Mehmet Necati GÜNGÖR Eski dönemlerde mahalli gazetecilik çileli bir işti. Biz de bu çileyi yaşayanlardandık. Gazeteler, mürettipler marifetiyle elle dizilir, pedal veya tipo denen aletlerle basılırdı. Sayfalarda boş kalan yerler bir spot cümle ile doldurulurdu. O cümle şuydu: “Kızılay’a üye ol” Kızılay, o dönemlerde kutsal bir kurumdu. İnsanların dertlerine derman olan kurumdu. Depremlerde, afetlerde insanların en önce yanı başlarına koşan bir kurumdu. İnsanların bağış için yarıştığı bir kurumdu. Bu kurum, içinde bulunduğumuz dönemde başka şeylerle anılıyor. Ülkemizin virüsle boğuştuğu bir dönemde bu kurumu göremez olduk. Dezenfektan dağıtabilirdi, maske dağıtabilirdi, yoksullara yardım kolileri gönderebilirdi. Bu faaliyetlerin hiç birisinde göremedik Kızılay’ı. Meydanlara kan alma stantları kuran Kızılay, iş başa düşünce kayıplara karışmış görünüyor. Gözler, meydanlarda bu kurumu arıyor ama nafile. Kurum, kendi içine çekilmiş, kendi mensuplarına hizmet ediyor. Kurumun kutsallığını bozdular. İnsanların güvenini sarstılar. Bu kurumdan beklenti kalmadı da, laf olsun diye soruyoruz “neredesin?” diye. Başka düzenlerle akla gelen bir kurum halinde. Sosyal medyada şu sıralar bu sıralar “Kızılay neredesin?” soruları ile yıkılıyor. Kızılay’dan ise çıt yok. Kendi demlerinde. “Virüs gelmiş neyime” modundalar. Bu arada Türkiye Diyanet Vakfı’na da seslenmek lâzım. Hac ve umre gelirlerinden, bağışlardan yığdığınız paraları şu sıralar kendi insanınızın hizmetine sunsanız fena mı olur? Anladık, hayır kurumu değilsiniz ama, din kurumusunuz. Dindaşlarınıza yardım etmekle yükümlüsünüz. Açın kesenin ağzını, mağdur insanlarımıza yardım ediniz.