kyoto’da yaşayan Barbéry, Japon kültüründe hiçbir uzmanlığı olmadığını belirterek, “Bu ülkeyi keşfeden gerçekten bir Batılıdır, dili konuşmuyorum, sadece etkiye tanıklık etmek istedim, bu kökten farklı kültürle yüzleşmek benim için gerçek bir şok oldu” diyor. Bener, “Barbéry, çok farklı bir ritim içinde kitaplarını yazıyor” Etkinliğin açılış konuşmasını yapan Yiğit Bener, Barbéry hakkında, “Barbéry, dünya çapında tanınan bir yazar. ‘Kirpinin Zarafeti’ en bilinen romanı, son derece detaylı stillere sahip romanları var. Bir felsefe profesörü, Normandiya’da dersler verdi. 2000 yılında ilk romanı ‘Gurmenin Son Yemeği’ yayınlandı, altı sene sonra, ‘Kirpinin Zarafeti’ ile okuyucularıyla yeniden buluştu. Bu kitabı dünya çapında altı milyarlık bir rakamla satış rekoru kırdı. Barbéry, dokuz yıl boyunca inzivaya çekiliyor. 2015 yılında farklı bir tema ile kirpiyi bırakıp elflerle karşımıza çıkıyor. 2019 yılında tekrar elflerin dünyasına geri dönüyor. Çok farklı bir ritim içinde kitaplarını yazıyor. Kitaplarını yazarken birbirinden farklı sürelere ihtiyaç duyuyor, bazılarına çok uzun süre bazılarına ise bir yıl gibi kısa zamanlarda peş peşe romanlar çıkarıyor. Herkesin merak ettiği gibi kendisiyle yazar olarak kitaplarını kaleme alırken nasıl bir süreçten geçtiğini, nelerden etkilendiğini konuşacağız” bilgilerini verdi. [caption id="attachment_205532" align="alignright" width="317"] Fransız yazar Muriel Barbéry[/caption] Barbéry, “Hiçbir zaman yazmaya başladığım roman bir öncekiyle aynı olmuyor” Barbéry, yazım sürecine ilişkin, “Okuyucularımla birlikte olmaktan büyük bir şeref duyuyorum. Kitaplarımın bu şekilde sınırları aşıp farklı ülkelere, ana dilimi bilmeyen okuyucularıma da ulaşması beni her zaman çok mutlu ediyor. Böyle buluşmalar, kelimeleri romanları takdir eden insanlarla bir araya gelmek çok keyifli. Her kitabımı tam olarak nasıl yazdığımı ben de bilmiyorum. Her seferinde oturup yazmaya başlarken tabi ki de bir önceki romanımın veya tüm yayınlarımın toplamının dersini de çıkarmış oluyorum, bu sayede daha hızlı yazabiliyorum ve konuyu nasıl ele alabileceğimi biliyorum. Hiçbir zaman yazmaya başladığım roman bir öncekiyle aynı olmuyor. Her seferinde yazı sürecini farklı bir şekilde ele alıyorum. Öykü, kitap, roman masaya oturup kalemi ele aldığımda şekillenmeye başlıyor. İlk iki kitabım ‘Gurmenin Son Yemeği’ ve ‘Kirpinin Zarafeti’ sanki biraz daha yavaş bir süreçle yazdığım, zor kitaplar değildi. Çünkü kitaplarda hep bir anlatım vardı, monolog söz konusuydu. Hikayesini anlatıyordu, o nedenle hikâye de çok rahat akabiliyordu. Ama ‘Elflerin Yaşamı’ kitabını yazarken acaba gerçekten bir yazar olmaya başladım mı sorusunu sormaya başladım. Daha sık kitap yazmaya başladım, bunda elbette hocalığı bırakmış olmamın da etkisi vardı. ‘Tek Bir Gül’ kitabı, Covid-19 virüs salgını sürecinde çıkan bir kitap olmadı tam salgın başlamadan önce bitirmiş olduğum bir kitaptı. Yazarlar olarak çok şanslıyız, özellikle de benim gibi kitabınız sayesinde hayatınızı kazanabiliyorsanız bu sayede eve ekmek getirebiliyorsanız pandemi koşullarında bile çok da fazla günlük hayatınız değişmiyor. Çünkü yalnız çalışıyorsunuz ve genellikle çalışma ortamınız eviniz oluyor” dedi. “Dille başlıyorum ve belki de o dil benim hikayemi etkiliyor” Son kitabının içeriği hakkında bilgi veren Barbéry, aynı temayı farklı tarzlarla ele aldığını ifade ederek, “Son kitabımın tarzı çok daha sade, yalın ve öz. Uzun zamandan beri ele almak istediğim bir temayı ele almak istedim. Sadece Japonya değil, Kyoto ana konumdu. Kyoto ve bu şehir beni gerçekten de çok etkiledi, içimde yarattığı etkiyi aktarmak istedim. Japonya’da geçirdiğim iki yıl benim için de bir dönüşümdü. Büyük hayranlık duyduğum Kyoto’da iki yıl yaşamak, orada edindiğim bakış açısı daha doğrusu orada geçirdiğim her günün benim için bir hediye oluşu hissi bana çok büyük bir sorumluluk da yüklemiş oldu. Sanırım iki tarz yazar var diyebiliriz; bazıları hikâye anlatmak isterler asıl amaçları budur ve daha derinleşen hikayeler anlatırlar. Bazıları da yazıyla ilgilenirler. Bu iki unsur birbirinden bağımsız değil ve zaten bir araya geldiklerinde ortaya roman çıkıyor. Bazı yazarlar bunlardan birine daha fazla gönül verirler. Bir süredir şunu fark ettim özellikle son yıllarda, formu değiştirerek hep aynı temalar yerine hep aynı temayı farklı tarzlarla ele almaya çalıştım. Bu bizi o temaya farklı yerlerden bakmayı sağlıyor. Ciddi bir yaklaşımla dili nasıl kullanacağımı düşünüyorum, dille başlıyorum ve belki de o dil benim hikayemi etkiliyor. Belki de bu nedenle bütün kitaplarımda bu farklı tarzda yazılar oluyor. Hem hikâye hem de yazı anlamında iyi bir yazar olduğumu umut ediyorum” sözlerine yer verdi. “Çevirmenler, büyük edebi bayramın unutulmuş kahramanları” Barbéry, Türkçe ’ye çevrilecek olan son kitabı “Tek Bir Gül-Une Rose Seule” hakkında ise “Çevirinin iyi olacağını düşünüyorum. Birçok konuda zaten Ekin Özlü Akseki ile görüştük, metnin nasıl çevrileceği konusunda fikir alışverişinde bulunduk. Fikrimce çevirmenlere değer verilip öne çıkarılmaları gerekiyor. Önceki kitaplarımdan biri yaklaşık 40 farklı dile çevrildi, bu süreçte çok fazla çevirmenle irtibata geçtim. Dolayısıyla yaptıkları çalışmanın ne kadar önemli olduğunu gördüm. Sanırım genel okuyucu çevirmenin buradaki çalışmasını, çabasını çoğu zaman göz ardı edebiliyor. Nitekim burada hem çevireceğiniz kaynağın, metnin orijinal diline hakim olmanız hem de çevireceğiniz dile hakim olmanız gerekiyor. Önemli olan bir metnin ruhunu farklı dillere ve kültürlere de yansıtabilmek. Bu benim için çok büyük bir çaba dolayısıyla hayranlık duyduğum bir iş. Gölgede kalıyorlar genelde onları görmüyoruz ama aslında onlar büyük edebi bayramın unutulmuş kahramanları. Dolayısıyla Akseki’nin kitabımı çevirmesinden dolayı büyük zevk duyuyorum. Sanırım çevirmen için yazarın hala yaşıyor olması da büyük bir değer. Ben çevirmenlerimle o kadar tutkulu diyaloglar kurdum ki çok ilgi çekici konuşmalarda bulunduk. Dilin akışıyla bizler belki de üzerine düşünmeden kendi dilimizde çok fazla şey aktarabiliyoruz, bunlar çok şairane, edebi tasvirler olabilir. Çevirmenin tüm bunları ayrı ayrı ele alması dolayısıyla hakim olması gerekiyor, bu gerçekten çok zor iş” dedi. [caption id="attachment_205531" align="alignright" width="347"] Ekin Özlü Akseki[/caption] Akseki, “Umarım çeviriyi yaptıktan sonra Türk okurlara da bu duyguları yansıtabilirim” Barbéry’nin Fransızca “Une Rose Seule” kitabının Türkçe’ ye çevrilmesi konusunda çalışmalara başlayan Ekin Özlü Akseki, çevirmen bakış açısıyla kitaba ilişkin incelemesini, “Barbéry’’nin yazıya hakimiyeti ve kitapları yazma şekli ben de hayranlık uyandırıyor. Aynı yetkinlik ve hakimiyet son kitabında da ortaya çıkmış durumda. Kitabın çevirisi gelince bu vesileyle okuma fırsatım olmuştu. Okur okumaz da yıldırım aşkına kapıldığımı söyleyebilirim. Kitap çevirisi çok farklı bir süreç, bir eser bir dilden başka bir dile çevrilirken sayfa sayısına göre günlerce, aylarca, yıllarca zaman alabiliyor. Bunu yaparken yazarın beynine girmemiz gerekiyor. Kitabını hangi koşullarda yazdığını, neden yazdığını, yazarken ne düşündüğünü, neyi amaçladığını anlamamız gerekiyor. Kitabı henüz okumayanlar için bir özet geçmem gerekirse; annesi Fransız babası Japon olan kırklı yaşlardaki bir kadının bir şekilde babasının ölümünden sonra mirasını öğrenmek için Japonya’ya gerçekleştirdiği seyahati söz konusu. Ana karakterimiz Rose, Japonya’ya gittiğinde babasının asistanıyla tanışıyor. Yaklaşık 20 yıldır Kyoto’da yaşayan asistan, ana karakterimizi Japonya’da bulunan mabetler, tapınaklar gibi farklı geleneksel yerleri gezdiriyor. Dolayısıyla kitapta çok fazla Kyoto ve Japon kültürü söz konusu. Benim için bu kitap, şehir, bir metamorfoz, varoluşsal sorunlar, bir aşk hikayesi, babanın arayışı ve Kyoto’nun anılması demek. Her şeyden öte henüz okurken bu kitaba çok fazla duygunun yüklendiğini hissedebiliyorsunuz. Yazar, Japonya’da yaşadıklarını çok güzel yansıtmış bu nedenle kitap, kısa ve öz olmuş. Japonya’ya hiç gitmedim, Kyoto’yu görmedim ancak bu kitap sayesinde bunları hissedebildim. Umarım çeviriyi yaptıktan sonra Türk okurlara da bu duyguları yansıtabilirim. Kitap her ne kadar kısa da olsa anlatım ve dil itibariyle epey yoğun olduğu için henüz çeviriyi bitirmedim. Umarım yazarın Fransızca dilinde okurlarına yansıtmak istediği duyguları aynı şekilde Türkçe ‘de de yansıtabilirim” sözleriyle aktardı.