Algı yaratmak önemli bir konu… “Algı çoğu zaman gerçekten önemlidir” derler ya, bilhassa siyasette, sosyal olaylarda algının önemi inkâr edilemez. Gelin fotoğrafa bakalım… BM Genel Sekreteri, Türk ve Rum liderler yan yana. Yaratılmak istenen algı ne? Her şey yolunda… İki lider “eşit” olarak BM genel sekreteriyle süreci ileri taşıyorlar. Doğru mu? Hayır. Biri cumhurbaşkanı, tanınmış bir devletin başı. Diğeri, toplum lideri ve daha kötüsü diğer lider ve BM genel sekreteri tarafından “tanınmış bir ülkenin” bazı haklar talep eden azınlığının lideri. İster ön adı Rauf, Mehmet Ali, Derviş ya da Mustafa olsun, o fotoğraftaki “öteki” olmaya mahkûm, “azınlık haklarına razı olmayan” ve dahası “azınlık toplumlara kötü örnek olan” lider o. Her türlü övgü bu rolü ne derece düzgün oynadığı veya oynayamadığıyla ilgili… Bazı durumlarda “Mr No” olur, bazı durumlarda “Arkadaşım Mustafa” ama statüsü değişmez… O hep “öteki”, “ötekinin lideri” olarak görülür. Ama her zaman “ötekinin lideri” de olmak kolay değil. Seçimle, seçilmiş olmakla alakalı bir şey değil liderlik. Nasıl rahmetli Rauf R. Denktaş görevde olmadığı dönemde de, hatta sonsuzluğa yürüdükten sonra bile “lider” olma statüsünü yitirmemiş ise, seçilmiş ve görevde olmak da “liderliği” getiremiyor… Görevdeki cumhurbaşkanı olur, partili cumhurbaşkanı olur, ama ulusal lider olamaz bazı siyasiler. Mustafa Akıncı’nın Cumhurbaşkanlığı görevine geldiğinden bu yana Kıbrıs görüşmelerinde yeni bir ivme yakalandığı bir vakıa. Her ne kadar kahve ziyaretleri, çarşı voltaları, tiyatro etkinlikleri Kıbrıs sorununu çözmede etkin ve anlamlı anahtarlar olmasa da, iki lider arasında “kimyanın” uygunlaşması için etkin ve anlamlı adımlardı ilk başlardaki peşrev. Tabii ki iki bardak “angliya”, azıcık “zivaniya” biraz da “uzo” ile çözülecek değildi yıllanmış Kıbrıs sorunu. “Yengelerin” keyfiyle de bir şey olması mümkün değildi, muhakkak. Ama tüm bu gayretler iki liderin birbirini tanıması, karşılıklı güven tesisi yaratılması için öngörülen “algı operasyonları” değil de neydi… Nitekim oldu da. “Liderlerin kimyaları uyumlu” demedi mi BM Genel Sekreteri’nin özel temsilcisi Espen Berth Eide? 18 ay boyunca görüşüldü. Tıkandı süreç arada bir. Her tıkandığında ne oldu? Kimseye ses verilmedi. Kamuoyundan da saklandı. Mekik diplomasisi devreye girdi. Amerikalı yengem, İngiliz dostumuz, Alman bakan falan devreye girdiler, bir tık yukarıdan süreç devam etti. Nasıl oldu bu? Her defasında Türk tarafında “ileri adım attınız” algısı yaratılarak başarıyla geri adım attırıldı, yenilgi, geri adım büyük başarı ve zafer diye yutturuldu. Arada bir bu yazar gibi bazı “haddini bilmezler” bağırsa da “Kral çıplak” diye, kimse pek de umursamadı, görünmez iplerden, görünmez elbisenin krala ne kadar çok yakıştığını anlattı durdu tamahkâr kalemşörler. O meşhur fotoğrafa dönelim. O fotoğrafta bir araya gelmek için ödenilen fatura ne idi? Yazdık o zaman. Tabii ki yalanlandı da. Olsun, yalan yazmak zaten bizim işimiz. Ne var ki, gelişmeler bizim yalanı doğrularken o yalanlamayı utanç müzesine “ibretlik bir yönetim ayıbı daha” bölümüne göndermedi mi? Ne dedik? “Aynı fotoğraf karesine girebilmek uğruna toprak ile güvenlik başlıklarını ayırmayı kabul etti Akıncı ve ekibi” dedik. “Beşli konferansın yolu açılacak diye yaşamsal ödün verildi. Bu nasıl olur?” dedik. Bir fotoğraf uğruna bu nasıl yapılır diye ısrarla sorduk. Ne oldu sonuçta? Anastasiades iki konuyu ayırmayı başardı. Sonra tarih vermedi. Akıncı bozuldu, sırtını döndü kameralara. Surat ifadesini hatırlayan var mı? Ama, kısa sürede algı operasyonu devreye girdi. Meğer Akıncı çok başarılı olmuş o toplantıda… Rum tarafı perişan olmuş. Falan filan. Bir kere iki konu koparılmıştı ya başarılı New York operasyonuyla, gerisi kolaydı artık. Öyle küsmeyle falan olmazdı bu işler. Kısa süre sonra “Kalınan yerden” devam etti at pazarlığı Anastasiades’in. Adam seçim dönemine girmiş. Söz vermiş Papaz efendiye de, siyasi parti liderlerine de. Ne mi demiş? “Ben hiçbir şey vermeden, verir gibi yaparak, adım adım ilerleyeceğim, tüm kayıplarımızı Türklerden teker teker alacağım.” İşte Papaz efendinin suratındaki tebessümün sebebi bundan… Rum siyasilerin Anastasiades’e saldırıyı bırakmaları bundan. KKTC’de ne mi oluyor? “Onurlu yaşam, siyasi eşitlik, insanca çözüm” çoğunluğu kalmış iki musibet arasında… Bir yanda “Ver kurtul” ya da “Teslim ol zevk al” cephesi, diğer yanda “Günü hamasetle kurtar” habis siyasi uru. Siyasi yenilenme şart, yenilenmenin kapıları tıkalı… En azından şimdilik. Mont Pelerin’e gidilirken de uyardık, yazdık çizdik. “Yapılan yanlıştır, yanlışta ısrar ediliyor” diye. Kıbrıs Rum tarafının birincil talebi toprak ve “Türk askerinin adadan kovulması” ise, Türk tarafının temel talebi “Siyasi eşitlik ve Türkiye’nin etkin ve fiili garantisi” ise “Toprak” ile “Güvenlik” başlıklarının ayrılması asla kabul edilmemeli diye uyardık. Kafaya takmış arkadaşlar, çözüm için her türlü adımı atmaya, her tavizi vermeye. Fark etmedikleri şimdiye kadar hiç bir alanda Rum tarafından bir tek ödün alamadıkları. Mont Pelerin görüşmelerinde niye ara verilmişti? Görüşmeler çamura sürüklenince, Rum tarafı “Ya masaya haritayı koyarsınız, ya biz yokuz” deyince ne yapmıştı Kıbrıs Türk dirayetli ekibi? Düşünmüş, taşınmış Akıncı ve o “ileri adımı” atmaya karar vermiş. “%29.2 toprağa razıyız, siz de beşli görüşmenin takvimini verin” demiş. Anastasiades, sevincinden yerinde duramazken sanki sıradan bir şey söylenmiş de kendisi böyle bir ödün veremezmiş gibi “Ara verelim, gidip Yunanistan’a sorayım, parti liderleriyle danışayım” demiş. Akıncı, hümanist ve de “empati uzmanı” ya hemen kabul etmiş. İkinci tur Mon Pelerin bu şekilde gerçekleşti. Tarih verildi mi? Hayır bu kez de Anastasiades “Verin Güzelyurt’u, eşitleyin kıyı uzunluğunu, inin %28.2’ye ben de düşüneyim beşli konferansın tarihini” deyince süreç koptu… Güya artık görüşme yoktu Türk tarafı sadece beşli konferansa gidebilirdi. Hikaye! Ne oldu. 1 Aralık yemeği nasıl gerçekleşti. Anastasiades talep etti. Eide ev sahipliği yaptı. Akıncı zokayı yuttu. Özet bu. Sonuç ne? 1- Kıbrıs’ta görüşmeler tekrar başladı. 2- Mont Pelerin’de 9 Ocak’ta üçüncü tur görüşmeler yapılacak. 3-11 Ocak’ta masaya haritalar konulacak. 4- 12 Ocak’ta iki taraf, garantörler ve gerekirse diğer aktörlerin katılacağı ulsulararası konferans toplanacak… Geçmiş olsun… Ardı ardına önemli geri adımlar atıldı diyecek iken, Rum tarafından “Güzelyurt’u verileceği ima edildi, görüşmelerin başlamasına ondan evet dedik” bilgisi medyaya yansıdı… Sonra, 12 Ocak toplantısında Rumlar iki sandalye ile katılacaklarmış. Bir toplum lideri Anastasiades, bir de Kıbrıs Cumhuriyetini temsilen Dışişleri Bakanı Yannakis Kassulides. Bizim Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu’nu da Akıncı götürecekmiş… Çadır tiyatrosu gibi… Ne acıklı hallerdeyiz. Ne büyük teslimiyet içindeyiz. Kesinlikle bu sefer de biz acayip kazanacağız da umarım kazancımız çok acıtıcı olmaz.